Masal

Bir varmış, bir yokmuş.

Uzak diyarların birinde, uzun vakitler çalışıp, günde sadece 20 kuruş kazanan genç bir adam varmış. Bütün gün altına girmediği taş, sırtına almadığı yük yokmuş, ama ne hikmetse 20 kuruştan bir gıdım yukarıya çıkamazmış kazandıkları. Uzun yıllar böyle çalıştıktan sonra bir gün başka yerlere gitmek düşmüş aklına. Annesinin rızasını almış, babasının elinden öpmüş, sırtına bohçasını vurup, başlamış yürümeye.

Gel zaman git zaman, küçük bir hana varmış. Handa kendi aralarında konuşan iki tane tüccara rastlamış, masalarına oturmuş. Tüccarlar, oralara hükmeden padişah hakkında konuşmaktalarmış. Yakut padişahı olarak bilinen bu hükümdar, bonkörlüğüyle tanınırmış. Tüccarların dediğine göre, kim ne isterse istesin, vermemezlik etmezmiş. Tüccarlar padişahın huzuruna çıkarlarsa ne isteyeceklerini anlatmaya başlamışlar. Aralarından yaşlı olanı, “Eğer Yakut padişahının karşısına çıkarsam, ondan yirmi araba altın isteyeceğim” demiş. Genç olan girmiş lafa: “Eğer ben Yakut padişahının karşısına çıkarsam, ondan yirmi araba altın, bir de kızın isteyeceğim”. İkisi birden 20 Kuruşa dönmüşler. “Ya sen?” diye sormuş yaşlı olanı, “Sen istesen bu padişahtan ne isterdin?”

20 Kuruş omzunu silkmiş, “Padişah bana ne verebilir ki?” demiş, “Bana Allah versin.”

Meğerse padişah, o sırada tedbil-i kıyafet içerisinde o handa konuşulanlara kulak kabartmaktaymış. Ertesi sabah ilk iş yaverlerine o iki tüccar ile 20 Kuruşu bulmaları için emir vermiş. Yaverle yakalarından tuttukları gibi padişahın huzuruna getirmişler üç adamı. Padişah sormuş, “Ee, çıktınız huzuruma, benden ne istersiniz?”. Yaşlı olan kekeleye kekeleye, ürpere ürpere “Ne isteyelim padişahım? Canınızın sağlığı” diyebilmiş ancak. “Yok yok,” demiş padişah, “Siz söyleyin”. Böyle birkaç defa üsteledikten sonra, yaşlı adam “Sizden yirmi araba altın isterim” diyebilmiş. Padişah emri vermiş, yirmi araba altını toparlayıp, yaşlı tüccarın emrine vermişler. Adam binbir dualar ederek çıkmış padişahın huzurundan.

Yakut padişahı bunun üzerine genç tüccara dönmüş: “Ya sen?” demiş. Genç tüccar az önce şansı yaver giden adamı görmenin de cesaretiyle, “Ben de yirmi araba altın isterim hünkarım” demiş. Padişah suratına şöylece bir bakmış, “Yok yok, sen başka bir şeyler de istiyorsun” demiş. Genç tüccar evelemiş, gevelemiş; padişah ısrarını sürdürünce de “Bir de kızınızı isterim sultanım” deyivermiş. Padişah yaverlerini çağırmış, yirmi araba altını hazırlatmış. “Kızımı da verdim gitti!” demiş. Ayın ondördü gibi bir kız çıkmış arka odalardan, genç tüccarın yanına gelmiş. Adam binbir defa eğilip, padişahın eteğini öperek çıkmış sultanın huzurundan.

En son yirmi kuruşa dönmüş Yakut padişahı. “Söyle bakayım, sen ne istersin?” demiş. 20 Kuruş omzunu silkmiş. “Sen bir padişahsın, bana ne verebilirsin ki?” demiş, “Bana Allah versin.”

Padişah bunun üzerine deliye dönmüş. “Derhal cellatları hazırlayın, kesin bu adamın kafasını” diye emir buyurmuş. Sadrazamları araya girmişler. “Etme eyleme padişahım,” demişler, “Allah’ın adını verdi, fukaranın biri. Belli ki bir şey istemiyor, bırakın gitsin.” Böyle dedikçe padişah sakinleşmiş. “Yıkıl karşımdan” demiş 20 Kuruş’a, 20 Kuruş da almış bohçasını sırtına, başlamış yürümeye.

Az yürüdükten sonra genç ve yaşlı tüccara yetişmiş. Önden yaşlı tüccarın yirmi arabası, arkadan genç tüccarın yirmi arabası, en arkadan da 20 Kuruş tıngır mıngır ilerlemektelermiş. Gel zaman, git zaman, Yakut padişahı sarayında köpürmeye başlamış. “Ben bu 20 Kuruş yüzünden kırk araba altın verdim, bir de üstüne kızımı verdim.” diye dolanmış durmuş sarayda. En sonunda çağırmış yanına celladını, ona demiş ki: “Git, o arabaları bul. En arkadan tek başına yürüyenin kellesini al!”. Cellat “Baş üstüne” deyip, koyulmuş yola.

20 Kuruş ve tüccarlar yol almaktalarken, en öndeki yaşlı tüccar yanda akan bir nehir görünce 20 Kuruş’a dönmüş. “Ben şu az ileride bir yıkanacağım, arabalara sen bakar mısın?” diye sormuş. 20 Kuruş “Hay hay” demiş, binmiş en öndeki arabaya. Yaşlı tüccar elini yüzünü yıkamış, kıyafetlerini temizlemiş; karavana yetişmek adına yürümeye başlamış. Tam arabalara yetişmiş, en arkadan el etmek üzereyken, cellat gelmiş, başını almış.

20 Kuruş bir müddet beklemiş. Sağına bakmış, soluna bakmış. Yaşlı tüccarın geldiğini göremeyince de “Herhalde bana bunları Allah verdi” demiş, yoluna devam etmiş.

Az gitmişler, uz gitmişler. Dere tepe düz gitmişler. Bir vakit sonra, genç tüccar, arkadan 20 Kuruş’a seslenmiş. “Ben şu az ileride bir işimi göreceğim, arabalara ve kıza sen bakar mısın?” diye sormuş. 20 Kuruş “Hay hay” demiş. Genç tüccar işini görmek üzere bir çalılık bulmuş, tam şalvarını indirmişken, bir anda bir yılan çıkartmış başını. Genç tüccarı kaba etinden ısırmış, adamcağız orada düşmüş, kalmış.

20 Kuruş bir müddet beklemiş. Sağına bakmış, soluna bakmış. Genç tüccarın geldiğini göremeyince de “Herhalde bana bunları Allah verdi” demiş, yoluna devam etmiş.

Bir müddet sonra, heyelan olmaya, yer titremeye başlamış. Yakut padişahının kızı, korkup 20 Kuruş’un yanına sığınmış. 20 Kuruş da gözlerini kapatmış, başına geleceklerinden korkmaya başlamış. Birden heyelanlar durmuş, kapkalın bir ses doldurmuş her bir yanı. Kafalarını kaldırıp bakınca bir de ne görsünler? Koskocaman, başı fezayı delen bir dev. Elinde de en büyük saraydan geniş, en yüksek kuleden uzun bir sopa. 20 Kuruş ve kız, tam kaderlerine razı olacaklarken, dev ağzını açıp “Neredeydin sen?” demiş 20 Kuruş’a, “Yıllardır seni bekliyorum. Al anahtarların” deyip, cebinden kırk anahtarın bağlı olduğu bir anahtarlık çağırmış. Anahtarlığı 20 Kuruş’un önüne bırakmış, çekmiş gitmiş.

20 Kuruş anahtarları alıp ilerleyince, karşısında som altından bir saray görmüş. Saray, gördüğü tüm binalardan büyük, neredeyse doğup büyüdüğü köy kadar genişmiş. İçine girince, kırk tane oda görmüş. Tek tek anahtarları denemiş tüm odalarda. Odaların birinde zümrütler, birinde yeşimler, birinde çil çil altınlar varmış. Diğer otuz yedi odanın otuz yedisinde de değerli taşlar, eşsiz hazineler, akla hayale sığmayacak güzellikler doluymuş. Yakut padişahının kızına dönmüş, anahtarları kızın avucuna koymuş. “Bundan sonra burası bizim diyarımız” demiş, “Ama seninle şimdi evlenemem. Allah bana bunları verdi, ben bundan sonra yedi senemi ibadete ayıracağım. Kim gelirse gelsin, kapı dışarı etme, sarayın etrafındaki topraklara yerleştir. Bir şey isteyen olursa, istediğini ver. Sarayın yönetimi senindir. Ben sadece günde bir saat ibadetten kalkarım, onun da bir bölümünde uyur, bir bölümünde yemek yerim.” Kız kabul edercesine kafasını sallamış ve 20 Kuruş başlamış ibadete.

Aradan dört yıl geçmiş. Yakut padişahı, sarayında otururken, sık sık uzak bir diyarda yaşayan, yeni bir padişahın laflarını duymaktaymış. Herkesi topraklarına buyur eden, kimsenin isteğini ikiletmeyen bu padişahı çok merak etmiş. Atları hazırlatmış, korumalarını almış, bu uzak diyara doğru yola koyulmuş. Yol gittikçe, bu padişaha “Altın padişahı” dendiğini duymuş. İyice kamçılanmış merakı. Altın padişahının diyarına varmış, saraya çıkmış. Altın padişahının sadrazamlarından birine: “Ben Yakut padişahıyım. Altın padişahı ile tanışmak için sarayımdan” geldim diye buyurmuş. Sadrazam “Padişahımız ibadetinden sadece günde bir defa kalkar,” demiş, “Onda da uyur, yemek yer. Eğer vakit bulursanız, konuşursunuz.”. Yakut padişahı beklemiş, Altın padişahının ibadeti bitince de çıkmış karşısına. “Ben,” diye lafa girmiş, “Yakut padişahı, üç diyarın hükümdarı, uzun nehirlerin; verimli tarlaların sultanı…” diye başlamış ünvanlarını saymaya. Altın padişahı lafını bir müddet sonra kesmiş, hiçbir şey demeden çıkmış gitmiş. Altın padişahının sadrazamı, “Vakit bu kadardı” demiş, “Yarın denersiniz şansınızı.”

Yakut padişahı bir sonraki gün bir daha çıkmış sarayın huzuruna. Bu sefer lafını kısa kesmiş, “Siz kimsiniz ey efendi? Namınızı çok duydum, adınız nedir, nereden gelirsiniz?” demiş. Altın padişahı evveliyatla bir düşünmüş. Sonra “Buradan at sürmesiyle altı ay mesafesinde bir semerci vardır. O diyarların en güzel semerlerini yapar. Tam bir sene uğraşır semeriyle, sonra da bir dağın tepesine çıkar, orada bir sene yaptığı semeri parçalar, geri inip, parçalardan tekrar bir semer yapmaya başlar. Onu bul, hikayesini dinle. Niye yaptığını öğren, gel bana anlat, sana kim olduğumu söyleyeceğim.”

Yakut padişahı bu sözler üzerine bozulsa da, rengini belli etmeden, “Peki” der. Kendi de merak etmektedir semercinin hikayesini, atını o diyara sürmeye başlar.

 

Altın Saray

Altı ay sonra, semerciyi bulur. Kendi gözleriyle görmek için, adamı uzaktan izler. Vardığında adam hakikaten de diyarın en güzel semerini bitirmek üzeredir. Uğraşır, didinir, son rötuşları yaptıktan sonra, dağa doğru yol alır. Yakut padişahı takip eder, dağın tepesinde adama yetişir. Adam hakikaten de güzelim semeri paramparça eder elleriyle. Yakut padişahı dayanamaz, yanına yaklaşır. “Efendi! Sen ne yapıyorsun? Güzelim semeri, bir yıllık emeğini neden yok ediyorsun böyle?” der. Semerci evveliyatla bir düşünür. “Buradan at sürmesiyle altı ay mesafede bir adam vardır. Deniz kenarında bir evin tepesinde oturur, her gün yanına altın kiremitler alır. Bir bıçakla o altın kiremitleri ince ince soyar, denize atar, kendi kendine de ‘Balık bilmezse hâlik bilir’ diye söylenir. Git o adamı bul, hikayesini dinle. Niye yaptığını öğren, gel bana anlat, sana niye semerimi her sene kırdığımı söyleyeceğim.”

Yakut padişahının merakı iyice kamçılanır. Altı ay sonra, semercinin anlattığı adamı hakikaten de bir evin tepesinde, ince ince altın kiremit soyarken bulur. Zor bela çatıya çıkar, adamın yanına oturur. “Efendi!” der, “Sen ne yapıyorsun? Som altından kiremit, değeri belki de paha biçilemez. Sen neden bunu denize atıyorsun?”. Adam da düşünür bir süre. “Buradan at sürmesiyle altı ay mesafede başka bir diyar vardır.” der, “Kehribar padişahı derler adına. Gözleri kördür. Gündüzleri diyarını yönetir, akşamları da tedbil-i kıyafet içerisinde su satar. Her su satandan, kendisine bir tokat atmasını ister, tokatı yiyince de ‘Hakkımdır’ der, susar. Onu bul, hikayesini dinle. Niye yaptığını öğren, gel bana anlat, sana kim olduğumu söyleyeceğim.”

Yakut padişahı artık iyice meraklanmıştır. Altı ay boyunca usanmadan at sürer. En sonunda, Kehribar padişahının diyarını bulur. Adam hakikaten de gündüzleri saraydan diyarı yönetmekte, akşamları ise tedbil-i kıyafet içerisinde su satmaktadır. Deneme amaçlı gider, suyundan alır. Kehribar padişahı bir tokat atmasını ister Yakut padişahından. Yakut padişahı da dayanamaz, atar. “Hakkımdır” der adam, başka da bir şey demez. Yakut padişahı bunun üzerine kendini tutamayıp sorar: “Yahu efendi, sen koskoca padişahsın. Neden kendini böyle tokatlattırıyorsun?”. Adam bir müddet düşünür. Sonra da anlatmaya başlar.

“Bundan uzun yıllar önce, her gece üst üste aynı rüyayı görmeye başladım. Rüyamda yanımda küçük bir kız, karşımda da incecik bir köprü vardı. Köprünün öteki tarafında da akıl almaz hazineler, bir de çok değerli gözüken iki şişe. Bir değil, iki değil, üst üste defalarca aynı rüyayı görünce, bir hikmeti vardır deyip sordurmaya başladım. En sonunda, bir gün dolanırken, aynen öyle incecik bir köprü gördüm. Yanında da küçücük bir kız. Kıza karşıya geçip, hazineleri birer ikişer taşımasını, karşılığında da yarı yarıya paylaşacağımızı söyledim, kız kabul etti. Hazineler benim tarafta biriktikçe birikti, kız gidip gidip geldi. En sona o iki şişe kaldı. Tam kız şişeleri alıp, köprüden inmek üzereyken, birden beni bir hırs aldı. Niye paylaşayım ki dedim kendi kendime, kızı ayağımla aşağıya iteledim. Kız düşmeden evvel şişeler patladı, fırlayan camlar da gözümü aldı.”

“O gün bugündür, işlediğim günahın bedelini ödeyebilmek için su satıyorum. Kim tokat atarsa da, hakkımdır diyorum. Benim yaptığımın yanında, kaç tokat yemişim fark eder mi? Ama bunu daha önce bana kimse sormamıştı. Sen sordun ya, artık daha yapmayacağım”.

Yakut padişahı şaşkınlık içerisinde, kiremit soyan adamın yanına geri dönüp, bu hikayeyi anlatmış. Adam, bir müddet düşünmüş. Anlatmaya başlamış.

“Bundan uzun yıllar önce, babam sağ iken, şehrin en zengin adamıydı. O çalışır didinir kazanır, ben de gençlik ateşiyle alemlerde parayı harcardım. Etrafımda insanlar pervane olur, elimi ayağımı öperlerdi. Ben olmadan fasıl başlamaz, benden habersiz kimse toplanmazdı. Bir vakit babam beni karşısına aldı. Dedi ki, ‘Evladım, bir gün bu alemlerin yüzünden utanacaksın. Biliyorum ki bu yaptıkların yüzünden canına kıymaya karar alacaksın. Eğer böyle bir karar verirsen, senin için mahzene bir ip, bir de sehpa koydum. Canını orada al’. Anlamadım dediğini ama söz verdim, kısa vakit sonra da babam göçtü gitti.”

“Ben paraları harcamaya devam ettim. Gel zaman, git zaman, bir de baktım ki, hiç param kalmamıştı. Artık babam da olmadığından, eriyen altınların yerini bir şey doldurmuyordu. Yanımdan eksilmeyen arkadaşlarım, bir bir uzaklaştılar. Yalnız, bir başıma kaldım. Bir süre evden çıkamadım utancımdan, sonra bir çıkışımda eski arkadaşlarımdan birine rast geldim. Bir davet yapacaklarını haber edip, istemeden davet etti beni. Ben de kabul ettim. Bir şey götürmek icap ediyordu, ama param yoktu, ben de ucuza bir ciğer aldım, kağıda sarıp, daveti yaptıkları çayıra yol aldım. Ciğeri vermeden evvel, durumu açıklayayım, çok utanmayayım diye yanımda götürmeyeyim diye düşündüm. Ciğeri kenarda bir ağaca astım. Gittim, arkadaşlarıma durumu açıkladım. Benimle birlikte ağaca geri geldiler ciğeri görmek için. Bir de ne göreyim? Karganın teki almış ciğeri götürmüş.”

“Bunu açıklamaya yeltendim ama, arkadaşlarımı bir gülme aldı. Kahkahalarla güldüler. İnanmıyorlar, bir şey getirmediğimi sanıyorlardı. Utancımda iki büklüm oldum, zor uzaklaştım oradan. Eve attım canımı. Babam haklıymış diye düşündüm, mahzene indim. Gerçekten de dediği gibi bir ip, bir de sehpa vardı. İpi boynuma geçirip, sehpanın üzerine çıktım. Ayağımla sehpayı devirdiğim gibi, ipin benim de gücümle yukarıdaki tavanı kırması bir oldu. Yere düştüm. Ne görsem beğenirsin? İşte bu altın kiremitler. Babam bunları yaşayacağımı düşünüp, benim için mahzenin tavanına gizlemiş, ipi de özellikle oraya koydurtmuş.”

“Servetimin geri geldiğini gören arkadaşlarım, tekrar başıma üşüştüler. Bir yemek verdim, hepsini evime çağırdım. Ballar, sütler, ekmekler, etlerle donattım masayı. Her tabağın yanına da, ucu hafifçe kesilmiş kiremitlerden koydum. Geldiler, oturdular. ‘Görüyor musunuz?’ dedim, ‘Fareler de şu altın kiremitleri kemirip duruyorlar’. ‘Haklısın’ dediler, ‘Fareler büyük sorun’ dediler, ‘Yazık olmuş kiremitlere’ dediler. Ben de dayanamadım, bağırdım, ‘Ulan karganın ciğeri kaptığına inanmıyorsunuz da, farenin kiremiti kemirdiğine mi inanıyorsunuz!’. Kaptım bir sopayı, hepsini kapı dışarı ettim.”

“O gün bugündür, her sabah bu çatıya çıkar, altınlarımı ufak ufak denize atarım. Böylelerine yedirmektense, deniz alsın daha iyi. Ama bunu daha önce kimse bana sormamıştı. Sen sordun ya, artık daha yapmayacağım.”

Yakut padişahı bunun üzerine iyice şaşırıp, atını geri, semercinin yanına sürmüş. Semerciye başından sonuna kadar anlatmış kiremit soyan adamın öyküsünü. Semerci bir müddet düşünmüş, sonra o da anlatmaya başlamış.

“Benim baba mesleği semercilik. Gençken onu yapardık. Sonra harp oldu, askere çağırdılar. Gittik. Yeni evlenmiştim o zamanlar. Harp tamı tamına yirmi sene sürdü. Çok şey gördüm, çok şey geçirdim. En sonunda bitti, bize de eve dönebilirsiniz dediler. Aldım bohçamı sırtıma, evime geri döndüm. Tam kasabama girdim, içim pır pır, yüreğim heyecandan ikişer ikişer atıyor, evimi gördüm. Sabah güneşi doğmak üzereydi.”

“Usulca çıktım merdivenleri. Niyetim, yatak odasına gidip, karıma sürpriz yapmaktı. Kapıyı açtım, bir de ne göreyim? Sol tarafta anam, sağ tarafta karım, ortada da genç bir delikanlı. Bir anda gözüm döndü. Çektim silahımı, delikanlıyı iki gözünün tam ortasından vurdum. Anamla karım, feryadı basıp uyandılar. İkisi de ağlamaya, dövünmeye, çığlık çığlığa yırtınmaya başladılar. ‘Ne yaptın sen?’ dedi karım, ‘Sen ne yaptın?’ diye bağırdı. Niye böyle dediğini çözememişken, ’20 yıllık emeğim gitti, 20 yıllık alın terimi, gözyaşımı vurdun’ dedi.”

“Meğerse harbe gitmeden hemen evvel hamile kalmış karım. Tek başına da bakamayınca anamı çağırmış. O gece vurduğum, ortalarında yatan dalyan delikanlı da oğlummuş.”

“O gün bugündür bütün sene semerimi yapar, sonra da dağın başına çıkar paramparça ederim. Ben 20 yıllık emeği hiç etmişim, bir yıllık emek çok mu? Ama bunu daha önce kimse bana sormamıştı. Sen sordun ya, artık daha yapmayacağım.”

 

Yakut padişahı, şaşkınlıkla, hayretle, altı ay daha sürmüş atını. Altın padişahının sarayına geri dönmüş. Altın padişahı, son ibadetinden kafasını kaldırmış, duasını etmiş. Tahtına çıkıp, Yakut padişahını buyur etmiş. Yakut padişahı bir bir anlatmış tüm hikayeleri. Altın padişahı dikkatle dinlemiş. “İstediğin öyküleri öğrendim” demiş Yakut padişahı, “Şimdi söyle bana, sen kimsin?”

Altın padişahı, “Benim adım yoktur.” demiş, “Sen beni 20 Kuruş olarak bilirsin. Senden değil, Allah’tan istediğim için beni öldürecektin. O zaman senden bir isteğim yoktu, Allah bana pek çok şey verdi. Ama şimdi var.”

Yakut padişahı bu adamın 20 Kuruş olduğunu öğrenince beyninden vurulmuşa dönmüş. İlk başta inanmamış ama, sonra arkadan çıkıp gelen kızını görünce, her şey yerli yerine oturmuş. Yanlış adamı öldürttüğünü anlamış, bir anda pişman olmuş tüm yaptıklarından. 20 Kuruş’a dönmüş, “Sen ne isteyebilirsin ki benden?” diye sormuş. 20 Kuruş, tahtından inmiş, Yakut padişahının elini öpmüş. “Yedi senedir ibadet etmekteydim. Benim sürem şimdi doldu. Rızan da varsa, kızınla evlenmek isterim” demiş. Yakut padişahı, 20 Kuruş’un elini tutmuş, gözlerine bakmış. “Rızam vardır” demiş, “Benim kızımın yeri, senin yanın.”

Kırk gün, kırk gece düğün yapmışlar 20 Kuruş ve ayın on dördü kadar güzel olan o kıza. Altın saraylarında, her geleni buyur edip, her isteği ikiletmeden, adil ve uzun bir hüküm sürmüş, ömürlerinin sonlarına kadar mutlu yaşamışlar.

 

Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.