Siyasetle ucundan kıyısından ilgilendiyseniz; “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır” lafını duymuşsunuzdur.Bu laf, Lord Acton olarak bilinen, 19. yüzyılda yaşamış İngiliz siyasetçi John Dalberg-Acton‘a aittir. Acton, bu lafını “Büyük adamlar, hemen hemen her zaman kötü de adamlardır aynı zamanda” diye tamamlar. Bu aşağı yukarı, istisnası pek olmayan bir laftır. Süreci pek çok kez, pek çok yerde görürsünüz. Siyasette, ticarette ve hatta sanatta, şöhrette.

Yalnız, bu süreç Acton’ın sözünü ettiği gibi iki adımda yaşanmaz. Güçten mutlak güce evrilmenin kendisi değildir aslında mutlaka yozlaştıran. Ortada çok büyük başka bir adım vardır. Anlaması, tespit etmesi çok elzem bir adımdır bu. Hiçbir şey için değilse, tekerrüründen kaçınmak için. Hiçbir şey için değilse, varlığını fark edip, bazı şeyleri daha iyi analiz edebilmek için.

Önce size şunu sormak istiyorum eğer müsaadeniz varsa. Protesto nedir? Niye yapılır? Bir hükümet düşünün. Görev tanımı dahilinde, kendisine devleti ve o devletin sorumlu olduğu halkı yönetmesi için, en iyi ihtimalle kısıtlı bir süre, en kötü ihtimalle süresiz güç emanet edilmiştir. Demokratik olmayan sistemlerde, güç mutlak olur genelde, ve çok yüksek ihtimalle de tek bir odakta toplanır. Ama demokratik sistemlerde dahi, etraflıca düşündüğünüzde, belirli bir süre için güce erişmiş kesimlerin istediklerini yapmasını engelleyecek bir şey yoktur aslında. Demokrasinin kaba tanımı içerisine hükümetin her hareketini halka danışması girmez. Yani iki sandık arasında halkın hükümete müdahale etme şansı yoktur.

 

Protestolar da bu yüzden yapılır zaten. İki sandık arasında hükümete dair rahatsızlıkların dile getirilmesi için. Hükümeti yöneten kişilere baskı oluşturmak için. Hiçbir şey için değilse, bir fikrin arkasında yüksek seslerin yattığını herkesin anladığından emin olmak için. O hâlde ikinci sorumu sorayım. Protestolar işe yarar mı? 

Kimi uzmana sorarsanız, yaramaz. Sadece devletler, yaptıkları kötü şeyleri gizlemek veya aksi yönde paketlemek için daha uzman hâle gelirler. Örneğin Chomsky, bunun en iyi misalinin Birleşik Devletler olduğunu savunur. Amerika, Vietnam sırasında aldığı tepkilerden sonra, yurtdışı savaşlarını her zaman operasyon veya insancıl müdahale kisvesi altında etiketlemiş, her zaman da Amerikan halkını ihya edecek kılıflar bulmaya gayret etmiş; bu ikisini de yapamıyorsa Contra meselesinde olduğu gibi gizli kapaklı hareket etmiştir. Meşhur Vietnam protestoları bir şey değiştirmemiştir yani. Sadece ABD’nin yaptığı şeyi daha protesto almayacak şekle getirme konusunda uzmanlaşmasını gerekli kılmıştır.

Ama kimisine göre, karar mekanzimalarının merkezinde normal psikolojiye sahip, her insan kadar etkilenmeye meyilli bireyler durmaktadır. Ve bu bireyler, doğal olarak kulaklarının dibinde binlerin, milyonların bağırmasıyla birlikte, kararlarını sorgularlar. Protestolar, bu sorgulatmayı yaratmak için anlamlıdırlar. Sadece protestoların vuku bulduğu anlarda değildir bu, bir protestonun gerçekleşebileceği fikri de bazen caydırıcı olur. Bir kontrol mekanizmasıdır yani protesto etmek.

png;base64719596edeae41521

Buradan yürüyelim. Yani, karar mekanizmalarının merkezinde normal insanların durduğu, ve bu insanların etki altında kalabilecekleri gerçeğinden. Protestolar bunu değiştirebilirler gerçekten de. Ama tek başına yapamazlar. Protestolar, beraberinde başka tehditlerle pekişmeleri gerekir. Koltuk kaybetmek gibi. Sorgulanmak gibi. Gücünün sarsılması gibi. Protestolar, tek başına olduklarında sadece protesto edilenlerin derisini kalınlaştırmaya fayda sağlarlar. Kalınlaşan deri, bir noktadan sonra umursamamazlığa dönüşür. “Ne diyor bunlar, saçma sapan şeyler” kıvamından hareketle, halkı tebalaştırmak çok kolaydır. Mutlak gücün mutlak yozlaşmasına geçiş de öyle başlar zaten. Ve bu kadar kilit yer tutan protestoler sadece bir durumda tek başlarına kalırlar. İç muhalefetin tasfiyesi.

Gücü elinde tutan insanların, bir noktada kontrol edilmeleri gerekir gerçekten de yozlaşmamaları için. Siz buna dilediğiniz kadar devlet mekanizması kurabilirsiniz. Seçimler olur iki yılda bir. Anayasanın çok katı maddeleri olur güç sınırlarıyla ilgili. Ama fark etmez. En demokratik sistem bile, yanlış giden üst üste birkaç şeyin sonucunda yüzde yüz yozlaşmış bir lider doğurabilir. Bu noktada en iyi kontrol, aynı zamanda da yozlaşmaya ve otoriterleşmeye başlayan kişilerin yaktığı ilk şey olur. İç muhalefet.

Tarih sahnesini okuyun. Yola iyi niyetlerle, ya da en azından görüntüde iyi niyetlerle çıkmış tüm liderlerin, eğer finalleri kötü olduysa; bir kritik noktada bunu yaptığını göreceksiniz. Ülkeyi beraber kurtardığı silah arkadaşları mahkemelere yollanır örneğin. Yola beraber çıkan dava arkadaşları davadan uzaklaştırılır. Sesi çok çıkan bakanlar istifa ettirilir. Ve bir noktadan sonra, artık yozlaşmış bir liderin etrafında kendisine kayıtsız şartsız biat edecek vasıfsız takipçilerden başka bir şey kalmaz.

İşte mutlak güç budur aslında. Ne devletin tüm organlarını kendinde toplamak, ne de halkın her kanadına sirayet edebilecek bir etki alanını yanlış kullanmak. Mutlak güç, bir devleti yönetirken, senin koltuğuna oynayabilecek, bir hatanda varisin ilan edilebilecek, senin politik kariyerinin tökezlemesi için gün sayan ve bu yüzden hem seni olabileceğin en iyi hâlinde tutan, hem de halkın tepkilerine çok daha ciddi kulak asmanı sağlayan insanları devre dışı bırakmakla başlar. Ve o insanlar gittikten sonra, protestoların da bir önemi kalmaz, artık usulen gidilen sandığın da. Mutlak güç, mutlak yozluğa dönüşüp, her şeyin içine biraz biraz girmiştir artık zaten…

Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.