Pek şahsına münhasır Geekyapar karakterleri ve bilhassa Yiğitcan Erdoğan ile geliştirdiğimiz dostluğa müteakip ilk aklımdan geçen şey “ben de Geekyapar için bir şeyler yazmak istiyorum” cümlesi olmuştu vakti zamanında. Elbette sadece bu düşünceyle kalmadım, beni bunun yanı sıra Geekyapar’a yazmaya iten bir diğer unsur da “ben Geekyapar’a yazıyorum” demenin bence kulağa hayli havalı geliyor olmasıydı –tıpkı dövme sanatçısı olmak gibi, ama bu tamamen farklı bir konu.

Her neyse hikayenin bu kısmını fazla uzatmadan konuya geçmek gerekirse uzun zamandır ne hakkında yazabileceğim konusunda pek bir fikrim yoktu çünkü Geekyapar’a bir yazı yazmanın söz konusu başlık hakkında fazlasıyla birikim gerektirdiğinin farkındaydım. Açıkçası yazmaya hevesli olduğum bir çok konuda da bu birikim eksikliğimden dolayı birkaç kelam etmeyi fazla cesur bulmuştum. Ta ki üyesi olduğum Dark Horse Digital’dan o malum mail gelene kadar: “Fight Club 2 – Now available!”

Üniversite yıllarını hardcore Palahniuk fanı olarak geçirmiş bir çizgi roman meraklısı olduğumdan “Fight Club 2”, üzerine yazı yazmak için tam da aradığım kalifikasyona sahip olduğum bir konuydu.

Gelelim konuya. Olan bitenden hiç haberi olmayan arkadaşlar için önce küçük bir özet geçelim. Efendim malumunuz üzere Chuck Palahniuk, 1996 tarihli bir X jenerasyonu yeraltı edebiyatı şaheseri olan Fight Club (Dövüş Kulübü)’ın pek yetenekli yazarıdır. Ama eminim çoğunuz bu yapıtı 1999’da David Fincher tarafından hayata geçirilen sinema uyarlaması ile tanıyorsunuz. Eğer öyleyse de bence hiçbir sorun yok keza benim gibi büyük bir Palahniuk hayranı için bile, sinema uyarlaması orijinalinden daha iyi olan nadir romanlar kategorisinde Fight Club üst sıralarda yer alır. Bu, Fight Club romanının vasat veya zayıf bir roman olmasından değil, filmin kitabın atmosferini ve enerjisini hiç bozmadan üstüne inşa edebilecek çok daha başka dahiyane fikirler üretmiş olmasındandır. Yoksa roman hala çok iyi bir roman yani.

Fight Club

Konu şu ki, geçtiğimiz günlerde, Fight Club’ın yayınlanmasından 19 sene sonra “Fight Club 2” bir çizgi roman eseri olarak, çoğunlukla Hellboy ve diğer Hellboy spin-off’ları ile üne kavuşan Dark Horse tarafından görücüye çıkarıldı. Bu eser hakkında konuşmadan önce biraz Chuck Palahniuk’un Fight Club’tan bugüne gelene kadar neler yaptığından biraz bahsetmek istiyorum.

Palahniuk’un işlerini titizlikle takip edenlerin bileceği üzere kendisi uzun yıllardır sevenleri için büyük bir hayal kırıklığı olma kariyerinden hiç ödün vermedi. Aslına bakarsanız bu adam, bibliyografisinde “dört büyük kitap” olarak anılabilecek ve birbirini takiben ortaya koyduğu Fight Club (Dövüş Kulübü – 1996), Survivor (Gösteri Peygamberi – 1999), Invisible Monsters (Görünmez Canavarlar – 1999) ve benim de şahsi favorim olan Choke (Tıkanma – 2001) döneminden sonra kendisini “The One And Only Chuck Palahniuk” yapan mojodan nasibini çok da almış eserler ortaya koyamadı.

Çünkü bu dört kitabın bazı ortak özellikleri vardı ve bunlar Palahniuk’a şahsına münhasır karakterini veren şeylerdi. Yaşadığı jenerasyonun sesi olan bir anti-hero, zekice bir kara mizahla süslü eğlenceli dil, tokat gibi çarpıcı çıkarımlar, edebiyat kokmayan net aforizmalar, çirkinlik ve vahşeti korkusuzca ama bir o kadar da estetik bir biçimde kullanma yeteneği, hayatla ve kapitalist dünya düzeni ile ilgili ufuk açan fikirleri, size tertemiz bir biçimde meramını anlatmayı başaran güçlü hikayeler ve tabii ki şok edici plot twistleri.

fightclub2cover_geeksandcleats

İşte bunların hepsinin bir arada ustaca harmanlandığı romanlardı bu dördü. Ama daha sonrasında bu elementlerin kombinasyonlarını kullanarak bir nevi formülize ve kendisinin karikatürü olan romanlar yazmaya başladı. Bu dönemi takiben yazdığı Lullaby (Ninni – 2002) ve Diary (Günce – 2003) görece daha sevimli ama fikir olarak neredeyse içi boş, hikaye kurgusunda asla sizi afallatmayan ufak dönüşlerin olduğu ve zorla da araya sıkıştırılmış bir kaç sert sahnenin bulunduğu, “keyifle okunan” romanlardı ki bu tabir Palahniuk gibi yazarlar için asla pozitif bir eleştiri olamaz.

Haunted (Tekinsiz – 2005) ve Snuff (Ölüm Pornosu – 2008) benim gözümde yalnızca “dur ulan aşırı sert yazayım da yaşlandı demesinler” gibi bir yardım çığlığı iken ikisinin arasında yazdığı Rant (Çarpışma Partisi – 2007) ise başarısız bir “ulan ben istesem yine Fight Club yazarım nedir ki sonuçta,” şeklindeki , başyapıtının altında ezilen yazar sendromu idi.

Aradaki diğer non-fiction eserleri konuyla alakalı olmadığı için es geçiyorum ama ne yalan söyleyeyim bu noktadan sonra yazdığı Pygmy (Pigme – 2009) ve Damned (Lanetli – 2011)’ı okumadım bile. Ama okuyan çok güvendiğim arkadaşlarım değişen hiçbir şeyin olmadığını söylediler. Aranızda bundan da daha sonra yazdıklarını okuyup da beğenenler varsa tavsiyelerinizi beklerim.

Chuck Palahniuk’un kariyerindeki bu çalkantıların sebebi tartışılır. Çoğu büyük sanatçının kırklarına yaklaştıkça azalan kreatif nosyonlarının geride bıraktıkları altın çağlarının baskısı altında ezilmesiyle de ortaya çıkan bocalama mı, yoksa yaşlandıkça kaybettiği devrimci ateşin yerini diğer garipliklerle doldurarak ikame etme çabası mı bilemeyiz. Ama şu bir gerçek ki son on dört senedir bu cepheden yüzümüz gülmedi.

Gelelim bugüne. Fight Club 2’nin yazılacağını dahası bunun bir çizgi roman olacağını tabii ki yayınlandığı gün öğrenmedik. Bir kaç aydır Palahniuk’u A.B.D.’nin bütün comic-con’larını köşe bucak dolaşıp PR yapıp imza dağıtırken görüyorduk zaten. Ama tüm bu turne içerisinde, fikir beni çok heyecanlandıramadı. Halbuki heyecanlanmam için bütün gerekli elementler mevcuttu. Chuck Palahniuk bir ÇİZGİ ROMAN yazıyordu birincisi. Hem de Dark Horse’dan çıkarıyordu. Bir Hellboy ve Umbrella Academy hastası olarak bu önemli bir şeydi benim için. Heyecansızlığımın büyük bir nedeni tabii ki az önce bahsettiğim “peh, zayi ettiniz güzelim kariyeri, bu kariyer buradan toplanmaz artık” şeklindeki küskün tavrımdı.

İkincisi ise bence en iyi şöyle özetlenebilir: FIGHT CLUB 2 mi? Kımooon! Yani lise-üniversite yıllarınızda veya çocukluğunuzda kutsal saydığınız bir takım kültlerin olduğu gibi olduğu yerde bırakılması taraftarıyım her zaman. Yani bu bağnazlık mı bilemiyorum ama istisnalar dışında –misal bu istisnalara en güzel ve en yakın örnek, bakınız Mad Max: Fury Road– bu tip fikirlerin çok da sağlıklı sonuçlar ortaya çıkardığını görmedim.

fightclubsequel_page1.0

Yakalayanlar bilirler, Fight Club, aynı yıl beraber yayınlandıkları Matrix ile birlikte benim jenerasyonum için bir aydınlanma anı idi. Yaşadığımız materyalist dünyanın içimizdeki bitmek bilmez manevi açlığı doyurmak için nasıl yetersiz olduğunu, üstüne üstlük bu doygunluğu yakalamamız için gerekli yollardan da bizi var gücüyle alıkoymak için orda olduğunu, bütün bir dünya olarak çirkin bir düzenin ve tuzağın ortasında olduğumuzu olabilecek en dahiyane ve estetik şekilde tam anlamıyla büyüleyerek anlatan filmlerdi.

Onlar artık “başarılı” veya “nitelikli” sinema filmleri değildi. Onlar bizim için artık bir kültürdü, bir anlayıştı. Bir isyanın, içsel bir başkaldırışın sembolüydü. Siz ne düşünürsünüz bilemem ama ben bu büyüklüğe erişmiş sanat eserlerinin artık üreticisinin malı olmaktan çıktığını düşünürüm. Artık bütün bir jenerasyonun hayatının belli bir döneminin büyük bir parçası olan şeylerle sırf o sizin eseriniz diye oyuncak gibi oynamamalısınız. İşte FIGHT CLUB 2 başlığını görünce ağzımdan ister istemez bir “abi yapma hayır yaaa,” nidasının dökülmesinin sebebi buydu.

Hepsi bir yana “2” nedir ya “2”? Yıl olmuş 2015, sequel’e “2” adını vermek neymiş? Her neyse konumuz bu değil.

Peki neden? Nasıl karar verilmişti böyle bir şeye?

Palahniuk bu konuyla ilgili The Verge isimli internet sitesine bir demeç vermiş. Meğer bu projenin başlamasında tanıdık sürpriz isimler rol oynamış. En yakın dostlarımdan biri olarak tanımladığı gerilim romanı yazarı Chelsea Cain, Chuck’a haber vermeden çok sevdiği çizgi romancı dostlarıyla bir yemek tertip etmiş. Bu yazarlar da kim mi dersiniz? Daha en son Yiğitcan’ın “Marvel’ın son on yılda çıkarttığı en iyi çizgi roman” başlığıyla incelediği Hawkeye’ın da aralarında bulunduğu bir çok önemli Marvel eserinin yazarı Matt Fraction ve tanıtmak için çok da bir şey söylemem gerektiğini düşünmediğim Brian Michael Bendis. Yani Palahniuk’un ne kadar umurunda olmuştur bilemem ama arkadaşımla yemeğe gidiyorum deyip bu isimleri karşımda görsem dizlerimin bağı çözülür oturup ağlardım herhalde.

İşte o yemekte bu abiler girmişler bizim Chuck’ın kanına. “Neden çizgi roman yazmıyorsun?” buyurmuşlar. Tabii başından beri söz konusu olan Fight Club’ın devamıydı diyor Palahniuk. Bu noktada bütün saygım bir kenara “aferin Bendis çok iyi düşünmüşsün” diyerek kendisine bir alkış gifi yollamaktan kendimi alamıyorum.

Neticede öyle veya böyle bu iş ortaya çıkmış.

Böyle uzun bir girizgahtan sonra gelelim işin kendisine. İnbox’ımda yazının başında bahsettiğim maili görünce tabii ki hemen indirdim. Palahniuk’un yanına kattığı isimler de umut vaat ediciydi. Çizimlerini, bir çok irili ufaklı Dark Horse, Vertigo, Marvel, DC işlerinde adını duyduğumuz genç yetenek Cameron Stewart yapmıştı ama beni ondan daha çok heyecanlandıran isim renklendirmeci Dave Stewart idi. Dave Stewart ilk çıktığı günden bu yana, çizerleri arada sırada değişmiş olsa da Hellboy’un asla değişmeyen renklendirmecisiydi ve bana göre Mignola ile birlikte Hellboy’un sahip olduğu garip ve tekinsiz atmosferin mimarları arasında iki numaralı adamdı. Zaten Mignola da bütün Hellboy spin-offları bir yana yeni alameti farikası Baltimore’da dahi kaideyi bozmamak üzere bu arkadaşı asla yanından ayırmamıştı.

Şimdi bu yayınlanan ilk sayının ardından öncelikle sadece fikir sahibi olmak isteyen arkadaşlar için kısaca olaydan bahsedip sonra spoiler kısmına geçebilirim. Ama şimdiden söyleyeyim, sonuçta bu uzun bir serinin daha ilk sayısı olduğundan vereceğim spoilerlar da öyle dünyanızı şaşırtacak cinsten değil ama yine de tabii siz bilirsiniz.

fight-club-2-cover

Bismillah giriş sayfasında “ARE YOU SPACE MONKEY MATERIAL?” şeklinde bir testle başlıyor çizgi roman. Hani şu “d” ler çoğunluktaysa vs vs… tarzında olanlardan. Tabii ki sayının içinde böyle bir sonuçlarını kontrol etme kısmı yok ama az çok anlıyorsunuz şıklardan.

“4. Do you get out of the shower to take a leak?

a.Yes

b.Why?”

Sorusu sanırım bu testi kısaca özetlemeye yeterli. Ben eğlenceli ama çok da gerekli olmayan bir şey gibi gördüm. Altında da “Hey kids!” diye başlayan bir kısım var ki zaten başlangıç cümlesi bile beni irrite etmeye yetti, özetle şöyle diyor: Eğer günlük hayatınızda sağa sola “TYLER LIVES” veya “RIZE OR DIE” yazıp fotoğraf çekip bilmemne mail adresine yollarsanız Chuck abinizden kaptınız imzalı Fight Club’ı, hadi gene iyisiniz keratalar!

Yani şimdi bu küçük yazının bile bahsetmiş olduğum emanete hıyanet tedirginliğimi onaylar nitelikte olduğunu hissedip çizgi romanı okumaya geçiyorum.

Hikaye orijinal Fight Club hikayesini bıraktığımız günden on yıl sonra başlıyor. Marla Singer ve kahramanımız evlenmiş. Kahramanımız kendine bu günlerde Sebastian diyor. İşi gücü var ve geçtiğimiz on yılı, ilk bir kaç senesi akıl hastanesinde olmak üzere psikiyatrik ilaç tedavisi eşliğinde geçirmiş ve böylece Tyler Durden’ı hayatından çıkarmayı başarmış. Marla ile birlikte dokuz yaşında bir erkek çocukları var ve çocuk bütün gününü odasında köpek pisliğine işeyip üzerine güherçile ekleyerek ev yapımı bomba üretmeye çalışarak geçiriyor. Evlilikleri çok kötü gidiyor çünkü Tyler Durden’a aşık olan Marla, Tyler’ın ortadan kalkmasıyla açığa çıkan ezik ve görece normal karakterimizden nefret ediyor. Bu yüzden de yine günlerini kiliselerdeki çeşitli hastalıkların destek gruplarına korsan olarak girip sigara içerek geçiriyor. Bunlar hikayenin ilk bir kaç sayfasında anlatılan girizgah.

Spoiler vermeden işin tamamı ile ilgili hislerime gelecek olursak…

Evet daha hikayenin ilk cümlesinden itibaren güzel bir Chuck Palahniuk tadı hissediliyor. Yani açıkçası tedirgin olduğum başka bir konu Palahniuk’un naratif ustalığının çizgi romanın görece kısıtlı yazınsal narasyon elverişliliğinde kaybolup kaybolmayacağı idi. Bu olmamış. Sevdiğimiz, alıştığımız Palahniuk anlatımı yine kendini hissettiriyor. Onun dışında hikayenin şu ana kadarki kısmı benim yüzümü güldürmedi. Açılıştaki “hey kids!” vakasından da yaşadığım kıllanmayı haklı çıkaracak bir biçimde sanki bu iş “haydi yeni nesilleri Fight Club ile tanıştıralım” bakış açısı ile yapılmış biraz zayıf bir iş gibime geldi.

Öncelikle bir sequel olarak hikayeyi yepyeni bir boyuta taşımak adına hiçbir şey yapmıyor. Sanki “aradan on yıl geçmiş olsa aynı Fight Club hikayesini nasıl yazarız?” sorusuna bir cevap niteliğinde gibi şimdilik. Öyle ki dediğim gibi, her ne kadar biz o tanıdığımız karakterlere konduramasak da, Marla Singer ve Sebastian evlenip çoluğa çocuğa karışmış olmasına rağmen Marla Singer’ı yine bir destek grubunda sigara içerken tanıyoruz. Marla Singer on yılda şuncacık değişmemiş. Hatta ve hatta ana karakterimizin ağzından “with insomnia, everything feels like a copy of a copy of a copy,” cümlesi bile birebir kullanılmış. Yani bu sevimli bir gönderme olarak da algılanabilir belki ama işin geneline baktığımda bana öyle gelmiyor.

chuck-palahniuk-fight-club

Bunun yanında David Fincher’ın 99’da, Chuck Palahniuk’un bazı noktalarda devrimci sayılabilecek anlatımını sinema diline aktarırken kullandığına benzer bir takım zekice hamleleri Cameron Stewart da yeni hikayeyi çizime aktarırken başarıyla uygulamış bence. Örneğin hikayenin gidişatına göre sanki sayfanın üstüne ilaç veya gül yaprakları saçılmış etkisi yarattığı hatta bazı noktalarda bu öğelerin yazıların bile üstünü kapattığı hareketler bence gayet yenilikçi. Ama dediğim gibi söylem olarak ilk eserden hiçbir fark yok. Hatta bilakis bütün karakterlerin ağzından yer yer ilk hikayedeki bir çok cümleyi bile aynen duyabiliyorsunuz. İkea göndermeleri falan bile aynı öyle diyeyim.

Bir diğer canımı sıkan mevzu da, Tyler Durden ve Chaos Project kavramlarının, dünyaya ve daha önemlisi okuyucuya/izleyiciye bir şey anlatmak ve bir farkındalık yaratmak amacıyla şiddete başvuran karakterlerinden çıkıp (girişteki testin de desteklediği bir şekilde) dünyayla veya hassasiyetlerle hiçbir bağı olmadan sadece yıkmak ve yok etmek güdümlü alt metinsiz villianlara dönüşmüş olması.

Sonuç olarak, hayatımızda Fight Club veya Chuck Palahniuk diye bir şey olmasaydı ve bu sıfırdan yazılmış bir orijinal hikaye olsaydı “oha lan noluyor?” bile diyebilirdik. Ama maalesef ki var. Ve maalesef ki bu başlıkta yapılan bir iş için beklentimizi göklere çekecek isimler bunlar. Elimizde şimdiye kadar bu beklentiyi karşılayacak bir malzeme var mı? Asla! Tıpkı tahmin ettiğim gibi Fight Club’ın suyunun suyu bir iş var elimizde. Ha ben tabii ki seriyi takip etmeye devam edeceğim. İlerleyen günlerde bu dediklerimi utandıracak bir şeyler ortaya koyarlarsa bundan en çok ben mutlu olurum, burada da gelir tükürdüğümü yalarım. Ama şu tabloya bakacak olursak bu oldukça uzak bir ihtimal gibi görünüyor.

Şimdi, “ya ben sanırım bunu okumayacağım aga bana bi deyiver ne oluyor hikayede?” diyenler için dev spoiler hizmetime geçiyorum, çizgi romanı okumak isteyenler bu noktada ayrılabilirler.

fclub-p2

Özetle şöyle oluyor abi: Meğer Tyler Durden hiç yok olmamış. Sebastian’ın psikiyatristi de dövüş kulübü üyesiymiş ve Sebastian haftada üç kere olmak üzere bu adama her gittiğinde doktor Sebastian’ı hipnotize edip Tyler Durden’ı ortaya çıkarıyormuş. Öyle ki bu on yıl içinde Tyler Durden bu seanslar esnasında bulduğu vakitlerde dünya çapında bir ev yapımı bomba devine dönüşmüş. Ülkelerdeki hem hükümet karşıtı oluşumlara silah satıp onların içlerindeki dövüş kulübü üyelerine terörist eylemler düzenletirken bir yandan da hükümetlere yasa dışı bomba satışı gerçekleştiriyormuş. Marla’nın da aynı minvalde Tyler Durden’ı uyandırmaya yarayan bir keyword’ü varmış ve bunu her söylediğinde Sebastian Tyler Durden’a dönüşüyormuş ve Marla’nın özlediği seksi yapıyorlarmış.

Bu bölümün sonunda Tyler yeniden Sebastian’ın bedenini ele geçirmeye karar veriyor ve sonucunda oğlunun ölümüne yol açan bir yangın çıkarıyor evde. Nasıl ki ilk filmde sahip olmakla en çok övündüğü şey olan evi ve eşyalarını kaybetmesi onu uyandırdıysa bu kez de çocuğunu kaybetmesinin aynı etkiyi yaratacağını düşünüyor çünkü. Bu bölüm de burada bitiyor.

E yani, ne denir buna?  Bence kelimesi belli: Meh!

Author

3 Comments

  1. Raşit Kaya Reply

    Valla müthiş bir analiz yazısı olmuş. Sen sıkı bir Chuck okuyucusu olduğun için belki meh geldi ama bence olabilecek en doğru devam ettirme methodunu uygulamışlar. Ama dediğin gibi hikaye ilkine paralel şekilde ilerleyecek, evren büyümeyecekse okunmaya değmez.

  2. Batuhan Açıkgöz Reply

    Üstat sen model grubunda değil miydin?Yoksa isim benzerliği mi?Bu arada yazıya bayıldım.

Batuhan Açıkgöz için bir cevap yazın Cevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.