Çizgi romanın en büyük güzelliği maliyetinin düşük olmasıdır. Ne yaparsan yap eninde sonunda elinde kalan şey belli miktarda kağıt ve mürekkep. Bitti. Eğer yazarın ve çizerin emeğini göz ardı ederseniz diğer hikâye anlatma yollarından çok daha ucuza mal ediliyor çizgi roman. Sonuçta kullanılan materyal belli. Maneviyatı, yazarın kişisel hayatını bir kenara bırakınca elimizde belli bir sayfa adedi ve bu sayfaların üzerindeki boya kalıyor, o kadar.

İstediğiniz kadar karakteriniz olsun, istediğiniz kadar çok mekânda, istediğiniz kadar uzun bir hikâaye anlatın, basılı sanat sizi sıkıntıya sokmuyor. Cebinizi rahatsız etmiyor, düşük mâliyetle kâr marjı fena olmayan bir iş çıkıyor ortaya. Neyi nasıl anlatacağınıza dair size bir rahatlık ve güvence veriyor. Ama sinema ve televizyon mesela, size bu rahatlığı sağlamaz. Sinema ve televizyon demek her yeni sete, her yeni karaktere, her yeni sahneye fazladan para vermek ve oturup uzun uzun maliyet hesabı yapmak demek.

Eğer yatırımınızın karşılığını alamayacaksanız o işe en başından girişmezsiniz. Yani önce çizgi romanın, kitabın çıkması; müthiş bir hayran kitlesi oluşturması; para getireceğinin garantisini vermesi tesadüf değil. Yazar, çizer orada hem yönetmen, hem kostüm tasarımcısı hem de dekor danışmanı görevinde sonuçta. Göstermenize gerek yok, her küçük detayın ekranda yer kaplamasına da gerek yok, anlatsanız yeter.

Bazen büyük şirketler bu çizgi romanın ya da kitabın başarısını görünce ‘Tamam,’ diyebilirler, ‘saniyeye 25 tane kare çizmenize/çekmenize yetecek parayı, seti veriyorum.’ İşte o zaman biz geekler için hem heyecan hem de korku dolu bir bekleyiş başlıyor. Ortaya kaynak materyale hem sadık, hem de kaynak materyalin üzerine bir şeyler ekleyen özgün bir iş çıkabilir, biz de afiyetle yeriz. Buraya kadar güzel. Ancak bazen ortaya çıkanın kötülüğünden, bayağılığından ötürü uyarlamanın varlığını unutmaya çalışacağımız işler çıkar. Neredeyse her hayran kitlesinin sırtına saplanmış böyle bir hançer vardır.

İlk kez “Animasyon Spider-man filmi geliyor” denildiğinde ortaya neyin çıkacağını tahmin etmek mümkün değildi. Seçenekler sonsuz, ortada geniş bir evren var, her şeyi anlatabilirler sonuçta. Sıradan bir animasyon film ile bize yine Peter Parker’ın hikâyesini anlatabilirlerdi, hatırlamak istemeyeceğimiz türden bir şey de çıkabilirdi ortaya hani. Neyse ki bunların hiçbiri olmadı, bize içinde toplam altı farklı evrenden altı farklı örümcek adamı, kadını, domuzu kapsayan; başrol olarak da Miles Morales’i sunan müthiş bir film çıktı ortaya. İçerik olarak alınan bu kararlar kadar, biçim olarak da çok cesur fikirler var ortada. Çünkü takdir edersiniz ki Spiderman: Into the Spiderverse, animasyon olarak ne öncüllerine ne de ardıllarına hiç benzemiyor. Peki, niye bu kadar güzel ve özgün animasyonu?

Çünkü benzerlerinin aksine bu filmde animasyon gerçekçi durması amacıyla kullanılmıyor. Bugün çıkan animasyonlar gerçekçi olmak için garip bir savaş veriyor, animasyonun gerçeği taklit için değil, kendine has stiliyle gerçeği yansıtması için kullanıldığını unutuyorlar. Oysa bir çizgi roman uyarlaması olarak sinemaya gidip izleyebileceğiniz bir çizgi roman olmak istiyor bu film. Amacı gerçekçi olmak değil, görsel olarak zengin olmak. Özgün ve şık olmak, hareketli bir çizgi roman olmak adına başvurduğu altı tane de yol var. Şimdi başlık başlık bakacağız bunlara.

Bir Çizgi Romanmış Gibi Basım Hataları

Bir, eski çizgi romanlarda boyanın taşması sık görülen bir şey. Bazen iki farklı renk birbirine giriyor, boya akıyor, tabii bunu bir animasyon filmde arkaplanda kullanırsanız acayip şık bir şey çıkıyor ortaya. Nesne uzaktaysa sadece bulanık görünmüyor, renkleri taşıp karışmış ya da üst üste gelmiş gibi duruyor. Ya da tıpkı yine çizgi romanlarda olduğu gibi bir alanın baştan başa boyanması yerine küçük noktalarla boyanması tekniği. Bunu renkli basım bir sürü şeyde görebilirsiniz aslında.

Jack Kirby Teknikleri

Başka ne var? Jack Kirby çizgi romanlarda çizdiği renkli, uzun dalgalar halinde salınan kabarcıkları ile ünlü. Filmde de kabarcıklar pek çok kez görülüyor, sahneye hem kaos hem de güç etkisini çok iyi veriyor. Super Collider ne zaman çalışsa ve atom altı düzlemde ne zaman bir şeyler olması gerektiği gibi gitmese etraf renkli baloncuk şölenine dönüyor. Yapımcılar da isteklerine kavuşuyorlar aslında, filmi herhangi bir karede durdurunca çerçeveletip duvara asma isteği doğuyor insanda.

Sert Hatlar

Üç boyutlu karakterlerin üzerine koyu çizgiler çizip kıvrımlı hatlar çekmek cesur bir şey. Yine animasyonda olmayan ama çizgi romanın doğasında bulunan bir teknik bu. Örümcek hisleri devreye girerse karakterin kafasının etrafı kıvrımlı çizgiler ile doluyor ya da ne zaman biri yüzünü buruştursa alnında kırışıklıklar beliriyor. Açıkçası duyguyu ve hissiyatı vermenin çok temiz bir yolu.

Bulanıklaştırma Yok

Başka bir teknik de çizgi filmlerde ve nispeten eski animasyonlarda bulunuyor. Çizgi filmlerde, özellikle eski çizgi filmlerde, bir iş hızlı yapılınca bulanıklaşmaz. Daha yeni animasyonlarda ise hız demek bulanıklık demektir, doğrusu daha yumuşak bir geçiş sağlıyor olabilir.

Ama Spiderverse’te biri elini hızlıca sallarsa aynı karede aynı anda iki el görülebilir demek bu, bulanıklaştırmak yerine, aynı kareye aynı nesneden birden fazla çiziyorlar. Çizgi roman gibi hareketsiz bir formatta da biri kafasını hızlıca sağa sola salladığında örneğin, kişinin iki farklı yöne bakan iki farklı kafası olur.

İllüstrasyonlar ve Konuşma Baloncukları

Tüm sahneler yeterince şık ve stilistik durmuyormuş gibi, kimi zaman animasyonu kesip basbayağı bir illüstrasyon koyuyorlar sahneye. Biri arabanın üstünden sıçrasa, bir yerden düşse ekranda iki boyutlu, neon renklere boyanmış bir resim getiriyorlar, hemencecik de gözümüzün önünden kayboluyor bu çizim. İki boyutlu bir illüstrasyonlar yerine üç boyutlu modellere baktığımızda bile onlara verilen dokuların gerçekçi değil, çoğu zaman çizgi ve noktalamayla oluşturulduğunu görüyoruz.

Ve en önemlisi, tıpkı bir çizgi roman gibi kimi zaman konuşma baloncuğu açıyor, Miles ne zaman çığlık atsa koskocaman harflerle ekranda kayıyor söyledikleri, aklından komik bir şeyler geçirse tüm düşünceleri gözümüzün önünde patlıyor. Sanki seslendirme yapılmıyormuş biz de duymuyormuşuz da çizgi roman okuyormuşuz gibi hissettiriyor kimi zaman.

Saniye Başına Çizilen Kareler

Son olarak, karakterlere saniye başına farklı sayıda kare vermeleri kadar basit ama zekice bir yöntem olamaz. Miles’ın, Peter’ın ve diğer karakterlerin birbiriyle karşılaştırıldığında çok daha farklı hareket etmesine, tek sahnede hepsinin bambaşka görünmesine ön ayak oluyor bu yöntem. Hem hepsinin karakter tasarımları da farklı, biri tamamen siyah-beyaz ise öbürü mangaya benziyor, biri zarif hatlarla çizilmişse öbürü tombul bir çizgi film karakteri. Hem saniye başına farklı sayıda karelerle çizildiklerinden hem de müthiş farklı tarzlarda tasarımlara sahip olduklarından bütün karakterler sıradışı ve kendine özgü geliyor.

Tek bir saniyenin üzerinde haftalarca çalıştıkları, iki yüze yakın animatörün mesai yaptığı şu film, animasyon dünyasında çok başka bir kapıyı araladı bence. Bir de animasyon piyasasına bir şeyler anımsattı, gerçeğin sıkıcı bir kopyası yerine görsel olarak çok daha doyurucu ve zengin yapımlarla, beklenmedik kararlarla da istenilen gişe rakamlarının yakalanılabileceğini gösterdi. Görsel olarak bu kadar yenilikçi ama bir o kadar da nostaljik ve geleneksel olmasının yanında bir de bu kadar iyi bir kurguya sahipken, gönüllerimizde taht kurmaması çok saçma olurdu Spider-man: Into the Spiderverse’ün.

Author

İstanbul'da yaşıyor, buraya yazacak havalı bir şey de bulamadı. @charles_bourbaki

1 Comment

İbrahim K. Demirsoy için bir cevap yazın Cevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.