Assassin’s Creed IV: Black Flag, bir devam oyunu! Önce bunu aradan çıkartalım.

Ne Demek Devam Oyunu?

edward_kenway_pampa

Bir devam oyununun sahip olduğu tüm güdüklüklere, tüm sıkışıklıklara sahip bir eser. Her devam oyununun yaptığı gibi “devam oyunu” konseptini sorgulatan bir çalışma. Bundan kaçamıyorsunuz.

Oyunu yargılarken Assassin’s Creed serisiyle olan önceki tanışıklığınızı dışarıda bırakamıyorsunuz. Edward‘ı istemsizce Ezio ile kıyaslıyor, Havana‘nın yanına Halep‘i, Blackbeard‘ın yanına Benjamin Franklin‘i koyup ölçüyorsunuz boylarını. Devam oyunlarının problemi bu ve yapımcılar bu mehfumun suyunu sıkmaya devam ettikçe böyle kalmaya devam edecek. Sezar’ın hakkı Sezar’a, Assassin’s Creed serisinin tutumu belki de bu konuda en tazeleyici olanlardan bir tanesi. Aynı karakteri konu alan oyunlar bile coğrafyayı aynı tutmuyorlar. Ama bu sefer de hepsini bağlayan o ortak “gerçek dünya” teması sorun oluyor.

6 Oyun Oldu, Hala Animus Anlatıyor!

Yine Ubisoft‘un gereksiz bir “oyunun oyun kısımlarını açıklama” sevdası var mesela, “Bak” diyor bize oyun, “benim arayüzüm var ya, aslında Animus’un arayüzü! Animustan çıktığın zamanki arayüz de senin tabletin! Düşman vurunca can kaybetmiyorsun, desenkronize oluyorsun! Yani oyun olduğumu unut oynarken, aslında Animus’tasın!”, diyor. “Ee” diyoruz biz de,  “ama ben hâla kendi Xbox kolumdaki butona basıyorum?”. Evet, oyunun bunları sizin kendinizi kaptırmanız için yaptığının farkındayım, fakat o süreci oyunun mecburen “oyun” olan kısımları kırmasın diye gösterilen çabanın asıl o süreci paramparça eden şey olduğunun da Ubisoft farkında olmalı. Çok mu uzattım? O zaman tüm bu sıkıntıların asıl işaret ettiği şeyi tek bir soru cümlesi hâline getireyim:

Assassin’s Creed serisinin ikinci bir Rönesans’a ihtiyacı var mı, yoksa her şey hâlâ yolunda mı?

Black Flag Banner

Mevzu şu, Assassin’s Creed serisi ikinci oyunuyla kaçmaya çalıştığı “tekrar eden mini oyunların hikâye aralarını doldurması” formülü tarafından geri yakalanmışa benziyor.

Renk Kodlu, Etiketli, Güzelce Katlanmış Görevler

İlk oyunda en büyük problemimiz yedi sekiz mini oyunu her bölgede yapıp, suikastçibaşımızdan tüyü aldıktan sonra hikâyenin dişe dokunur kısmına erişme sistemiydi. Bu sistemin yerinde yeller esiyor şimdi ama yerine getirilen şey aslında temelinde hiç farklı değil.

Bu sefer de üç orta boyutlu oyun mekaniğine bağımlıyız: Takip Et, Öldür veya Ulaş. Oyun bunları net bir şekilde etiketleyip kategorize etmekten hiçbir sıkıntı da duymuyor üstelik. Kırmızı noktayı öldürüp, mavi noktaya ulaştığınız, yeşil noktayı da takip ettiğiniz bir mekanizma bu, sekmiyor, sekmemesi sizi yer yer boğuyor. En esnediği noktalar hedefinizin bir adamın ölümüne ihtiyaç duymadığı görevlerde gerçekleşiyor, o zaman da seçenekleriniz “Kapkaç yap” / “Öldür cesedini yağmala” ikilemine sıkışıyor. Oyunun bu noktada artık bir dokunuşa ihtiyaç duyduğu kesin; aynı şekilde bu dokunuşun senelik oyun çıkarma mantığıyla yapılamayacağı da.

Denizciliğin Tadını Alacaksınız! “Way, Hay and Up She Rises!”

Fakat yapılan şeyin, ya da şeylerin de üstünü çizip sadece buna odaklanmak mümkün değil. Assassin’s Creed IV: Black Flag seriyi çok sevdiği çatı katlarından kökten ayırmaya en yaklaşan oyun olmuş. Önceki oyunlardaki en büyük problemlerden biri sizin damdan dama atlarken hissettiğiniz akıcılık, hız ve keyfin savaş anlarında (gizlilik veya düpedüz açık çatışma tercihinizi gözetmeksizin) ciddi bir biçimde kesiliyor olmasıydı. Black Flag‘de de böyle bir sıkıntı mevcut olsa da çok gözünüze batmıyor. Zira çoğunlukla daha farklı bir viteste hareket ediyorsunuz. Binalar arasında hoplayıp zıplamanın hızı değil, açık denizde yol almanın sükutu, kararlılığı oyunun belirleyici hızı olmuş artık.

Oyunun ciddi bir bölümü karada geçiyor, ama bir o kadar ciddi bir bölümünün de denizde geçiyor olması, karayı artık ana mekân görevinden azat ediyor. Karada geçirdiğiniz her an “mola” gibi gelmeye başlıyor. Küçüklüğümün Sinbad hikâyelerini çok hatırlattı bana bu. Sinbad o hikâyelerde hep denizdeki maceralarından döner, yerleşik hayatta sıkılıp, tekrar yelken açmayı isterdi. Siz de bir noktadan sonra öyle hissediyorsunuz.

Ne küçük koyunuz, ne de Havana, Nassau gibi yerler ilginizi çekiyor, siz bir an önce karadaki işinizi bitirip yeni maceralara atılmak üzere demir almanın hayalini kuruyorsunuz. Aynı gerçek bir denizci gibi. Evet, oyun aynen sizi gerçek bir denizci yapıyor.

Black Flag 2

Çünkü Deniz İhtimallerle Dolu…

İlk defa bir Assassin’s Creed oyununda kendimi benden daha büyük bir şeyin parçası, bir şeye ait gibi hissediyorum. İlk defa bu seriye mensup bir oyunda bir şeyleri keşfetmek istiyorum. Sadece en yüksek yere tırmanıp manzaranın tadını çıkarmak değil, rüzgarın götürdüğü yere gidip, alakasız bir adaya demir atıp, o adanın gizemlerini çözmek istiyorum. Önceki hiçbir oyunda yan görevlere zerre önem vermemiş olan biri olarak mürettebatımla (ekran başında, kendi gerçek şahsım olarak) birlikte söyleyeceğim şarkıların peşinden koşmak, Maya gizemlerini çözmek, define avı peşinde koşmayı istiyorum. Gerçekten istetiyor bunları size oyun. Aynen Sid Meier’s Pirates! gibi, The Legend of Zelda: Wind Waker gibi, açık denizin sonsuz ihtimalleri, bağımsızlığı çağrıştıran bir yanı var. Assassin’s Creed IV: Black Flag‘in bu konuda başarılı olması çokça Assassin’s Creed III‘te temelleri atılan gemi kontrolüne bağlı, biraz da dönemini çok isabetli seçmiş ve yansıtmış olmasına. O dümenin başında bir hortumun yaklaştığını görmek; başınızı eğip en az zararla atlatmak için dua ediyor olmak yani oyunun size o korkuyu yaşatıyor olması sadece ve sadece çok doğru seçilmiş ve doğru uygulanmış kamera yerleşimine bağlı. Etrafı görecek kadar geniş ve geminin içinde hissedecek kadar yakın bir açıdan bakıyorsunuz. Denge burada inanılmaz tutturulmuş.

“Tehlikeli ödülleri seviyorsun, orası kesin…”

Peki bunları yapan siz misiniz, yoksa Edward mı? Yani Edward‘ı kendinizle özdeşleştirebiliyor musunuz? Ortada Mass Effect gibi “Shepard ama senin Shepard’ın” diyebileceğimiz bir durum yok. Edward tamamen kendi Edward‘ı. Fakat Connor‘dan çok daha sevilesi bir karakter olduğu kesin. Her şeyden önce Assassin tarikatıyla münasebeti çok daha organik başlıyor. Connor‘ınki gibi çabucak geçilen ve damakta yarım yamalak bir tat bırakan bir köken hikâyesi yok Edward‘ın. Connor kadar kendini ciddiye alan bir sureti de yok. Edward‘ı daha sempatik buluyorsunuz, çünkü Connor‘ın aksine, Edward‘ı sadece geçmişinden dolayı ettiği bir öç yemini tanımlamıyor. Çok daha tahmin edilemez bir karakter Edward. Tahmin edilemez her karakter gibi bir sonraki hareketinin ne olacağını bilme isteği sizi ona ve hikâyeye bağlıyor.

Black Flag 3

Ürün Değil, Oyun Olmak

Herhalde senelik çıkan devam oyunları arasında en az “ürün” olan oyun Assassin’s Creed IV: Black Flag. Evet, çokça yerine adeta Samsung‘un Galaxy S5‘i çıkartmadan önce yürütmüş olabileceği mantıkla yaklaşılmış. “Şunu nasıl düzeltiriz,” “Şu alanda nasıl daha iyi bir kullanıcı deneyimi sunabiliriz?” gibi. Fakat aynı zamanda oyuncuları alıp, daha önce pek hissetmedikleri şeyleri hissedebilecekleri bir yerlere götürmeyi de amaçlamışlar. Ve o yere gidiyorsunuz, inanın bana.

Gittiğiniz yeri beğenmeyebilirsiniz, ama oyun sizi oraya götürüyor.

O geminin dümenine koyuyor ve siz define peşinde koşan; hiçbir şehre, köye, kasabaya nihai hedef olarak bakmayıp, sadece geçici limanlar muamelesi yapan; mürettebatıyla son ses şarkı söyleyip, kasırgalara göğüs geren bir denizci, bir korsan oluyorsunuz.

Nassau‘nun bağımsızlığı size çekici geliyor, krallardan nefret ediyorsunuz. Bir sonraki maceranızı düşünüp, varış noktasını değil, yolculuğu seviyorsunuz.

Oyun sizi kendi bedeninizden çıkartıp, Edward Kenway‘in bedenine sokuyor. Bunu yaparken harika tasarlanmış şehirler, adalar ve ince detaylarla kopmanızı engelliyor. Yorulduğunuzda aktif dinlenme adına yapabileceğiniz yan aktiviteleri daha çekici ve gerçekten de dinlendirici bir hâle sokuyor. Animus’un dışarısı bile artık daha merak edilesi bir dünya (ama o meta olma tutkusuna hatırlatın, bir başka yazıda değinelim).

TL;DR

Assassin’s Creed IV: Black Flag serinin ikinci bir Rönesans’ı mı? Hayır ve eğer senelik oyun çıkarma sisteminde ayak direteceklerse böyle bir şey yapabilmesi mümkün değil. Ama sizi alıp bir yerlere götürüyor ve hiç tecrübe edemeyeceğiniz şeyleri tecrübe ettirebiliyor mu? Bunu yapıyor. Bunu yapan oyun benim kitabımda iyi bir oyundur. Başka lafa gerek yok.

Author

Yalnız olduğunu düşünen, ama bunun uzun sürmeyeceğini bilen bir adam. Bir gün Kaliforniya'nın yeşillikleri uğruna Arizona'daki evini terk edip gitti, geri dön çağrılarına da kulak vermiyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.