Büyük gecikmelerle de olsa, nihayet Onikinci Doktor’un adamakıllı ilk macerası ile ilgili bir şeyler yazmamız gerektiğini hatırladık. Zaten sezon finali, 50. Yıl bölümü, Noel bölümü, rejenerasyon bölümü derken normal bir macera peşinde koşan doktoru özlemişiz. Pek sevgili ve haşin doktorumuzla birlikte bu sefer bir Dalek’in içine gidiyoruz – ama bu dalek biraz değişik bir dalek

p025c520

Peter Capaldi’nin muhteşem olduğunu belirterek bu yazıya başlıyoruz. Siz kusurumuza bakmayın, bu konuda epey taraflıyız – zaten Doctor Who üzerine haftalık bir köşe tutan bir site olarak, yeni Doktor konusunda tarafsız olamazdık. Ama yine de Peter Capaldi’nin performansına ne derece hayran olduğumuzu bilmenizi istiyoruz, zira bu aralar DW üzerine ne zaman düşünmeye başlasak aklımız bu hayranlığa kayıyor, dizideki (Capaldi’den kısmen bağımsız) tatlı değişimler gözümüzden kaçıyor.

Evet, dizideki değişimler dedik. Doctor Who değişiyor, dönüşüyor, ve bu yeni bir şey de değil. Hatta hatta tarihi 50 seneyi aşmış bir dizi için mecburi bir şey.

Modern dönem Doctor Who’su her şeyden çok yeni ortamlar, yeni maceralar ve tatlı karakterler üzerinden açık ve temiz anlatılan bir eğlence tandansında bir çizgi tutturmuş, 2005’ten beri bu çizgiden çok ayrılmadan gidiyordu. Evet, zaman zaman korku anlatılarına kayıyor, zaman zaman sürprizler yapıyordu, ama genel sınırından öyle çok çıkmıyordu. Birbirinden farklı ama hepsi de bu çizgiye uygun bir dizi Doktor’un varlığı da bunu çok doğal kılıyordu doğrusu.

Oniki’yle birlikte ise, Doktor’un sert, sivri ve tehditkar havasına, gizeme bulanmış bir gidişat eşlik edecek gibi duruyor. Hoş, henüz sadece iki bölüm izledik, o yüzden minör maceralar hakkında bir önyargıda bulunmak için biraz erken sayılabilir. Öte yandan bundan sonra dizinin böyle bir eğilime sahip olacağını tahmin etmekten kendimizi alamıyoruz, zira daha bir sene öncesine kadar ortalıkta olmayan bir yığın bilinmez, artık dizinin bütün bir sezon, hatta belki sezonlar boyunca sürecek olay örgülerinin temelini oluşturuyor.

p025c52c

Daha önce orada burada bir anlığına gözüken bir Bad Wolf yazısı, bir boyada çatlak, bir ekranda Rose kafası kadar düşük profilde olan, ve olsa olsa “Bu ne ki şimdi?” hislerine gark ettiren mini mini gizem örgüleri, yerini artık yüzünün nereden geldiğini anlayamayan (bu yüzden yeni sert kabuğunun altında kendini belki de hiç olmadığı kadar kaygılı bulan) bir Doktor’a, sürekli Doktor’un karşısına çıkıp da sonra ölüölüveren bir Clara’ya, Doktor’un yüzünden (ya da diğer bir yorumla, Doktor için) ölenleri kendi yanına toplayan ve nereden çıktığı belirsiz bir Missy’e bıraktı. Bunların yanında, daha hafiften hafiften ilerleyen bir cyborg/robot teması var (ilk iki bölümde Clockwork’ler ve Dalek’lerle uğraşan Doktor’un üçüncü bölümde de robotik bazı meselelerle haşır neşir olacağını fragmanda gördük, daha öte spoiler vermemek için detaya girmiyoruz) – onun da bir önemi olup olmayacağı, nasıl bir yere bağlanacağı meçhul.

Dizinin son bölümü Into the Dalek ile ilgili birkaç şey demek gerekirse (ki gerekiyor, pek çok sebepten ötürü), her şeyden öte yeni elemanımız Danny Pink’in ne kadar çabuk ve efektif bir şekilde seyirciyle tanıştırılmasının, bir de üstüne karakter gelişimine doymamasının akılda kalıcı olduğunu belirtmek gerek. Toplam belki beş altı dakikayı aşmayan bir süre dahilinde Danny’nin eski bir asker olduğunu, insan hayatına kıymakla ilgili dertleri olduğunu, yere bakan yürek yakan sanılıp aslında beceriksizin alası olduğunu öğrendik. Clara’yla tanışmasıyla bu beceriksizliğinin bir anda önemsizleştiği, belki de uzun süre sonra pek dahili his ve düşüncelerini rahatlıkla paylaşabileceği birine kavuştuğu bir döneme giren Mr. Pink, tropesever ama klişelerden arınmış bir karakter. Bu haliyle bir Moffat karakteri için pek sıradışı değil, ama en azından anarşik tandanslı bir güçlü kadın karakter değil kendisi – zira onlardan elimizde çok var.

En nihayetinde Oniki’nin yeni usulü olduğu üzere acımasız ve pragmatik davranışlarını izlediğimiz, yöntemlerini yadırgayıp sonuçlarını takdir ettiğimiz bir macerayı anlatan, ve uzun süre sonra ilk defa Dalek’leri baştan belli bir başkötü olarak değil, anlatı şaşırtmacası olarak gördüğümüz bir bölümdü Into the Dalek. İyilik, kötülük, güzellik gibi kavramları pseudofelsefi seviyede irdelendiği anlar, bir ihtimal kuşların öttüğü işsiz güçsüz bir bahar sabahında aklınızı meşgul edebilir bir gün; fakat bu onları ne dizinin, ne de bölümün etkileyici anlarından biri yapmıyor ne yazık ki.

p025c52d

Bu hafta bir yığın bürokratik, profesyonel ve kişisel yükümlülüklerden ötürü, bu yazıyı gerçekten çok geç yayınladık. Bu vesileyle haftalık Doctor Who köşesinin bundan sonra Çarşamba günleri yayınlanacağını duyurur, ileriki bölümlerin yazılarını gereğinden geç değil erken yayınlama umuduyla bu yazıyı bitiririm. Beni beklerken kendinize kıyıp cennete indiyseniz Missy’e selam söyleyin, ve ne kadar gizemli bir durum içine düştüğünüzü unutmayın.

Author

Oyun tasarlar, yazar, garip sesler çıkarıp müziğini yapar.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.