Geçtiğimiz günlerde Netflix’in Avusturya menşeli dizisi Freud, izleyiciyle buluştu. İlgilisi olduğum için dizinin üzerine abartısız çullandım ve bir oturuşta bitirdim; bu açıdan teşekkürler, tüm sezonu bir anda yayınlayan Netflix’e gidiyor. Malum evden çıkmamamız gereken günlerdeyiz o yüzden sizlerin arasında da Freud ismini duyunca bir meraklananlar veya izleyecek bir dizi arayanlar varsa diyerek ivedilikle inceleme başına oturuyorum.

Başlıkta muhtemelen yazıyor olacaktır ancak sarih olması için bir kez daha söyleyelim; yazıda spoiler bulunmayacak. Gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz.

Adettendir, dizinin ne anlattığıyla ilgili konuşalım. Dizi, isminden de belli olduğunu düşündüğümüz şekliyle Sigmund Freud’un gençlik hayatını ve ilk çalışmalarını konu alıyor. İsminden belli olmayan ancak açıklamalarında verildiği şekliyle ise genç Freud, 1900’lerin başlarında, geliştirmekte olduğu yaklaşımları ile Viyana polis teşkilatına cinayetlerin çözümü için yardımcı oluyor. Buraya kadar olan kısımdan yola çıkarak bu dizinin bir dönem dizisi olduğunu, içerisinde psikolojik öğeler barındırdığını ve yer yer de polisiyeye yaklaştığını söylemiş oluyoruz sanırım. Ancak dizinin bunların haricinde bir de temelde kaynağını okültizmden alan fantastik boyutu var ki bunlar zaman zaman gerilim sağlıyor. Ne oldu şimdi son tahlilde? Fantastik-polisiye-psikolojik-gerilim-dönem dizisi gibi bir şey sanırım.

Dizinin ismi Freud dolayısıyla psikolojik çıkarımlar ve konuşmalar beklemek çok normal. Nitekim bölüm isimlerinde yer alan histeri, totem ve tabu, regresyon, katarsis gibi kavramlar, Freud’un yazına kazandırdığı çalışmalarından geliyor ve dizinin genel örgüsünde de bazen birebir bir alıntı bazen de karşılaşılan bir sembol olarak bunlarla karşılaşıyorsunuz. Ama bir kerede söyleyelim, bu diziyi bir biyografik belgesel izleyeceğim diye düşünerek açacaksanız ya da bilimsel gerçekler üzerine şekillenen bir hikâye umacaksanız en kısa zamanda bu düşünceden vazgeçin. Çünkü daha ziyade Freud, çevresi ve üzerinde çalışma yaptığı konularla ilgili referanslardan yola çıkılarak oluşturulmuş tam bir kurgu var elimizde. Bu dizinin kötü olduğu anlamına gelir mi? Bence hayır çünkü dizi, Freud kısmını bir sefer atlatırsanız en azından son birkaç bölüme kadar gayet sürükleyici bir hikâye sunuyor.

Sürükleyiciliğinin iki temel sebebi var, birincisi fantastik öğeler ve okült imgelerin kullanımı; ikincisi ise zaten tabiatından gizemli gelen faili meçhul cinayetler. Dizi, bu ikisini, psikanalitik kavramların potasında eritmiş. Bir noktaya kadar da bence başarılı olmuş bu eritme işleminde çünkü dizi boyunca yaşanan bir şeyin fantastik olduğuna karar verdiğinizde size rasyonel bir çözüm yolu sunuyor ya da tam tersi, tam bir şeyin rasyonel temellerini çözdüğünüze kanaat getirdiğinizde size arka planda daha fantastik şeyler olduğunu düşündürtüyor. Dışarıdan bakıldığında rasyonel görünen her şey, çoklu kişilik bölünmesi yaşayan birinin nazarında irrasyonel oluyor; dizi de size bu iki bakış açısını gerek çekimleriyle gerekse de oyuncularıyla geçiriyor.

Dizinin polisiye tarafı öyle aksiyonu yüksek kovalamacalar yahut acayip dövüş sahneleri değil. Aslına bakarsanız ortada azılı seri katille yapılan akıl oyunları falan da yok. Daha ziyade bunların olduğu zamanlarda bilinçaltında olan biteni açıklama çabası baskın. Bu açıdan dizinin tonu, izledi iseniz The Alienist’e çok fazla benziyor. Fantastik tarafı ise Penny Dreadful’u andırıyor dersem çok yanılmış olmam sanırım. Fakat bu iki örneği, bir önceki paragrafta söylediğim şeyler ışığında düşünün. Dışarıda olan insan için The Alienist, içeride olan insan için Penny Dreadful havası var. Genel itibariyle izleyiciyi yakalamaya yönelik tutan formüller içerisinde –kanlı cinayet çözelim ama doğaüstü güçler falan olsun formülü– iki taraflı bir yaklaşım kullanılması biraz daha özgün bir durum denilebilir.

Dönem tarafı ise dizi için benim en zayıf bulduğum kısımdı ki bunda dönemi temsil eden karakterlerin yazımının da katkısı olduğunu düşünüyorum. Malumunuz, dizinin geçtiği yıllar, imparatorlukların yıkıldığı ve ilk büyük dünya savaşının gerçekleştiği zamanlar. Viyana’dayız, Avusturya-Macaristan gibi büyük bir imparatorluğun iki parçasının ortasında kalmış bir yerdeyiz. Dizide de zaten olay örgüsü, Avusturya ve Macaristan’ı temsil eden karakterler üzerinden ilerliyor. Fakat bir ipte de bir cambaz oynar şimdi, dürüst olmak lazım. O dönemin Viyana’sından bahsederken hem entelektüel hayatı Freud üzerinden hem siyasi hayatı polis teşkilatı ve Avusturya ordusu üzerinden hem de birtakım fantastik maceraları Macar tarafı üzerinden göstermeye kalkınca, psikolojik rahatsızlıkların işleneceği bir sekiz bölümde bu yükü taşıyamayabilirsiniz. Nitekim öyle de olmuş. Genel olarak akademik çevre daha başarılı gösterilmiş, diğer kısımlar ise biraz doldurma kalmış. Hatta diğer kısımlar hafiften havada duruyor.

Başarılı bulduğum noktalardan biri de oyuncu seçimi. Başrol Robert Finster, üzerine biraz yaş eklersek Freud’a gerçekten benziyor; bu dediğim Freud’un gerçek hayattaki arkadaşlarından biri olan tıp eğitimli yazar Arthur Schnitzler için de geçerli. Aslına bakarsanız dizi, genel anlamda oyuncularını Freud’un entelektüel çevresinde bulunan kişilere benzetmekte başarılı olmuş. En azından işin bu yönüne kafa yormuşlar diyebiliriz. Fakat hikâye kısmında ne Freud için ne de esinlenilen diğer karakterler için aynılarını söyleyemem çünkü dediğim gibi izlediğimiz şey tam bir kurgu.

Mecbur muydu benzetmeye derseniz onun cevabı da hayır; bir uyarlama ne görünüş itibariyle ne de hayat hikâyesi itibariyle esinlenilen kaynağa benzemek zorunda değil. Adı üzerinde uyarlama yani, bu noktada bir dönemin ünlü düşünürlerini efkârlara gark eden Lou Salome’yi ismen alıp Freud’un hastası Fleur Salome ismiyle yeniden kurgulamakta rahatsız edecek bir şey yok. Fakat işte dizinin adı Freud olunca insanlar, oluşan beklentiden ötürü biraz garipseyebiliyor. Bir de üzerine karşılaşılan karakterlerin hepsinin Freud’un çalışmalarında değindiği bir rahatsızlığı temsil etmesi gibi durumlar eklenince tuz biber oluyor. Yani adamın çin aslanı köpeğine kadar diziye koyup sonra da aşırı alakasız bir şeyler anlatınca insanlara çok da kızmamak gerekiyor sanki.

Bir dizide semboller ve aşırı bir yorumlama faaliyetine girilecekse bu dizinin kesinlikle ismi Freud olan bir dizi olmasını beklersiniz değil mi? Ben de dizinin başına oturduğum ilk andan itibaren heyecanla okumaya, anlamaya gayret ettiğim Freud külliyatından bilgilerimi geri çağırmaya başladım. Kendi kendime oturduğum yerden, her bölüm içinde gördüğüm köpekli tablolar ve kokain reçetelerinden, çözüm yolunda karşılaşılan halk efsanesinin Freud’un çalışma alanlarına yansımasına; ensest ve çocuk cinselliğinden, dizide gerçekten bir totemin belirmesine kadar bol bol üzerine konuşacak şey biriktirdim.

Fakat bunların hepsi, bir spoilerlı incelemenin konusu olabilirdi. Dizi ise kendine bu açıdan o kadar net bir yatırım yapmamış diye düşünüyorum. Açıkça belli ki Freud’u ve etkilerini biliyorlar, dizinin içine bunları asla cimrilik yapmadan yerleştirmişler ama tamamen buraya yoğunlaşmak istememişler. Onun yerine gizemli bir hikâyeyi, arkada referanslar vererek anlatmışlar. Daha net açıklamak gerekirse bu dizideki psikolojik unsurları Freud’un kuramları ile açıklamak neyse, başka herhangi bir psikolojik unsuru Freud ile açıklamak da aynı şey. Bu noktada da dizide gördüğümüz şeyleri Freud’un bir çalışmasına bağlayacak olmak geçerliliğini kaybediyor bence.

Netice olarak Freud, fantastik cinayet çözme hikâyelerini sevenler için sürükleyici bir dizi olmuş. Oyuncular başarılı, senaryo da “Aman aman neler oldu!” dedirtmiyor ama bir-iki şeyi kabul ederseniz onlar dışında tutarlı. Bahsettiğim bu bir-iki şey de dizide gerçek psikolojik rahatsızlıklar ya da teknikler ile bunların yansımasından çıkan hayali kurguyu birleştirirken, nedense, işi mistik tarafa daha çok yanaştırmaları olmuş. Farklı türlere uyarlanmaya müsait, tutan bir formülü -bakınız Penny Dreadful, Forever, The Alienist, Carnival Row– farklı bir şekilde işlemek çekici fakat zayıf kaldığı yanların da ikinci sezonda ya budanması ya da üzerine daha iyi bir şekilde eğilinmesi gerekiyor diye düşünüyorum.

Hepsinin toplamında oturayım, çok derin kaygılara gark olmayayım ama değişik bir şeyler izleyeyim diyorsanız; fantastik unsurlar hoşunuza gidiyor ve bunları da psikolojik referanslar eşliğinde bir cinayet hikâyesinde görmekten zevk alırım diyorsanız Freud, sizlik bir dizi. Ama yok, ben ayakları yere basan derinlemesine psikolojik çözümlemeler görmek istiyorum, katili ararken onun bilinçaltına bürünmek istiyorum ya da Freud gibi bir kuramcının hayat hikâyesini, tüm çıplaklığıyla izlemeyi bekliyorum derseniz dizinin başından çok mutlu ayrılmayacaksınız. Freud isminden gelen bir fikirle dizinin başına hiç değilse bir Hannibal bekleyerek oturup The Alienist ile karşılaşıyorsunuz. Bu da temelde kötü bir şey değil, The Alienist de güzel bir diziydi ama dizinin adı Freud olmasaydı, bastıra bastıra “Freud’un dizisi” denmeseydi daha mutlu izleyebilirdik. Siz ne dersiniz?

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

2 Comments

  1. Merhabalar, Freud’un içinde kendini ispatlamaya çalıştığı psikoloji üstadlarından ve onların görüş açılarıyla olan mücadelesinden hiç bahsetmemişsiniz ki en önemli unsurlardan biri budur. Bilinçaltı gibi soyut bir kavramın adını dahi ağızlarına alamadıkları bir ortamdan bahsediyoruz ki dönemine göre devrim niteliğinde kavramlardan bahsederek büyük bir mücadeleyi göze almıştır. Bölümlerin alt metinlerine ve sahnelerin işlenişlerine baktığımda çokta sağlam işlemişler. Mistik ögelerin o dönemler denendiğinden şüphem yok tabiki bunlar kanıtlanamaz olduklarından yani en azından sonuçları fantastik tasarımlar olarak kalacaklardır. Ama dönemin cehaleti ve yokluğunu anlatmak içinde çok güzel olduğunu görüyorum. Bazı şeyler filme girerken form değiştiriyor özellike dizi olduğunda anlatım biçiminde sürükleyiciliği yakalamak için saçma biçimlere değişebiliyor. Hipnoz yapmayı denerkenki gibi. Ve serinin sonuna doğru çok güzel bir mesaj veriyor; İntikam almak çözüm değil, geçmişle barışmak ve affetmek bize iyileştirir. Bilinçaltında intikam için bekleyen hikayeleri temizlemek için o döneme trans seanslarla yolculuk yapılır ve hikayenin bizde bıraktığı duygusal izler temizlenir. Bu hem ezoterik öğretilerde hemde son dönem psikoloji çalışmalarında mevcuttur. Dizide yoğun derecede psikoloji okurlarının anlayabileceği öğe alt metinde detaylarıyla işlenmiş olduğunu gördüm. Oyunculuk performanslarıda çok başarılı. Kokainin fruedu bu yoğun psikozlardan kurtulmasına yardımcı bir öğe gibi işlenmiş olduğunu gördüm. İncelemeniz güzel olmuş emeğinize sağlık.

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      Merhaba, detaylı yorumunuz için teşekkür ederim. Spoilersız bir inceleme olduğu için çok fazla detay vermedim fakat söylediklerinize katılıyorum zaten istisnasız her bölümde bir bilinçaltı kavramına ya da Freud’un çalışmalarında üzerinde durduğu bir sembole rastladık. Freud öncesinde psikolojik sorunların fiziksel bir durum gibi ele alınmasında temelsiz bir inat edilmesi gibi durumlara ve Freud’un bunları farklı bir bakışla ele almadaki başarısının işlenmesinde haklısınız nitekim yazıda “dönemin akademik ortamını” yansıtmanın dizinin asıl başarılı tarafı olduğunu söylerken bunları kastetmiştim. Öte yandan “mistik deneyim” meselesinin, elbette dizinin saikleri açısından, bilimsel temelden daha yoğun olduğunu düşünüyorum hala. Bu da kötü bir şey değil, neticede izlediğimiz bir dizi, bir kurgusal üretim. Ben diziyi çok sevdim, bu bakımdan da spoilersız olarak bu diziden bir Freud biyografisi beklenmemesi gerektiğini anlatmaya çalıştım çünkü insanlar başlıkta Freud görüp içerikte başka bir şey görünce, yoktan yere diziyi yerden yere vurabiliyorlar. Yorumunuz için tekrar teşekkür ederim!

Meltem Deniz Doğan için bir cevap yazın Cevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.