House of the Dragon başladığından beri, dizilerde çok alışık olmadığımız zaman atlamalarından sıklıkla bahsediyoruz. Daha önce altı ay ve iki yıl gibi sürelerle iki kere zaman atlaması yapan dizimiz bu sefer on yıllık bir zaman atlamasıyla karşı karşıya bıraktı bizi ve sevdiğimiz karakterlerin, hatta onları canlandıran oyuncuların değiştiğini gördük. Bana göre Game of Thrones evreninin bir özeti sayılabilecek bu bölümde sevindik, üzüldük, nefret ettik, sinirlendik; kısacası bir sürü duyguyu aynı anda yaşadık. Her zamanki gibi çok fazla vakit kaybetmiyor ve hemen House of the Dragon’un “The Princess and the Queen” isimli altıncı bölümünü spoilerlı olarak incelmeye başlıyorum.

Bu Kadınlar Kim?

The Princess and the Queen bölümünün ilk şoku tabii ki bir anda karşımızda on yıl yaşlanan ve üçüncü çocuğunu doğurmak üzere olan yetişkin Rhaenyra’yı görmemizle gerçekleşti. Milly Alcock yerine Emma D’Arcy’nin canlandırdığı yetişkin Rhaenyra’yı görünce artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anladık. Nedense fragmanlarda duyduğumuz “Kraliçe bebeği görmek istiyor“, cümlesindeki ‘kraliçe’nin Rhaenys olacağını düşünmüş ve Rhaenys’in, gelinine eziyet etmek için böyle bir istekte bulunduğunu zannetmiştim. Fakat gerçek, çok daha acımasız çıktı.

Rhaenyra ile Alicent arasında on yıl önce başlayan gerginlik, karakterlerin yetişkinliklerinde iyice artmış. Geçtiğimiz bölüm, yani on yıl önce, en yakın arkadaşı Rhaenyra’ya sonuna kadar güvenen ve bu uğurda babasına bile sırtını çeviren Alicent, Criston Cole’dan öğrendiği gerçekler doğrultusunda Rhaenyra’ya sırt çevirdi ve artık onun en büyük düşmanı oldu diyebiliriz. Aradan geçen on yıl boyunca Viserys’e yeni çocuklar doğuran Alicent, tahtın varisi sorgulanamayacak bir biçimde Rhaenya’yken babasının tavsiyelerine uyarak, oğulları Aemond ile Aegon’u kral olmak için hazırlamaya ve bunun için kulis oyunları yapmaya başladı bile.

Öte yandan Laenor ile mutlu evliliğinden(!) üçüncü çocuğunu kucağına alan Rhaenyra ise Alicent’in kendisine uyguladığı baskıları büyük bir başarıyla göğüslüyor gibi duruyor. On yıl boyunca aynı çatı altında beraber yaşayan Rhaenyra ve Alicent ikilisi, bölüm içerisinde gösterilen Küçük Konsey tartışmalarını birçok kez yaşamış olmalılar. Birbirlerine güç gösterisi yapmaktan hiçbir zaman geri durmayan ikilimizin arasındaki bağlar tamamen kopmuş. Öyle ki Sör Harwin Strong’un Kral’ın Şehri’nden ayrılması üzerine Rhaenyra, ilerde çok pişman olacağı bir karar vererek Laenor’un ona söylediği “Akıllı denizci fırtına toplanırken kaçar” sözünü tekrar ederek Ejder Kayası’na çekildi.

Sana Ne Desek Az Criston!

George R. R. Martin’in övecek birçok meziyeti var fakat benim en sevdiğim özelliği, etiyle kemiğiyle nefret edeceğimiz kötü karakter yaratabilmesi. Hem de bu karakterleri fantastik canavarlardan, cehennemin en karanlık diplerinden çıkan iblislerden falan üretmiyor, bizzat insanlığın içindeki karanlığa bakıyor. Bu bölüm de yine nefret edeceğimiz yeni bir karakter verdi bize: Sör Criston Cole!

Daha bir bölüm önce Rhaenyra’ya aşkını itiraf eden, daha doğrusu sırf bir Beyaz Pelerin olarak ettiği yeminlere sadık olamadığı için suçluluk duyarak Rhaenyra ile diyarı terk etmek isteyen Criston, bu bölümde ise Rhaenyra’nın karşısında yer alan Alicent’ın yanına geçti, hatta bununla da yetinmeyip bir de Rhaenyra’ya küfretti. Hani bölüm içerisinde Harwin Strong, Criston Cole’u hallaç pamuğuna çevirmese, hiçbirimiz o gece uyuyamayacaktık. Neyse ki Harwin Strong hepimizin duygularına tercüman oldu ve bir nebze olsun içimizin yağları eridi. Fakat Criston Cole’a sinirleneceğimiz günler bitmedi hatta daha yeni başlıyor.

Daemon’a Huzur Yok…

House of the Dragon başladığı günden beri herkesin gözü kulağı Daemon Targaryen ve Matt Smith’in üzerindeydi. Yaptığı her hareket, söylediği her sözle Westeros’ta olay olmayı başaran Daemon, Rhaenyra ile Laenor’un düğününde damadın kız kardeşi Laeana’yı gözüne kestirmişti. Bu bölümde ise ikilinin evlendiğini ve iki kız çocuğa sahip olduğunu görüyoruz. Her ne kadar dizide anlatılmasa da abisi Viserys’in rızası almadan yapılan bu evlilik yüzünden Laena ile Özgür Şehirler’e uçan Daemon’un aradan geçen zamanda durulduğunu görüyoruz.

Zira kendisini abisinin varisi ve tahtın bir sonraki sahibi olarak görse de hem Alicent’in Viserys’e doğurduğu erkek çocuklar hem de hâlihazırda tahtın varisi ilan edilen Rhaenyra’nın çocukları, Daemon’u taht sırasında oldukça geriye itiyor. Taht için verdiği hak mücadelesinin imkânsızlığını gören Daemon da mutlu olmadığı ama en azından rahat bir yaşam sürdüğü Özgür Şehirler’de zamanını geçiriyor. Yine de hepimiz onun böyle bir hayata uygun olmadığını biliyoruz. Bunu ilk fark eden de eşi Laena oluyor ve ona artık Westeros’a geri dönmeleri gerektiğini söylüyor.

Heyhat! Ne yazık ki kader buna izin vermiyor ve Laena, üçüncü çocuğunu doğururken öleceğini fark ederek ejderhası Vhagar’a, onu öldürmesini emrediyor. Bu sahneden sonra aslında Daemon’un, çatıda kızlarıyla konuşarak, onlardan akıl istediği ve annelerinin yasını paylaştığı, oldukça duygusal bir sahneye şahit oluyoruz fakat yapımcılarımız, bölümde bu sahneyi kesmeyi tercih etmişler. Bana soracak olursanız çok yanlış bir karar olmuş bu. Keşke biraz da olsa Daemon’ın insani yanını görebileceğimiz böylesi bir sahneyi izleme fırsatı bulsaydık. Eğer öyle olsaydı gelecekte karakterin yapacaklarına karşı çok daha duygusal bir tepki verebilirdik.

Hepimiz biliyoruz ki Daemon, günlerini oturup yas tutarak geçirecek biri değil. Bana göre bu bölüm, Daemon’un karakterinde küçük bir kilometre taşıydı. Bu bölümden sonra Daemon, münzevi aile yaşamına bir son vererek yeniden tüm Westeros’ta adından bahsettirecek işler yapmaya devam edecek.

Ah Bu Stronglar…

Bu zamana kadar Westeros’ta birçok haneyi gördük. Kimimizin favorisi Starklar’dı, kimimizin Targaryenlar kimimizin ise Lannisterlar… Fakat House of the Dragon ile birçoğumuzun favori haneler listesine yeni üyeler katıldı. Geçtiğimiz bölümde Laenor ile Rhaenyra’nın düğününe yaptıkları girişle Velaryonlar benim gözde hanelerimden biri oldu. Bu bölüm ise Stronglar, hem bizi hem de tüm Westeros’u etkileyecek eylemlerde bulundular.

Dizinin başından beri Viserys’in doğru kararlar vermesine yardımcı olan Lord Lyonel Strong’un, Otto Hightower’ın ardından Kral Eli olarak görev almasının ardından Stronglar, King’s Landing’e iyice yerleştiler. Lord Lyonel Strong’un iki oğlundan biri olan Sör Harwin Strong, Altın Pelerinliler’in başına getirilirken kardeşi Larys Strong, “Fısıltıların Efendisi” olarak görev yapmış bunca zaman.

Sör Harwin Strong’un, Criston Cole’u hallaç pamuğuna çevirmesi bir yana dursun Rhaenyra’ya gerçek bir sör gibi yaklaşması, duruşu, gülüşü ve mimikleriyle bizi bir anda kendisine hayran etti. Ve bunu yapmak için de tek bir bölüm yetti ve arttı bile. Öte yandan Harwin’in kardeşi Larys ise çevirdiği entrikalar sayesinde bize eski güzel Game of Thrones günlerini hatırlattı. Her ne kadar kendisini bariz sebeplerden dolayı sevemesek de diziye büyük bir renk kattığını inkâr etmek yanlış olur.

Kimi Sevdiysek Gitti

Hani dedim ya bu bölüm Game of Thrones’un kısa bir özeti gibiydi diye, bunu da Game of Thrones’un alametifarikalarından biri olan “sevilen karakterleri öldürme” taktiğini uygulayarak kanıtladı. Önce Daemon’un eşi Laena, sonra da Criston Cole’dan hepimizin intikamını alan Sör Harwin Strong bu bölümde terk-i diyar eyledi ve hepimizi yasa boğdu. Sadece bir bölüm içerisinde bu karakterleri bize hem çok sevdiren hem de ölümleriyle bizi çok üzen House of the Dragon dizisi, karakter yaratmadaki başarısını bir kez daha gösterdi.

Bu ölümlerin arasında Laena’nın doğumu ve sonraki intihar kararı üzerine konuşulacak pek bir şey yok. Öte yandan Larys Strong’un, babası Lyonel Strong ve abisi Sör Harwin Strong’u öldürmesi oldukça büyük bir olaydı. Her ne kadar Larys, bu şekilde Alicent’a bir iyilik yapmış gibi gözükse de Westeros’un en güçlü kalesi Harrenhal’a sahip olan Strong ailesinin tek ferdi olarak, babasının ve abisinin ölümünden sonra Harrenhal Lordu unvanını kazanması, Larys’in yine sadece kendi çıkarlarını gözettiğini düşündürüyor. Öte yandan Rhaenyra ve Alicent arasında çıkacak bir taht kavgasında da tarafını çoktan seçtiğini kanıtlıyor. Bundan sonrasını yine tarih anlatacak.

Foreshadowing Olmadan Olmaz!

Yalan söyleyemeyeceğim, House of the Dragon dizisinin, Game of Thrones’un aksine gerçekleşen tarihi olayları anlatması, dizi içerisinde yapılan foreshadowingleri çok daha kolay yakalamamızı sağlıyor. Böyle küçük detayları yakalayınca da insan ister istemez mutlu oluyor. Bu bölüm de House of the Dragon yapımcıları, geleceğe dair ufak bir detay vermekten kaçınmadılar. Eğer dizinin geleceği hakkında en ufak bir detay bile öğrenmek istemiyorsanız görselden sonrasını okumayın. Diğerleri benimle gelsin.

Alicent’in oğlu Aemond annesine, abisi ve kuzenlerinin bir ejderhası olmadığı için onunla dalga geçtiklerini anlatırken, arka planda Helena’nın bir böcek hakkında kendi kendine yorumlar yaptığını görüyoruz. Annesi, Aemond’a “Senin de bir gün ejderhan olacak” dediği sırada Helena, “Ama bir gözünü kapatması gerekecek.” diyor. Her ne kadar Helena bu yorumu elindeki böcek için yapmış gibi gözükse de aslında gelecekte Aemond’un ejderha sahibi olurken bir gözünü kaybedeceğine işaret ediyor.

Böylece House of the Dragon’un altıncı bölüm incelemesini de tamamlamış olduk. Siz nasıl buldunuz bölümü sevgili dostlarım? House of the Dragon size göre nasıl gidiyor? Yorumlarınızı bekliyoruz.

Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.