Arrow kötülemeye başladığında ilaç gibi gelmişti the Flash. Hem taze bir kan olmuştu, hem Arrow’un ağır buhranlarından arınmıştı, hem de çizgi roman referanslarıyla falan gönlümüzü çalmıştı. O da trende uyup bu sezonuyla cıvıtmaya başlayınca gözlerimiz taze bir şeyler ararken Legends of Tomorrow fikri ortaya çıktı. Fikir çok cazip olmasa da “Neden olmasın?” dedik. Sonuçta şimdiye kadar en azından ilk sezonlarıyla tatmin edici sonuçlar doğurmuş bir aileye yeni bir dizi katılıyordu. Bakış açınıza göre fikir size güzel de görünebilirdi, baştan olmadı da diyebilirdiniz. Peki bakalım sonuçta ortaya ne çıktı?

Öncelikle temelini Time Masters’dan alması artı puandı. Flash’la başlattıkları zaman yolculuğu kavramını DC külliyatında bir sürü örneği olan hikayelerle bezeseler ortaya iyi bir şeyler çıkabilirdi. Ama yazarlar o kadar kötü yollara soktular ki kendilerini, dizinin her bölümü mantık hatalarıyla, senaryo açıklarıyla doldu. En büyüğü ise ana konudaydı zaten. Tüm bu görev Rip’in ailesini kurtarmak -yani zaman akışı için önemli bir şeyi değiştirmek- amacıyla yapılıyordu ama ne hikmetse bütün planı kolayca halledebilecek bir fikir ortaya çıktığında “Aman yapmayalım, zaman bozulur” açıklamasını getiriyorlardı. Öyle olunca daha baştan hikayeden kopmuş oluyordunuz. Bu kolay kaçış dizinin her yerinde vardı. Savage’i öldüremiyoruz, çünkü ölümsüz, illa en deneyimsizimizin öldürmesi lazım, Savage’in yerini bulamıyoruz, niye, zamanda iz bırakması lazım falan, filan…

dc-s-legends-of-tomorrow-dc-specials-trailer

Bu yetmezmiş gibi artık imzaları haline gelmiş olan karakter buhranları, ergen aşk dramaları, dizi klişeleri falan da daha ilk sezondan baydı. Hatta bunu o kadar abarttılar ki sırf “ölmek üzere olan yakışıklı adamın güzel kız tarafından öpülmesi” klişesini kullanabilmek için dizinin tek lezbiyen karakterine adamı öptürdüler. O “Carter benim kaderim ama seninle evleneyim Ray” hikaye arkına girmiyorum bile. Bir de bir kaç bölüm önce öğrendiğimiz şeyi, bir kaç bölüm sonra yeniden öğrenmemiz gerektiği kısımlar var ki, en sabırlı izleyiciyi bile zorladı. Firestorm ikilisinin iki bölümde bir farklılıklarını kenara koymaları, Hawkgirl’ün iki üç kere içindeki gücü keşfetmesi falan bir yerden sonra fazlasıyla baydı.

Elinin altında zaman makinesi olan bir ekibe göre dizinin temposunu bir türlü ayarlayamadılar. Acele bir şeyler yapılması gerektiğinde gereksiz karakter dramalarıyla tempoyu düşürmeleri, aslında çok hızlı hareket etmeleri gerekmeyen noktalarda -zaman makinen var en fazla bir kaç dakika geriye gider yine yetişirsin- yapmacık bir aciliyet hissi, son dakika kurtarmaları falan koydular, ki hiç olmadı. Dizinin kesinlikle plansız yazıldığı, üzerine çok düşünülmediği çok aşikardı. Halbuki zaman yolculuğu zaten karışık bir konsept, haydi ben yaptım diye yapılabilecek bir şey değil, hakikaten her boşluğu düşünmek, mantığını güzel oturtmak lazımken, biraz aceleye gelmiş, elimizde bir kadro var, onlar üzerinden bir şekilde çeviririz mantığıyla yazılmış ne yazık ki.

legends-of-tomorrow-pilot-part-2-image2

Kadro demişken, dizimiz Arrowverse’in en sevilen yan karakterleriyle doluydu ve görece olarak en kendi hayran kitlesine sahip oyuncularını biraraya getiriyordu. Sara Lance Laurel’dan çok da başarılı bir Black Cannary’di ve Caity Lotz‘un ekran karizmasına hepimiz hayrandık. Wentworth Miller ve Dominic Purcell Prison Break’de hayran kitlelerini edinmişlerdi. Flash’da Captain Cold ve Heat Wave olarak mükemmel olmasa da yine başarılı bir ikili olarak görmüş ve keşke daha çok olsa demiştik. Brandon Routh‘un kendine göre bir karizması olduğu ve Atom olarak da güzel bir dinamik yakalayabildiği aşikardı. Diğerleri de eh işte fena değil diyebileceğimiz adamlardı. Bir de üzerine Doctor Who emeklisi Arthur Darvill‘i karizmatik Rip Hunter olarak ekleyince kadro biraz ümit veriyordu.

Ama en baştan çok alakasız bir ekip olarak görünmüşlerdi gözüme. Hani biraz fazla rastgele seçilmiş gibilerdi, ki dizi boyunca da mantıklı bir takım dinamiği yakalayamadılar. Her bölüm biri takıma tam anlamıyla uyum sağlayamıyor, bölüm sonunda tam sağladı derken diğer bölüm hikaye gereği yine uyumsuz hale geliyordu. Bir Zaman Efendisi’nin takım dinamiğini bu kadar kötü belirlemesi dizinin en büyük eksilerinden biri oldu. Ayrıca sırf hikaye adına önceden sevdiğimiz karakterleri teker teker harcamaları, saçma karakter buhranları koymalarıyla da iyice harcadılar canım karakterleri. Bu arada karakterlerimizin sakarlıklarından sürekli olduğundan daha büyük bela yaratmaları klişelerini de ayrıca bir yermek isterim.

_1461792416

Vandal Savage DC’nin en baba kötü adamlarından biri. İlk tanıtım fragmanında adını görünce bile “Vaay” dedirtmişti. Ancak o crossover bölümde karakterin tam olmadığını anlamıştık zaten. Maalesef dizide de oradan farklı bir şey göremedik. O büyük manipülatör karakter bir türlü kendini bulamadı. Ne kafamıza tam oturan bir motivasyon verebildiler, ne de karşımızdakinin hakikaten korkulabilir bir karakter olduğuna inandırabildiler. Sezon boyunca adamın bütün planları kahramanlarımız tarafından kolayca bertaraf edildi, en sonda da zaten esas kötü adam bu değil, kendisi Time Masters’ın adamı aslında diyerek üzerine tüy diktiler. Koskoca Legion of Doom’u kuran adamın böyle bir kukla haline gelmesi kalan son karizma kırıntılarını da sildi süpürdü.

Zamanda yolculuk yapınca çok farklı çok fantastik yerlerin de kapısı açılmıştı aslında. Ama hem tercih olarak, hem işleniş olarak bunu kullanamadılar. Bir iki kostüm farkı, bir iki aksan oyunu derken aynı setlerin farklı giydirilmesinden çok da farklı bir şey göremedik. Bu tema üzerine yapılabilecek nice geyiği de pas geçtiler. Geyik demişken dizinin mizah unsurunun da çok düşük olduğunu, eğlence açısından da tatmin etmediğini söyleyebilirim. Aksiyon sekanslarında mantık aramazsanız fena sayılmazdı. Firestorm ortalığı yakıp yıkabilecekken sırf White Canary’de katılsın, bir-iki de o vursun diye kendini tutması takdire şayandı. Mesela burada da güzel bir takım çalışması yakalanabilecekken onu da yapmadılar. Ne bileyim biri ısıtsın, diğer dondursun, öbürkü de gelsin buzu kırsın falan. Yoktu böyle yaratıcı şeyler.

maxresdefault (1)

Peki iyi bir şeyler var mıydı? Zaman zaman yaptıkları referanslar fena olmadı. Bu geleğe gittikleri bir bölüm vardı, yaşlı Oliver’ı falan gördüğümüz, o fena değildi. Bir şekilde dev robotla bir dövüş göstermiş olmaları da artı hanesine -sırf o robotla dünyayı ele geçirdiği yazılmasaydı daha iyiydi tabi- yazılabilir. Aksiyon sekansları fena değildi işte. Arada komik espriler yapabiliyorlardı. Başka da çok akılda kalan “Şu iyiydi” diyebileceğim bir şey yok sanırım.

Sonuç olarak zaten beklentimiz düşüktü ama yine de “Ya tutarsa” diye bekledik, izledik. Sonuç ikinci sezon da gereksiz ama crossover falan olur diye yedekte tutacağımız bir dizi. Finalde Justice Society demeleri içimdeki geek’i heyecanlandırsada mantığım onu da bir yere bağlayamayacaklar dediği için pek ümitli değilim.

Siz ne diyorsunuz geekler? LoT benim saydığım kadar kötü müydü, yoksa siz bazı yerlerini beğendiğiniz mi? Yorumlarda paylaşın, tartışalım. Esen kalın..

Author

A Man Who Walks Alone... @tutkutuzlu

1 Comment

  1. Cek sperow Reply

    Bence dizi fena gitmiyordu. Sonra çok mantıksız ve gereksiz hale geldi. Ama en sevdiğim karekter için yine de iziyordum.
    (Brandon routh) . Ama gerçekten izlerken ben de kendimi takımın bir elemanı gibi hisettim. Ne yapalım diziyi batırıp o köşeye attılar.Ama cidden bu dizi çok daha iyi olabilirdi .

Cek sperow için bir cevap yazın Cevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.