Şimdiden söyleyeyim, dile getireyim: yazının şu aşağıda gördüğünüz resimden sonrası tümden spoiler. Eğer “yahu bu bir Sherlock bölümü, davayı çözecek işte, ne spoiler’ı?” diyorsanız, demeyin. Ben ikazımı yapayım, spoiler dile getirmeden söyleyebileceğim pek bir şey olmadığını belirteyim. Sonradan demedi demeyin.

Sherlock The Abominable Bride 1

Bu uyarıyı yaptım, zira ne söyleyeceksem en baştan sert bir şekilde söylemem gerekiyor. Sherlock‘un yılbaşı özel bölümünde bir noktada inanılmaz sert bir kalitesizlik var. O dakikaya kadar gayet keyifli ve gayet sürükleyici giden bölüm, adeta işleyişe bir stepne sokulmuşçasına yapay bir şekilde yükselip, kendi kendine hiç hak edilmemiş bir tirad atıp, geri fani dünyaya iniyor. O an, hakikaten elinizi yüzünüze kapatma ihtiyacı hissediyorsunuz.

Bölümün sonlarına doğru gelen feminist tiraddan söz ediyorum. Bu sitede az çok dolanıyorsanız, zaten niyetimin ve arka planımın farkındasınızdır; ama değilseniz de ben naçizane izahımı vereyim: Feminist naratiflerle hiçbir problemim yok. Bilakis, bir hikayenin feminist bir omurgaya sahip olması beni mutlu ediyor. Agent Carter mesela, bu konuda çiçek gibi bir örnekti tek başına. Bütün hikayesi, kadınların küçümsenmesi üzerineydi. Konu bunu takip ediyor, senaryo detayları buna hizmet ediyor, diyaloglarla da bu fikir metne serpiştiriliyordu.

Sherlock The Abominable Bride 2

Nihayetinde vardığı yer, kadınların kendilerine yönelik küçümsemeyi bir kimlik tahlili olarak almamaları gerektiği, bunu yenmenin mümkün olduğu, bunun kendilerini tanımlamalarına mahal vermemenin mümkün olduğu üzerineydi aslında. Hatta bu, Agent Carter’a göre, erkek dünyasının zaafıydı. Yalnız ortada şöyle bir nüans vardı; dizi bunları çatırt diye suratınıza fırlatmıyordu. Sekiz bölüm boyunca nakış gibi ince ince işledikten sonra, siz çıkarımı kendiniz yapıyor ve mesajı daha içselleştiriyordunuz.

Sherlock hiç böyle yapamıyor. Gerçekten öküz gibi hikayeyi falan kesip, çok korkutucu bir biçimde Cem Yılmaz’ın GORA’nın sonunda attığı “uzaylı da olsa insan insandır” tiradına benzeyen bir sahne koymuşlar bölümün ortasına. Bu bir bölüm sadece elbette, ve öncesinde olanlarla, sonrasında olacak olanların arasında bölümün kalitesine bir zarar veremeden sıkışıyor. Yani gayet güzel, ferah, mis bir bahçenin ortasında odun gibi duran bir sahne bu. Tamam, bahçenin geri kalanını iptal etmiyor da, odun gibi de duruyor işte.

Yalnız eklemek de gerek, o odun, bahçenin harika kısmıyla, “idare eder” kısmını da ayırma vazifesi görüyor. Sherlock’un feminist tiradını takiben geçen sahneler, Moffat’ın artık Aşil topuğu hâline gelmiş tumblr kitlesine muamele ihtiyacına yenik düştüğünden, her referans noktası ve hayran hizmeti gereksinimini karşılayacağım diye biraz çorba hâlinde geçiyor. Bir buçuk saat sınırının içerisinde kalarak yine de tüm tumblr cemaatinin ihtiyaçlarını karşılamak adına, bölüm günümüzle 19. yüzyıl arasında gidip gelirken baya çormanlaşıyor.

Sherlock The Abominable Bride 3

 

Ha evet, elbette bölümü izlediyseniz biliyorsunuz. Sherlock’un sadece 19. yüzyılda geçeceğini sandığımız özel bölümü, hiç de sadece 19. yüzyılda geçmiyor. Bütün 19. yüzyıldaki hikaye, Sherlock’u en son bıraktığımız yerde, yani Moriarty’nin geri döndüğünü öğrendiği uçağın içinde Holmes zihin sarayını ziyaret ederken yaşanıyor. Sherlock kendisini 19. yüzyılda yaşanmış bir davaya sokuşturuyor, sık sık da geri geliyor. Bu geri geliş ve ileriye gidiş sahnelerinin ortaya çıkması güzel işlenmiş bir twist, ama ortaya çıkmaya devam etmesi dürüst olmak gerekirse diziyi biraz yoruyor. Yukarıda sözünü ettiğim o çormanlık biraz o yüzden. Manalı olması gereken sahneler var, farkındayım. Ama hikaye nihayetine yakınlaştığı anda işin içerisine günümüzü kattığı için, o mana sadece yüzeyde mevcut bir biçimde kalıyor. Bu davanın ve gizemin sürükleyiciliğine de ket vuruyor, günümüzdeki sahnelerin derinliğini de yok ediyor. Siz “yahu o gelinin hikmeti ne?” diye düşünüp, hikayeye tutulmuşken, günümüze gidiyorsunuz, sonra geri dönüyorsunuz, ama hayal çıkıyor, ama aslında hayal değilmiş, fakat gerçek oluyor, sonra meğersem hepsi uyuşturucu buhranıymış… Çorba dedim ya, karıştığı anlar bunlar işte.

Peki bu kadar gömdüm, iyi yanları yok mu? Bolca var. Twist’in açık olduğu ana kadar, gizem gerçekten de sürükleyici. Yalnız Arthur Conan Doyle‘un bizzat yazılmış hikayelerinden alınmayan her Sherlock hikayesi gibi, bunun da çözümü biraz sıkıcı açıkçası. Ama gizemin kendisi dikkatinizi ayakta tutmayı başarıyor. Buradaki tek sıkıntım, gizemin kimse tarafından çözülmüyor olması. Orada da gizli örgütün yerini bulma ihalesini Mary’ye bırakarak feminist alt metinlerine hizmet ettiklerini anlayabiliyorum, ama bu süreci göstermedikleri için bu bir deus ex machina olmaktan öteye gidemiyor. Bunları yine bir artının içerisinde yazıyorum, zira hepsi zihinsel dünyada geçtiği için, mantıksız olmaları o kadar da sorun teşkil etmiyor.

Sherlock The Abominable Bride 4

Bir diğer övgümü de, Moffat/Gatiss ikilisinın ince gördüğü bir noktaya bırakmam gerekiyor. Daha önce de söylemiştik, Sherlock Holmes kitaplarda hödük bir adam değildir. Çok zeki olduğu için, kibarlık ve görgü kuralları gibi şeylere itibar etmez, vakit ayırmaz. Ama asosyal ya da öküz de resmedilmez hiçbir zaman. Ama bizim dizinin Sherlock’u, House’un rüzgarıyla çıktığı için, kaba, çekilmez, lanet ya biraz? İşte Moffat ve Gatiss bu bölümde Sherlock’u o karakterden almış, Doyle’un metinlerindekine yaklaştırmış. Farklar çok ufak, ama çok da net fark ediliyor. Hele ki günümüzle geçmiş arasında geçiş yaptığı sahnelerde ayakta alkışlayasınız geliyor Moffat ve Gatiss’i. Benedict Cumberbatch de gayet çiçek gibi oynuyor o aradaki ince ama aslında uçurum kadar geniş olan farkları. Hatta bana soracak olursanız, bölümün en iyi yanı da bu.

Cumberbatch ve Freeman’ı, kostümlü izlemek büyük keyif. Günümüzle geçmiş arasında geçiş yapma mecburiyetine kadar, hikaye de inanılmaz büyüleyici bir sürükleyicilikle ilerliyor. Moriarty’nin gelişinden, Watson’ın kitaplarının yarattığı etkilerin incelenmesine kadar senaryoda gerçekten de alkışlanacak çok şey var. Ve bir de, unutmayalım, senelerdir beklediğimiz bir bölüm bu. O yüzden, her ne kadar sonlara doğru git gel yapacağım, hayalle gerçek arasında dolanacağım, ilüzyon olanı esasmışçasına yansıtacağım derken biraz topallasa da, Sherlock’un yılbaşı özel bölümüne kötü konuşmak içimden gelmiyor. Eşim dostum sorarasa, “iyiydi ya” diyeceğim. Ama herhalde sonuna eklemeden de duramam, “bazı şapşirik yönleri de var Allah için…”.

Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.