Çok sevdiğimiz ve izlerken içtenlikle gülümsediğimiz dizilerden olan The Good Place, ocak ayıyla birlikte bizlere veda etti. Belki uğurladığımız ilk dizilerden biri değildi ama hatırı da çoktu; arkasından birkaç kelâm etmezsek, gerçekten ayıp etmiş olacağımız bir diziydi.

The Good Place’in son sezonu ile ilgili söylemek istediğim bir-iki şey var ama konuya bir minnetin ifadesiyle gireceğim. Süne süne inceldiği yerden kopan senaryolardan, üzerinden aynı mizahı döndüre döndüre kevgire dönen karakterlerden sonra, başladığı gibi biten bir dizi oldun The Good Place. Bu minvaldeki bütün dizilere seni ibret-i âlem diye göstermek istiyorum! Bir sonraki paragraftan itibaren spoiler var, uyarmış olayım. Fakat eğer diziyi bitirmediyseniz ve bu başlığa es-kaza girdiyseniz yahut çevrenizde hâlâ izlememiş olanlar varsa sizi de boş göndermeyelim;  neden bu diziyi izlemeniz gerektiğiyle ilgili şurada dokuz madde sıraladık, onlara bir bakın olmaz mı?

Dördüncü sezon, benim açımdan biraz sönük başladı. Bunun da nedeni temelde, son sezon olduğunu bildiğim için, Eleanor’un mimarlık denemelerini yeni ve zerrece ilgilenmediğim karakterler üzerinde test etmesini izlemek yerine, üç sezondur emek verdiğim karakterler için bir kapanış yapılmasını beklememdi. Açıkçası yedi bölüm bunları izlediğim için hâlâ pek memnun değilim. Ancak sekizinci bölümden itibaren hikâye son ivmesini aldı.

Karakterlerimiz yargıcı ikna etmeye çalıştıkları deneylerinde bir türlü başarılı olamadılar çünkü asıl sorun –tarihte bir ilk olarak- sistemi uygulayanlardan değil, sistemin kendisinden kaynaklanıyordu. Sistemin tamamen değişmesi gerekiyordu çünkü her insanın teste tâbi tutulduğu ortam, birbirinin aynı değildi. İçimizde iyilik için de kötülük için de aynı derecede potansiyel vardı fakat bu potansiyellerin her birinin ortaya çıkması için belirli şartlar gerekiyordu. Şartlar eşit değilken potansiyeller nasıl eşit olabilirdi ki? Bu sebeple de zaten İyi Yer’e kimse giremiyordu

The Good Place’in en sevdiğim yanlarından biri, genel bir çabasızlığının olmasıydı. Çabasızlıktan kastım şu; tema itibariyle ağır mevzulardan bahsediyorsun ama komedi türünde içerik çıkartacağım diyorsun, içerinde bir adet etik dersler veren akademisyen bulunuyor ve aynı anda karakter kadronda bir de yapay zekâ var. Ama bunlara rağmen bunların hiçbirini ne çok ciddiye alıp uzun ve kete açıklamalarla bize yedirmeye çalışıyorsun ne de “Absürt komedi işte, yaz geç” tavrına girmiyorsun. Böyle olunca izleyicinin elinde kendi absürtlüğünün içerisinde makul bulunan, rahat bir hikâye kalıyor; fazlasını isteyen de Chidi’nin derslerini, Janet’in repliklerini, Michael’ın özlemlerini takip edip sorgulamalarını yapıyor.

Sistemin kendisinin yanlışlığı da böyle genel bir çabasızlık ivmesiydi işte. Michael’ın Kötü Janet’e verdiği kitap, Eleanor’un Yargıcı ikna etme çabaları,  Chidi’nin etik dilemmalarından sıyrılış basamakları, İyi Yer’in başındakilerin savsaklamaları ve daha birçoğu, üzerine düşününce çok fazla şey bulabileceğiniz ama dizinin sizi bunları fark edin diye zorlamadığı klişelerdi.  

Dizinin son iki bölümünden sonra rahatlıkla söylüyorum, biz The Good Place ile birlikte dört sezonluk bir komedide, ölümden sonra yaşam temalı, yumuşak bir Matrix’i yeniden izledik. Sistem sizi, önden verdiği “İyi Yer’desin” bilgisi ile bir çeşit simülasyona sokuyor fakat sizin simülasyonu kontrol edenlerle ilgili herhangi bir fikriniz yok. Teknik olarak bedenen yaşamıyorsunuz, bir nevi sonsuzlukla ölçülen bir zaman diliminde yaşayan avatarlarınız var. Zaman zaman aranızdan birileri çıkıyor, bunlar sistemi sorgulamaya başlayarak ‘uyanıyor’. Uyanma gerçekleştiği anda hafızanız resetleniyor, simülasyon tekrar başlıyor. Kaçmayı başaranlarınız, ne simülasyon İyi Yer de ne de gerçek İyi Yer’de barındırılıyor, arada kalmış bir başka yerde Mindy gibi soyutlanmış olarak varlığını sürdürüyor.

Şans eseri, simülasyonu yönetenlerden yardım alıyorsunuz ve uyanık kalıyorsunuz. Bu esnada sistemin sorunlarını görüyor ve onu düzeltmek istiyorsunuz. Eşit şartlarda uygulanacak olan yeni bir test ve bu sefer gerçekten sonsuzluğa kadar sürecek bir ebedi yaşam arayışınız var. Bu gerçek İyi Yer’e ulaşabilenler sonsuza kadar mutlu yaşayacaklar fakat bir bakıyorsunuz ki İyi Yer’in durunu içler acısı. Çünkü insanların mutlu olmak için problemlere; ebediyet için ise geçiciliğe ihtiyacı olduğunu biliyorsunuz. Tatilleri güzel yapan şey, bazen çıkılıyor olmalarıdır.  

Sistemi buna göre kurguluyor, insanlara istedikleri kadar mutlu küçük dünyalarında, sınırsız imkânlarla vakitlerini geçirip, zamanı geldiğine karar verdiklerinde de bilinmezliğe doğru gidebilme imkânı veriyorsunuz. Bütün sorunlarınız çözülüyor. Çünkü bir noktada bilmemek, her şeyden daha huzur verici olabilir.

Dizi bütün olayı bir başka bilinmezlik kapısıyla bıraksaydı finalden memnun olmayacaktım. Çünkü “Ölümden sonraki yaşamda ne oluyor?” diye girdiğiniz bir dizide, “Ölümden sonraki yaşamdan sonra da yine bir başka bilinmezlik var”diyerek noktayı koymak, çok da cazip değil hatta biraz da fazla kolaycı. Bunun yerine Chidi ve Eleanor’u gün batımını seyrederken bırakmak, klişe de olsa, daha fazla ihtimale gebeydi. Fakat The Good Place yine gönlümüzü hoş tuttu, konuya kendi bakışını, yaptığı göndermeyi boşa atmadığını göstererek verdi. Eleanor bir şekilde yeniden dünyaya döndü; dalga, olması gerektiği gibi, okyanusa kavuştu.

Sizlerde durum nedir bilemem ama bu final benim için, karakterlerin gelişimlerini tamamlamalarından Chidi’nin “Manevi çıkarımlar için Doğu’ya bakman lazım” deyişine kadar her ânıyla nokta atışı, her yönüyle yerli yerindeydi. İyi senaryon, eğlenceli karakterlerin, samimi çabasızlığın, çoğunu kaçırdığım tüm göndermelerin, yerinde klişelerin ve elbette zamanlı bitişin için sana binlerce kez teşekkürler The Good Place. Bölüm bittikten sonra arkada yarım kalmış bir şey bırakmadığımı, bu noktadan sonra yoluma devam etmem gerektiğini en az karakterler kadar ben de hissettim.

En kötüsü de sanırım Janet’i bir daha görememek olacak. Siz de veda etmeye hazırsanız, haydi yazıyı da onunla bitirelim:

Bu bankta dilediğiniz kadar oturun, hazır olduğunuzda kapıdan geçebilirsiniz.
Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.