The Sandman dizisini bölüm bölüm incelediğimiz yazılarda sonunda altıncı yazımıza geldik. Her ne kadar sezon içerisinde spesifik bir anlamı olmasa da ilk çizgi romanımızın son hikâyesi olması açısından önemli bir yere sahip. Bir kilometre taşı diyebiliriz yani… Öte yandan bu bölüm, Sandman çizgi romanlarını seven insanların kalbinde bambaşka bir yere sahip. Bölümün neden bu kadar önemli olduğunu anlamak için gelin The Sandman dizisinin “Kanatlarının Sesi” isimli altıncı bölümünü spoilerlı olarak incelemeye başlayalım.

Bir Sonsuz’un Karakter Gelişimi?

Yedi Sonsuz’dan biri olan Rüya, Roderick Burgess’in kendisini tutsak ettiği güne kadar tıpkı diğer kardeşleri gibi oldukça görevine sadıktı. Hatta bazı kardeşlerinden çok daha fazla sadık olduğunu bile söyleyebiliriz. Evrenin yaratılışından itibaren fanilerin düşlerine bakan, diyarına giren yolculara kol kanat geren ve onlara uykularında göz kulak olan Rüya’nın hayatındaki en büyük dönüm noktası Roderick Burgess’in onu tutsak etmesidir.

Zira sonsuz hayatında ilk defa Rüya, Düşlem’in rutin işlerinden sıyrılarak kendisini yeni bir maceranın içerisinde bulmuştu. Tutsaklıktan kurtulmak için mücadele eden, eşyalarının peşine düşen, arka arkaya bir değil iki epik savaş veren Rüya, bu efsanevi macerayı sonlandırdığında yine rutin işlerine dönmek zorunda kalırken buldu kendini. Bu da hâliyle onu karanlık düşüncelere sevk etti ve belki de hepimizin her gün yaşadığı varoluşsal krizlerden birini yaşamaya başladı. Her ne kadar bu bizim için gayet sıradan bir şey olsa da bir Sonsuz’un bu gibi duyguları yaşaması hiç hayra alamet değil.

Aslına bakarsanız biz neredeyse evrenin kendisi kadar yaşlı olan bir varlığın, bütün bu zaman içerisinde ilk defa karakter gelişimi yaşadığına şahit oluyoruz. Rüyalar Lordu Morpheus daha önce bir Sonsuz’un yıkımına yol açan düşüncelere gark oldu. Onu bu düşüncelerden çıkartma görevi ise Sonsuzlar arasından belki de en zor göreve sahip olan ama buna rağmen işini severek yapan ablası Ölüm’e kalıyor.

Ne Derseniz Deyin, Kirby Howell-Baptiste Harika Bir Ölüm!

Sandman çizgi romanlarında Rüya kadar hatta belki de Rüya’dan daha çok sevilen bir karakter varsa o da hiç şüphesiz Ölüm’dür. Çizgi romanlarda da ilk defa bu bölümle aynı isme sahip olan “Kanat Sesleri” bölümünde karşımıza çıkan Ölüm, hem esprili kişiliği hem de Rüya’ya karşı merhametli davranışlarıyla hepimizin kalbini çok kısa bir sürede çalmayı başardı. Bu yüzden Rüya’nın, ablası Ölüm ile karşılaşacağı bir bankta güvercin beslediği sahne, dizide görmeyi en fazla beklediğimiz sahnelerinden bir tanesi oldu.

Kirby Howell-Baptiste’ın canlandırdığı Ölüm karakteri, tıpkı çizgi romanlarda gördüğümüz gibi oldukça sevecen, esprili ve merhametli bir görüntü çiziyordu. Rüya’nın üstündeki kara bulutları bir abla edasıyla dağıtan Ölüm, kardeşinin yaşadığı bu depresyonun basit bir şımarıklıktan ibaret olduğunu söyleyip “Tıpkı ona benziyorsun” diyerek daha önce Sonsuzlar’dan görevini terk eden diğer kardeşine küçük bir gönderme yaptı. Bu noktada çizgi romanlardan çok fazla spoiler vermemek için kendimi frenliyorum.

Arkadaşlar Rüya’nın dizide göründüğü her sahne, bakın abartısız konuşuyorum her sahne adeta çizgi roman panellerinden fırlamış gibiydi. “Şişman güvercin” esprisinden tutun, ekmek fırlatma sahnesine kadar her şey direkt olarak çizgi romanlardan alınmıştı. Öyle ki bir noktadan sonra diziyi ilk defa izlememize rağmen gelecek diyaloğu önceden tahmin etmeye başladım. Kirby Howell-Baptiste’ın oyunculuğu sayesinde bu bölüm tartışmasız en sevdiğim bölümlerden biri oldu. Yıllar içerisinde tekrar tekrar izleyeceğimiz bir bölüm desem abartmış sayılmam.

Neden Korkarlar Güneşsiz Topraklar’dan?

Her ne kadar Ölüm’ün söylediği sözler Rüya’yı etkilese de onu, içine düştüğü bu depresyon çukurundan kurtaran asıl şey ablasının yaptıkları oldu. Ablasını görevini icra ederken izleyen Rüya, onun bu kadar görevine sadık olmasını ve işini severek yapmasını neredeyse ilham verici buldu. Ölüm’ün birbiri ardına ziyaret ettiği insanlarla olan ilişkilerini izledikçe fanilerin Sonsuzlar için değil, Sonsuzlar’ın faniler için var olduğunun farkına vardı. Böylece az önce söylediğimiz gibi milyarlarca yıllık yaşantısında belki de ilk kez karakter gelişimini yaşadı ve ablasının yanından çok daha olgun biri olarak ayrıldı.

Öte yandan Ölüm’ün yaptığı bu ziyaretlerin fazlasıyla duygusal ve kalp kırıcı bir yanı olduğunu söylemeden geçmek olmaz. Günlük hayatımızda sürekli aklımızdan çıkan ölümün aslında ne kadar yakınımızda olduğunu, yaptığımız hiçbir planın bir anlamı olmadığını, Ölüm’ün genç ya da yaşlı kimseye ayrıcalık yapmadığı gördüğümüz sahnelerde duygulanmadan edemedim. Fazlasıyla başarılı sahnelerdi gerçekten.

Hob Gadling ve Sonsuza Kadar Yaşamak

Daha dizi başlamadan “Sence en çok hangi bölümü seveceksin?” deseydiniz hiç düşünmeden “Kanatların Sesi” derdim. Bunun sebebini de az önce yukarıda yeterince yazdığımı düşünüyorum. Fakat eğer bu bölüme bir de “Talihli Adamlar” hikâyesinin eklendiğini bilseydim, bölüme olan heyecanım iki hatta üç katına çıkardı. Size şöyle söyleyeyim, Sandman dizisi uyarlayacağız diye bana sadece bu bölümü izletselerdi, ben yine fazlasıyla tatmin olmuş bir şekilde ayrılırdım ekranımın başından.

İlk fani doğduğu zaman orada olan ve son fani ölene kadar yaşayacak bir Sonsuz’un “yaşamanın anlamını” öğrenmek için bir faniye ölümsüzlük gücünü verdiği bu bölüm, çizgi romanlardaki en sevdiğim bölümlerden biridir. Hob Gadling ismindeki bu fani, her yüzyılda bir Rüya ile buluşmayı kabul ederek ona neden yaşamak istediğini anlatır. Hob bazı yüzyıllarda mutluluğu bulur bazılarında ise acının her türlüsünü yaşar. Fakat her yüzyılın sonunda yaşamaya devam etmek isteyerek Rüya’yı her defasında şaşırtmayı başarır. Rüya, bu kadar acı çektikten sonra bile Hob’un neden yaşamaya devam etmek istediğini bir türlü anlayamaz. Öte yandan onunla her yüzyılın sonunda buluşmaya devam eder. Hob’un, kendisiyle arkadaşlık ettiğini iddia etmesi üzerine sinirlenen Rüya, onunla bir daha buluşmayacağını iddia etse de yüzyıllık esaretinin ardından yaşadığı olaylar onu çok değiştirir ve kendi tükürdüğünü yalayarak en yakın dostuyla bir kez daha buluşur.

Her saniyesinden ayrı keyif aldığım bu buluşmalarda önce oyunculukları övmek istiyorum. Hem Ölüm, hem Rüya hem de Hob Gadling gerçekten muazzam oyunculuklar sergiledi ve her bir oyuncu seçiminin ne kadar doğru karar olduğunu bir kez daha bize kanıtladı. Öte yandan Jenna Coleman’ın üç yüz yıl önceki Johanna Constantine olarak görünmesi yine bizi etkilemeyi başaramadı. Son olarak sahne arasında gözüken William Shakespeare hikâyesinin, küçük bir cameodan çok daha fazlası olduğunu söylemek isterim. İlerleyen zamanlarda yeniden görmeye hazır olun.

Böylece The Sandman dizisinde, Sandman çizgi romanlarının ilk cildi olan Prelüdler ve Noktürnler’deki tüm hikâyeleri izlediğimizi söyleyebiliriz. Yarın inceleyeceğimiz yedinci bölüm itibariyle Bebek Evi’ne başlayacağız. Eğer çizgi romanları okumadıysanız bu bölümleri izlemeden önce ikinci çizgi romanı bitirmek isteyebilirsiniz. Çizgi romanları okuyan ya da hikâyeleri diziden takip etmek isteyen okurlarımızı ise yarınki incelememize bekliyoruz. Şimdilik hoşça kalın!

Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.