Yazar: Ozan Karadeniz

Behiç Ak, 2002’de yazdığı Tek Kişilik Şehir oyunu ile modern toplumun hüküm sürdüğü gelecek zamana dair öngörülerini ve eleştirilerini sunuyor.

Tek Kişilik Şehir oyununda üç kişi bulunmaktadır; Adam, Kadın ve Garson. Oyun, Adam’ın uzun zaman sonra dışarı çıkması ile başlar. Dışarı çıktığında hatırladığı çoğu mekân kapanmıştır. Bir gökdelenin tepesindeki lokantaya gider. Gökdelenin diğer katlarına erişim yoktur. Lokantadaki masalar tek kişilik olarak düzenlenmiştir. Lokantaya oturduğunda ise burasının, intihar etmek üzere olanlara hizmet verdiğini öğrenir.

Adam, lokantaya oturduğunda hemen bilgisayarını ve telefonunu aktif hale getirir. Resimler üzerinden alım-satım işine başlar. Bir şarap sipariş eder ve değeri düşmesin diye onu açtırmaz. Onu izlemekten zevk alır. Gökdelenin bu duruma gelmesini sağlayan da al-sat işlemidir.

Gökdelen yapıldığında gayrimenkul olarak alım-satım yapılabilmektedir. Dairelerin değerleri o kadar artar ki alınan dairenin içerisinde oturmak zarar ettirmeye başlar. Bu yüzden daireler kullanılmamaya başlanır, sonuç olarak değerleri de zamanla düşer, satışlar azalmaya başlar. Terk edilmiş bir hale gelir. Gökdelen, şehrin ekonomisine hizmet edecek şekilde tekrar düzenlenir. İntihar etmek isteyen kişilere hizmet veren bir üst kat oluşturulur. Böylece kişilerin ölmeden önce ekonomiye katkı sağlayabileceği durum elde edilir. Bu durum öyle kârlı olmuştur ki Garson, intiharı teşvik edecek reklamlar üzerinde çalışmaktadır.

Bütün ekonomiyi sağlayan şehrin tek kişilik yaşamaya özgü olmasıdır. Garson tek kişilik insanların bir şirket olarak görüldüğünden bahseder. Bir de bu tek kişilik şirketlere hizmet eden Garson gibi kalabalık aileli hizmet çalışanları vardır. Bu tek kişilik sistem devam etmezse onlar da işinden olacaktır.

Adam aslında bu hayat düzeninden sıkılmıştır. Bunu bazı zamanlar şehir dışına çıkarak çözer. Şehir dışı geleneksel ilişkilerin kurulduğu yerdir. Fakat adam şehre geldiğinde şehirde tek yaşadığı, herkesten uzak durduğu düzene geri döner.

Kadın geldiğinde Adam’ın durumunun yaşamamak olduğundan bahseder. Kadın yaşamak için her gün farklı bir kursa gitmektedir. Normal yaşamdaki her şeyin şimdi kursu bulunur. Adam’ı bunlara katılmaya ikna eder.

Oyunun sonu Kadın ile Adam’ın birleşmesi ve gökdelenden hatta şehirden çıkmaya karar vermesiyle gelir. Sistemi çökertecek bu hareket sonrası bir kaos oluşur ve her şeyin yok oluşunda Garson delirerek oyunu bitirir.

Modernleşme, insanların kent yaşamına uyum sağladıkları kalabalık bir toplum düzenidir. Türkiye’de kentleşme süreci hızlı bir biçimde gerçekleşmiştir. Sanayileşmenin getirdiği göçler ile kentte nüfus artmış, köy nüfusu azalmıştır. Elbette modern bir hayata geçiş süreci biraz sancılı olacaktır. Modernleşmenin birtakım sorunları getirmesi olasıdır. Türkiye’de gerçekleşen hızlı kentleşme ise eskinin daha hızlı bir çözülüme girmesine sorunların hızlı ve daha çok olmasına sebep olmuştur.

Modern kent, insanların çeşitliliğini kaldıramamaktadır. Bu durumda onları düzenlemek gerekir. Uyum sağlayabilmiş sistemi bozmayan insanlar kent yaşamına adım atar. Bu durumu kabullenmeyenler ile kanıksamış kişiler arasında çatışmalar olur. Tabii bu kent yaşamı içerisindeki olgu bedenin özgürlüklerinin azalması, geleneksel mekân ilişkilerinin modern mekânlarda görülememesi, iletişimin azalması olarak görülür. Bu modern insana bir can sıkıntısı yükler. Kentsel mekân, bedenin hareketi için bir araca dönüşür. Richard Sennet bu durumu “pasif beden” olarak anar.

Behiç Ak, tiyatro eserlerini uzun sürede yazdığını ve iyi bir tiyatro eseri yazmak için eserin kalıcı olması ve onun yönetmenler tarafından değişik bakış açıları ile sahneye konması gerektiğini dile getirir.[3] Eserinin kalıcılığını oyun kişilerinin toplumdan kopuk, savrulur olmalarıyla yani birey olarak hareket etmeleriyle ve tahmin ettiği gelecek öngörüsüyle elde eder. Hem o zamana ulaşmadan bir uyarıdır bu, hem de birey her zaman var olacaktır.

Bedenin modern mekanlardaki çaresizliğini, doğal yaşama yabancılaşmasını konu eden Behiç Ak, bireyin tek kişilik dünyasında topluma yabancılaştığını fark edemeyişini eleştirir. Bireysel farklılığın tek başına değil, topluluk içinde oluşması ve korunması gerektiğini savunur.

Modernleşme ve teknoloji insanoğluna geniş şehirler kurabilme imkânı vermiştir. Binalar gökdelen halini almış, birbirinden bağımsız birçok insanın bir arada ancak birbirlerine dokunmadan yaşayabilmeleri sağlanmıştır. Böyle bir ortamda birey kendi kendiyle uğraşır. Hız tutkunu olduğu için başka şeylerle uğraşma vakti yoktur.

Tek Kişilik Şehir oyununda Adam tek kişi olarak yaşamaktadır. Hıza tutkundur. Resimler üzerinden al-sat yapmaktadır. Kendisini tek kişilik bir şirkete dönüştürmüştür.

Şehirde her şey tek kişilik düşünülmüştür. Birçok imkân vardır ancak birlikte yapma olanağı yoktur. Ekonomik olarak, en işe yarar sistemin bu olduğu düşünülebilir.

Teknolojinin gelişimi ile son sürat teknoloji harikası şeyler üretilip satılmaktadır. İnsanlar istediklerine saniyeler içerisinde ulaşmaktadır. Ancak “üretilmek” derken kastedilen şey fiziki bir üretim süreci değildir çünkü kimse üründen değer kaybı yaşamak istememektedir, bu yüzden sadece resimleri üretilir. Fabrikalar senelerdir iş yapmamıştır.

Diğer yandan şehirde intihar etmek isteyene bile hizmet verilmektedir. Haberinin yapılması için gazeteciler bile hazır bulunur. Kişi son ana bile istedikleri ile gönderilir.

İnsanın doğaya hükmetmesini gösteren teknolojinin son harikası bir klima bulunmaktadır. Yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Otomatik bir şekilde dışarıdaki hava ile bir denge kurar: Sıcağa karşı soğuk ile karşılık verir, soğuğa karşı sıcakla. Bunlar anlık değişimler olabilmektedir. Hatta bu klima para yağdırabilir, dışarıdaki durgunluğa karşı içeride deprem oluşturabilir, yağmur yağdırabilir vs.

Bu gelişmişlik düzeyinde doğa da sapıtmaktadır, ani hava değişimleri görülebilmektedir. Bitkiler aşırı büyüyüp bina boğarlar, karıncalar aşırı yiyip bina çökertir. Kentin kullanılmayan tarafları, eski şehir merkezleri bitki ve hayvanlar tarafından kuşatılır. Tek kişi üzerine ve sadece tüketime odaklı yaşamın doğaya tahribatı büyüktür. İnsanlar sadece kendileriyle ilgilendikleri için doğaya olanların da farkına varmazlar. Mevsimler müzeye kaldırılmış, orada sergilenmektedirler. Oyunun sonunda bu doğa düzeninin şehrin çöküşü ile çöktüğünü görürüz.

Şehir anlamını kaybediyor ve şehri alıp satanlar için var oluyor. İçerisindekiler sadece birer tüketim işçisi oluyor. Tüketince kullanamıyorlar, tüketmezlerse orada var olmaları için bir sebep kalmıyor. Şehir boyanıp boyanıp satılıyor. Şehrin içindekilere değil dışarıdan gelenlere yatırım yapılıyor. Şehir neredeyse Disneyland’a dönüştürülüyor. Mekân bir meta haline geliyor ve kimsenin kullanmadığı alıp sattığı bir araca dönüşüyor.

Sonuç olarak modernleşme ve kent yaşamı ışığında değişim göstermeye başlayan bir toplum vardır. Eskinin geleneksel toplum ve aile yapısı, birey odaklı bir yaşayışa döner. Modern kent yaşantısında geleneksel aile yaşantısının yerini bireyin merkezciliği alır. Bunun sonucunda kent yaşantısı içerisinde sıkışan, bunalan bireyler ortaya çıkar.

Behiç Ak modernleşmeyi insanı pasifleştirmek olarak görüyor. İnsanın yoksun bırakıldığı şeyleri yapacağını söylüyor.  İnsanların bunlara dikkat etmesi gerekli çünkü gereken şey yerine gereksiz şeylere, oyunlarda olduğu gibi, yoğunlaşabiliyorlar, kurslarına gidebiliyorlar.

Behiç Ak biraz da abartı ile mizahi bir distopya parçası gösteriyor. Herkes ve her şey o kadar birbirinden kopuk ki uzun süre dışarı çıkmazsın bile. Çevrede, toplumda olan bitenden haberin olmaz. Toplumun da senden haberi olmaz. Yaşadığını kurslarla hissedersin. İşte Behiç Ak, kurtuluş için hayatı tek başına sürdürmekten ziyade birlikte geçirmek gerektiğini vurgulamış.

Özetle bu karanlık sistemi yıkabilmek için bir birliktelik kurmak gerekli, gerisi kendiliğinden çözülüyor. Yalnız başına birey olmak değil, toplum içerisinde birey olmak daha iyi. Umarım toplum gidişatımız bu oyundaki gibi değildir de işler bu kadar büyüyüp bizi bir distopya içine hapsetmez.

Kaynaklar

Öztürk Çetindoğan, Müşerref. Kırsal Mitten Kentsel Ritüele Geçiş ve Beden-Mekan İlişkisinin 1990 Sonrası Türk Oyun Yazarlığı’na Yansıması. Tiyatro Araştırmaları Dergisi. sayı 27. 2009. s. 137

Ak, Behiç. “Behiç Ak: “Hem yazar hem çizer olmanın büyük avantajı var”

Ak, Behiç. “Behiç Ak ile Söyleşi; “Mimar Olmak, Mimar Olmamak”

Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.