Yakın zamanda mangalara sardım. Eh, kendine geek diyen birisi için belki de bu biraz tuhaftır. Belki de benden bunu çok önceden yapmış olmamı bekliyorsunuzdur. Kendimi savunmak için söylemiyorum ama ben daha çok çizgi roman okuyan bir tip oldum hep. Tam olarak neden çizgi romanlara mangalardan çok ilgi duyduğumu izah edemiyorum, belki de sebebi sadece batı tarafından kör edilmiş olmamdır fakat aklıma gelen ilk sebepleri sıralayabilirim sizlere.

Çizgi romanlarda tanıdığım ve bildiğim karakterler vardı,. Demek istediğim şu ki çizgi roman okurken sıfırdan bir evren ve karakter tanımaya girişmiyordum çünkü çoğunlukla zaten eskiden beri tanıdığım, alışık olduğum isimlerdi hep bunlar. Mangalar ise bilmediğim evrenleri içeriyor- Tamamen sıfırdan gireceğim, tanıdığım hiçbir karakterin olmadığı evrenler bunlar.

Bir yandan Junji Ito’nun işlerine merak saldım, bir yandan One Piece okumaya başladım, bir yandan da Gantz okudum ve bitirdim. Bu üçü içinde Junji Ito hakkında söylemek istediklerimi tam şurada söyledim zaten, One Piece konusunda söyleyebileceğim herhangi bir şey yok zira bin bölümlük bir manganın yüzüncü bölümündeyseniz daha başlarındasınız demek oluyor. Gantz ise üç yüz seksen sekiz bölüm. O kadar keyifliydi ki okuması, o kadar işimin içine sıkıştıra sıkıştıra bir haftada okudum ve bitirdim.

Epeydir üzerine yazı yazmaya niyetliyim lakin nereden başlasam, neyini anlatsam, gerçekten bilemiyordum. Fakat sanırım artık koskoca üç yüz seksen bölüm içinde benim en çok garipsediğim fenomeni anlatabilecek kadar fikirlerimi topladım: Başkarakterden nefret ediyorum fakat gitmesini istemiyorum.

Kurono Kei ile tanışın. Kei, serinin başlarında gerçekten pislik bir herif. Başkarakterimiz olmasına başkarakterimiz fakat keşke olmasa diyorsunuz, keşke ölse de yerine başkası geçse. Bunun sebebi de yazarın onu başarısız bir şekilde resmetmiş olması değil aslında. Kei, bir yazar gözüyle bakıldığında kişiliği oturmuş ve (ergen bir erkek olduğu göz önünde bulundurulduğunda) nispeten inandırıcı bir karakter.

Okuyorsunuz, okuyorsunuz, bir noktada diyorsunuz ki artık bu çocuk karakter gelişimi geçirecek. Başka yolu yok çünkü. Eh, öyle de oluyor. Bir dereceye kadar. Anlatayım.

Kei’nin karakter gelişimi, bizim şu ana kadar alıştığımız karakter gelişimlerinden biraz daha değişik. Yalnızca kendini umursayan, kadınlarla konuşmayı bilmeyen, havalı olmaya çalışan, kasıntı bir ergen çocuk iken hayatına giren Tae isimli tatlı bir kız sayesinde bir anda değişiveriyor, dünya yansın da sevgilime bir şey olmasın ayaklarında bir evinin erkeği karakterine bürünüyor. Yani görünürde böyle en azından.

Bu değişime katkı sağlayan birçok şey var elbette: Bunlardan başlıcası Gantz isimli bu “oyun”un yarattığı travma. Kei bir çocuk, her şeyden önce bunu göz önünde bulundurmak lazım. Her ne kadar çocuk karakterler bu seride yetişkinmiş gibi resmedilmişse de Kei aslında bir çocuk ve öyle de davranıyor. Bu onu aklamamız ve sevgiyle kucaklamamız gerektiği manasına asla gelmiyor tabii ki. Yaşadığı bu devasa travmayı, dünyanın bütün yükünün bir noktada gerçek manada onun omuzlarında taşıdığını unutmamalıyız demek istiyorum sadece.

Yazarın başarısı, bu karakteri tuhaf bir biçimde bize alıştırması.

Yazının başlarında dedim ya, Kei’nin yerine başkasının geçmesini istedim başlarda diye, bir noktada Kei ölüyor. Gantz evreninde işler çok karışık, o yüzden oralara hiç girmeyeceğim şimdi- Zaten bu yazıyı okuyorsanız evrene ucundan kıyısından hakimsinizdir diye düşünüyorum. Kei’nin ölmesiyle bir nebze rahatlayacağınızı sanıyorsunuz ama yok- Seri o kadar dayanılmaz bir hal alıyor ki Kei’yi özlüyorsunuz.

Nefret ettiğim bu karakteri özledim yahu. Hiroya Oku’nun başarısı mıdır yoksa başka bir fenomenle mi açıklanır bu olay, bilemiyorum fakat o geri dönene kadar seriye katlanamadım. Asla Kei’nin tarafında değildim. Kei’nin tarafında olduğumu hala söyleyemem, sanırım onu gerçekten sevmiyorum. Fakat Gantz, Kei olmadan çekilmez bir hal aldı. Onu geri getirmeye çalışan Kato’nun görevini başarıya ulaştırması için manga tanrılarına dua edip durdum.

Böylesine kötü bir karakterin manganın sonunda bir kahraman olarak karşılanması da ilginç, değil mi? Dünyayı kurtarıyor kurtarmasına fakat bunu aslında dehşet bencilce bir sebep için yapıyor: Kız arkadaşı için.

Gantz ekibi için harika bir lider olduğunu serinin ortalarında ispat ediyor ve karakter gelişimi sayesinde yavaş yavaş sorumluluk almayı öğreniyor aslında fakat tüm bunlara rağmen sözde bencilliği değişmiyor. Serinin başından beri büyük ölçüde bu sözde bencilliği sayesinde yaşama tutunuyor- Sözde diyorum çünkü ona bencil demek pek hoş olmaz, onunki belli belirsiz bir şefkat, insanları kurtarma isteğiyle karışık bir bencillik. Yani en azından bize o öyle söylüyor.

Hareketleri, insanları kurtarmak istediğini anlatıyor. Sözleri değil. Bize anlattığı kadarıyla Kei tüm dünyayı kurtarmak değil, yalnızca eve gitmek istiyor.

Bütün bunlardan sonra, Kei’nin herkesten nefret ettiğini ve bencil olduğunu defalarca kez yinelemesinden sonra, manganın ilk bölümünü yeniden okuyalım. Hiç tanımadığı bir insanı kurtarmaya çalışan arkadaşına yardıma gidiyor. Bunu neden yaptığını devamlı olarak sorguluyor, bir başkasını kurtarmak yerine daha önemli işler yapabileceğini söylüyor. Fakat yine de canı pahasına ona yardım ediyor. Metronun raylarına atlıyor. Bu şefkat değilse nedir?

Belki de Kei, güvenemeyeceğimiz bir anlatıcıdır. Bu da zaten onun kişiliğine cuk diye uyar.

Siz ne düşünüyorsunuz? Gantz okudunuz mu, sever misiniz?

Author

Batı Edebiyatları okur, kedi sever. Bir de buralarda yazıp çizer. @mightbeyagmur

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.