Yıllardır kendi çapımda ödül yarışını takip ederim. Bu sezon, genellikle Eylül-Ekim aylarında başlar. Amerika içi ve dışındaki festivallerde ön plana çıkan filmler yavaş yavaş bu aylarda belli olur. Kasım ayında kulisler fısıldamaya, lobiler sallanmaya başlar. Bu noktada uğruna ciddi emek sarf edilen ve kampanyası yapılan kişi ve filmler bellidir. Genel olarak oy verecek kurum ve kuruluşların fikirleri de şekil almaya başlar. Ben de hafiften kendi lotomu oynamaya başlarım. Bu işte de biraz iyiyimdir ayıptır söylemesi, (inanmazsanız kanıtı var) genelde adayları Kasım gibi az çok tahmin ederim. Birkaç sürpriz olur ama, bunlar genelde yine adını duyduğum, bildiğim filmlerdir.

Giriş paragrafını bu denli uzun tutmamın sebebi şu, bu sene herhalde son on yıldır yaşadığım en büyük ters köşeye sahne oldu. Yarışta adının geçeceğini hiç tahmin etmediğim bir film, ne SAG, PAG ve DGA ödüllerine, ne Altın Küre’ye ne de başka bir törene meze olmayan bir film sadece Oscar adaylıkları kapmakla kalmadı; aynı zamanda gişe rekorları da kırdı. İşte o filmin yazısına bakıyorsunuz sevgili geekyaparlar. American Sniper. Amerikan askeri tarihinin en çok onaylanmış leşi olan keskin nişancısı Chris Kyle’ın gerçek hikayesi. Clint Eastwood’a 84 yaşında kariyerinin en yüksek gişe hasılatını getiren film. Belki de son yıllarda gördüğüm en sağlam erkek performanslarından birine ev sahipliği yapan film.

American Sniper 1

Filme aslında buradan başlamak gerek. Geçen gün The Imitation Game’i konuşurken, o filmin ne denli Benedict Cumberbatch üzerine yaslandığını ölçmeye çalışmıştık. Vardığım sonuç, genel itibariyle filmin kendine ait başka kıymetlerinin de olduğuydu. Bu tek bir kişinin performansıyla yönetilen ve şeklini şemalini o performans ile belirleyen bir film değildi. The Imitation Game’in Keira Knightley ve Mark Strong gibi filme değer katan başka faktörleri de vardı, kurgusu belki de filmin bir başka başrol oyuncusuydu, yer yer sahne tamamen müziklere bırakılıyordu…

American Sniper öyle bir film değil. American Sniper tamamen Bradley Cooper’dan ibaret. Filmin temelindeki kaya o, üzerine kurduğu kiliseyi ayakta tutan çimento o, aldığı virajlarda arabayı dengede tutan yine o. Bradley Cooper, belki de Daniel Day-Lewis’in There Will Be Blood’daki rolünden beri gördüğüm en iyi erkek oyuncu performanslarından birini sergilemiş; buna hiç şüphe yok. Çünkü film ondan o kadar çok şey bekliyor, ona o kadar yükleniyor ki; sadece sırıtmaması bile başarı sayılabilirdi. Ama Cooper ekstrasını da koyuyor; filmi olması gerektiğinden daha vurucu ve çarpıcı da yapıyor.

American Sniper 4

American Sniper kesinlikle savaşla ilgili bir fikir belirtmiyor aslında. Kapağına ve içindekilere bakıp öyle zannedebilirsiniz. Film Irak Savaşı’nda dört kez görev yapmış keskin nişancı SEAL Chris Kyle’ın gerçek hikayesi. Kyle 160’ı doğrulanmış 255 leşe sahip. Irak Savaşı sırasında oradaki askerler ve ordu mensupları arasında ciddi bir nama sahip oluyor. Kendine özel bir ekip kuruyor ve savaş sırasında ciddi bir başarı gösteriyor. Döndükten sonra da kendisini diğer savaş gazilerine yardımcı olmaya adıyor.

Film size asla savaşı yargılayacak bir boşluk bırakmıyor. Zira bu bir savaş filmi değil, bu bir karakter filmi. Irak Savaşı en kötü arka plandaki bir set giysisi olarak kalıyor. O yüzden burada bir Redacted bulmayacaksınız. Bu film masaya oturup sizinle Irak Savaşı’nın ahlaki ve siyasi meşruluğunu tartışmıyor. Bunu ya garanti kabul ediyor, ya da masasına hiç meze etmiyor; bilemeyiz. Ama söylenmesi gereken şöyle önemli bir nokta var; bu film aslında size Chris Kyle’ı yargılayacak da bir boşluk bırakmıyor.

Dürüst olmak gerekirse American Sniper’ı Clint Eastwood’un meşhur sağ kanada kayan siyasi görüşlerinden ayırarak izlemek mümkün değil. Eastwood Cumhuriyetçi bir adam, bu konudaki fikirlerini de saklamak için bir gayret göstermiyor. O yüzden film savaş hakkında söylemediklerini, bir nevi Kyle üzerinden söylüyor. Chris Kyle, Cooper’un muazzam, hayranlık bırakıcı performansının da faydasıyla çok abartısız bir asaletle tasvir ediliyor filmde. Hikaye bir noktada Kyle’ın yaptıklarının şerefli hareketler mi olduğunu, yoksa daha ziyade kişisel bir davanın ürünü mü olduğunu sorgular gibi oluyor; ama çok kısa bir süre sürüyor bu. Ondan sonra Eastwood niyetini çok net bir şekilde öteki tarafa konumlandırıyor. Hayır, Kyle onurlu bir adam. Tartışmaya lüzum bile yok.

AMERICAN SNIPER

Bu portre eğer Amerikan mitolojisi ve kahramanlarıyla ilgili bir probleminiz varsa sizi muhtemelen çok rahatsız edecektir. Zira burada tasvir edilen şey, tam bir klasik Amerikan kovboyu. Film bu paralleleri çekmekte de hiç zaman kaybetmiyor. Zaten Kyle’ın ilk işlerinden birinin rodeoculuk olması; sessiz ve güçlü arketipine uyması, kendinden çok kurtaramadığı silah arkadaşlarını umursaması ve uykularının bu yüzden kaçması, hayatını kurtardığı insanların yanında tevazuyla başını eğip, şapkasının ucunu tutarak selam vermesi çok net benzetmeler koyuyor ortaya.

Filmin kurgusu bu noktada bu karakter eserini güçlendirmekte korkunç başarılı bir iş yapıyor. In medias res başlamak, Eastwood’un filmi kurgularken aldığı doğru kararların en önemlisi. Sahne geçişlerinin sık sık zaman sıçramalarıyla olması, filmi yer yer parça pinçik bir hâle getirse ve bazen vidalar biraz gevşek dursa da genel itibariyle uzun bir zamanı kısa bir sürede kendi içerisinde bütünlüklü sahneleri birbirine bağlayarak başarıyla tasvir edebiliyor Eastwood. Bu noktada hem geriye dönüp, sonra kaldığı yerden devam eden; hem de sık sık zamanda ileri sıçrayan filmin aralardaki boşlukları doldurması için çimento olmasını beklediği şey Bradley Cooper. Ve Cooper bu görevi başarıyla ifa ediyor.

American Sniper 3

Başlangıç sahnesinden sonra geriye yapılan yolculuklar, belki de gördüğüm en iyi karakter oluşturma sahnelerinden birkaçı konumundalar. Senaryo bu konuda ustalıkla halletmiş işini. Kyle’ın kim olduğunu ve onu iten sebeplerin ne olduğunu çok kısa bir sürede, net bir şekilde anlıyorsunuz  Siz Cooper’ın performansı sayesinde karaktere ve filme bağlanıyor, sonrasında gelen adrenalin yükselmelerini ve gerilim anlarını onunla beraber yaşıyorsunuz.

Film bu sahnelerden sonra finalini çok ustaca yapıyor. American Sniper’ın üzerinizdeki gerilimi yavaş yavaş atıp, kurulu bir oyuncak gibi azalarak bitmek konusunda ciddi anlamda derslik bir başarısı var. Bunların üzerine sizi bir de -merak etmeyin spoiler vermeyeceğim- finaliyle çarpınca, iyiden iyiye tokadı yemiş bir vaziyette ayrılıyorsunuz filmden. Eastwood ve Cooper’ın başarısı da bu zaten. Sizi bir karaktere bağlıyor, sadece o karakter üzerinden sizi geriyor, sinirlendiriyor, heyecanlandırıyor ve en sonunda da o karaktere yaptığının iziyle uğurluyor; sizi bir nevi –isteseniz de istemezsiniz de– o karaktere hayran bırakıyor.. Eğer bir Amerikan yönetmenin, kendi ülkesinin bir savaş kahramanını parlatıp en yüksek rafa koyması sizi rahatsız edecekse American Sniper’dan uzak durun. Ama yok, son yılların en iyi tek karakter dramalarından birini izlemek için bu size bir engel teşkil etmiyorsa, buyurun, American Sniper sizindir…

Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

9 Comments

  1. İbrahim Köz Reply

    Sonuç olarak bu bir biyografi filmi ve yukarıda bahsi geçen, öldürülen 255 kişi kurgu değil gerçek insanlardır. Yazılarını beğenerek okuduğum bir yazarın, hele ki gezi ruhu taşıyan bir yazarın, sebebi apaçık ortada olan gerizekalı bir işgal yüzünden yerlerinden, yurtlarından, ailelerinden, çocuklarından edilen bir milletin ölüleri hakkında “leş” tabirini kullanması hiç hoş değil.

    • Yiğitcan Erdoğan Reply

      onu ben de çok düşündüm İbrahim, ama sanırım askeri terim o. başka bir tabir bulamadım. alternatifin varsa yazıyı düzeltmekten gerçekten memnuniyet duyarım.

      • İbrahim Köz Reply

        Ölü olur, ceset olur. Leşten hariç aşağılamayacak her şey olabilir.

    • feelingbluee Reply

      gezi ruhu nedir ve bu yazı ile ne gibi bir bağlantısı vardır acaba?

      • İbrahim Köz Reply

        Gezi ruhunu ben yazar için kullandım yazı için değil. Gezi olayların başlangıcı ağaçların sökülmesi oldu ve insanlar tepkilerini bununla başlattı. Nihayetinde bu zulme karşı bir tepkiydi. Zaten yorumunda da soruya cevap vermişsin bir nebze

    • Abdulkerim Eser Reply

      ‘leş’ kelimesi 2 farklı manadadır. Birincisi bir katil birini öldürdüğünde o maktüle leş denir. Birde hakaret olarak kullanılır, evet. Ama burada öyle kullanılmadığı bariz. ‘255 ölüye sahip’ ne kadar anlamsızsa ‘255 leşe sahip’ o denli derdini anlatan bir kalıp.

  2. Can Doğanay Reply

    Hollywood bile, #OscarsSoWhite tartışmaları ile çalkalanırken, beyaz erkeklerin hikayelerinin aşırı ön plana çıkarıldığı, siyahi hiçbir oyuncunun 20 sene sonra bir adaylık alamaması, kadın odaklı hikayelerin geri planda kalması gibi tartışmalar varken bu yazı beni çok üzdü açıkçası. Sevdiğim bir yazarın bu filmi (teknik anlamda da olsa) bu kadar övmesini hoş bulamadım (kişisel görüşüne saygı duymakla birlikte, tabii ki). Bu adaylıklar, Akademi’nin “maalesef” son yıllarda yaptığı en büyük Amerikan propagandasıdır ve pek çok hak eden film ve insan varken bu adaylıklarla, Cumhuriyetçi Eastwood’un dibine kadar propaganda olan filmini böyle ön plana çıkarmak (haliyle bu adaylıklarla gişede de çoşturmak) Akademi’nin -hayatımdaki en önemli şeylerden biri olan- sinema sanatına yaptığı son yıllardaki en büyük ayıptır, belki de hakarettir.

  3. Nureddin YILDIRIM Reply

    Bu filmin fragmanını izlediğimde ‘kesin oscar verirler’ diye düşünmüştüm. Şimdi 6 dalda oscar adayı. Bu adam ‘bizim için’ ramadani şeytanıdır. Siz, bir eleştirmen olarak kurgu ile gerçeği birbirinden ayırt edip filmi öyle izliyor olabilirsiniz ama hepimiz biliyoruz ki bu film propaganda filmidir. Aç biilaç kendi vatanını savunmaya çalışan Irak’lılara karşı savaş ortamında olabilecek bütün lükse sahip amerikan askerlerinin kahraman olarak gösterilmesi insanın midesini bulandırıyor. Hurt locker’dan itibaren abd, vietnam için yaptığı propogandayı ırak için alenen yapmaya başladı..
    İnsanoğlu, çabuk unutuyor. Gelecek nesillerin aklında kalan şey oscarlı filmler olacak maalesef. Sizden nacizane ricam; sanatı, senaryosu, oyunculukları, yönetmeni ne kadar iyi olursa olsun böyle filmlere karşı site olarak mesafeli olmanızdır.
    Eleştirinizi okudum. Güzel bir yazı olmuş. Başarılarınızın devamını temenni ederim.
    Umarım vurgulamak istediğim noktayı iyi anlatabilmişimdir.

  4. feelingbluee Reply

    Bu film ”Chris Kyle’ın gerçek hikayesini” anlatmamaktadır. Keşke yazıyı yazan kişi bu adamın kim olduğuna otobiyografi olarak yazılan aynı isimdeki kitabın ne anlattığına bir baksa imiş. Eastwood’da karakteri insancıl kılmak adına değişiklikler yapıldığını belirtti.Yoksa Chris Kyle gerçekte öldürmekten zevk alan, filmdeki gibi zorunda olduğu için öldüren değil sevdiği için öldüren bir adam.Eğer bu film Chris Kyle’ı gerçekte olduğu gibi gösterse idi bırakın oscarda en iyi film adayı olmayı, filmi sinemalarda bile zor gösterirlerdi.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.