Nedendir bilinmez, bu sene neredeyse tüm Oscar filmlerini kendi şahsi parametrelerime uyup beni darmadağın edecek o filmi bekleyerek izledim. Her sene, Oscar’a formülünden aday olduğu çok belli olan eserleri illa ki görürdüm; bu sene de onlardan bolca vardı. Ama aralarında illa ki bir The Wrestler, There Will Be Blood, Life of Pi, Little Miss Sunshine, Black Swan çıkar, finalinde beni bozuk ve yarım yamalak bırakır, çenemi kapatır zihnimi açardı. Bu sene henüz böyle bir filmle karşılaşmadım. Ama Whiplash’ten büyük umutlarım vardı.

J.K. Simmons‘ı yıllardır orada burada büyük bir keyifle takip ediyorum. Kendisinin tüm çizgi roman filmleri tarihinin en cuk oturan casting tercihi olduğunu düşünmem bir yana; Law & Order’dan Closer’a kadar gözüktüğü her rolde harikalar yarattığını da düşünüyorum. Whiplash’e dair olan ümitlerim biraz da ondan kaynaklıydı. Onun varlığı biraz güven veriyor bana, hani bazı aktörler işin içinde olunca filmin çok da kötü olamayacağını bilirsiniz ya? Öyle işte.

Whiplash 3

Simmons bu güvenin karşılığını ekranda gözüktüğü daha ilk saniyede veriyor. Filmde önce sizi neredeyse metalik, neredeyse neon bir tarzla şekillenmiş sinematografi karşılıyor. Shaffer Konservatuar’ının koridorlarında, loş ışıkların arasında yavaş yavaş Miles Teller’ın canlandırdığı Andrew Neiman’a doğru ilerlerken dahi Simmons’ın ekranda gördüğünüz en karşı konulamaz derecede güç yayan karakterlerden birine büründüğünü fark ediyorsunuz.

Gerçekten, Simmons’ın performansını ne derece övsek az. Bir şeyi baştan belirleyelim; Simmons bu filmin kötü adamını, İngilizce tabiriyle villain’ını oynuyor. Filmin onu yerleştirdiği yer, baştan itibaren çok net. Zaten Whiplash’in yönetmeni Damien Chazelle‘in de onu olabildiğince canavarlaşması için yönlendirdiği çok aşikar. Ve bu canavarlaştığı sahnelerden, ruhunun daha ince gözüktüğü anlara muhteşem geçiyor Simmons. O geçişleri görmek, karakterin nüanslarına şahit olmak, onu muhtemelen sinema tarihinin en insancıl kötü karakterlerinden biri yapıyor.

Filmin kıymeti de burada zaten. Whiplash’in masaya yatırdığı soru, sanatın eğitimi üzerine. Chazelle, filmi kendi gençliğinde aldığı caz dersleri üzerine kurgulamış. Gerçek bir büyüklüğe giden yolda, nelerin mübah olduğunu tartışıyor Whiplash. Simmons’ın karakteri Terence Fletcher‘ın kullandığı dil ve yaptığı hareketler çoğunlukla spor koçları ya da askeri liderlerin tercih ettiği türden. Film bunu genelde daha ince görülen sanat eğitimin üzerine yerleştirip, bunun ne derece doğru olduğunu konuşmak istiyor.

Whiplash 2

Ama bir yandan da, konuşmaya pek niyetli değil. Whiplash’in aşağı yukarı hepimizin yaşadığı o onayını zor veren otorite figürüne karşı yaşadığımız Stockholm Sendromu ile ilgili ortaya koyduğu ilginç şeyler var; ve belki de söylemek istediği şey bazı karakter yapısına sahip insanların destek ve onaya, diğerlerinin de itilmeye ve şiddetli meydan okunmaya olumlu tepki verdiği yönünde. Ama en nihayetinde finali tüm bu ikilemi silip atıyor. Filmden birinin size bağırmasına rağmen bir şeyden vazgeçmiyorsanız ancak o şeyin efsanesi olabilirsiniz mesajını alarak çıkıyorsunuz.

Dürüst olmak gerekirse, bu mesajla ciddi bir problemim var. Ama filmle ilgili sahip olduğum sıkıntı buradan kaynaklanmıyor. Miles Teller kendi payına rolünü gayet akil bir şekilde canlandırıyor, ama onun Fletcher dışında diğerleriyle kurduğu ilişkiler hiç de iyi anlatılmıyor. Bazı noktalarda karakter ilişkileri çok dipten veriliyor –Nicole örneğinde olduğu gibi– bazılarında da kör göze parmak sokuluyor, Chazelle ne demek istiyorsa resmen bağırarak anlatmaya başlıyor. Özellikle sadece Neiman’ın yaklaşımını belirginleştirmek için yemeğe gelip sonra da giden aile sahnesi bunun muhtemelen en sağlam örneği.

Ardından film giderek kendisinden kopmaya başlıyor. Sürenin bir buçuk saat olduğunu düşünürsek, finale doğru serdiği ipleri bir yere bağlamak için bu derece acele etmiş olması gerçekten de çok şaşırtıcı. Whiplash bir noktada Fletcher ve Neiman’ın karakterlerinin ateş ve barut gibi olduğu noktasına varmak istiyor ama bu raddeye gelene kadar nerede durduğuna tam olarak karar veremediğinden, son duruşuna kalktığında arkada bir şeyleri eksik bırakmış gibi hissediyorsunuz. Özellikle finalden bir önceki “pislik hareket” gözünüze muhtemelen çok ucuz ve çocukça gelecek.

Whiplash-5547.cr2

Aslında konuşulması gereken şeyleri çok kuvvetli Whiplash’in. Büyük olmak, efsane olmak için dökmeniz gereken kan –hem metaforik, hem de gerçek anlamıyla- sizden şırıngayla alınmalı mı? Biri o kanı dökmek için sizi bıçaklamalı mı? Yoksa içinizden mi gelmeli? Bu yolda yalnız yürümek zorunda mısınız, bu yolu yürürken yalnızlaşmak zorunda mısınız? Bunların hepsi çok kuvvetli ve gerçekten de ağır sorular, ama Whiplash finalinde bir catharsis yaşamak için bu soruların üzerini çiğniyor. Dürüst olayım, benim bile kaldıramayacağım kadar Amerikan bir hareket bu.

Bunların ışığında, evet, net bir şekilde Whiplash’in o beklediğim vurucu film olmadığını söylemem gerek. Ama bu yine de tek bir gerçeği değiştirmiyor: bu film Simmons için dahi izlenmeyi hak ediyor. Simmons rolünde o kadar doğal ki, gerçekten de diğer aktörlere ifrit olduğuna yemin edebilirsiniz. Gerçekten de usta bir aktörün, ustaca bir performansı ve kendisinin bu vesileyle uzun zamandır hak ettiği alkışı alacak olması beni çok mesut ediyor.

Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

3 Comments

  1. Filmi izlerken adam bana işkence ediyo hissine kapıldım cidden, o duyguyu iyi vermişler film en güzel yerinde bitti zaten. çocuğun o kadar olaya rağmen yılmaması önemliydi kadroda J.K.Simmons dışında beklentim yoktu zaten. Aşk meşk olaylarına da fazla girmemişler bol bol müzik vardı güzel filmdi vesselam..

  2. alp demirkabız Reply

    o pis hareketi ben hiç beklemiyodum şahsen, yediğim için hoşuma gitti.

  3. Bir buçuk saatte bitmesi senaryonun eksikliği kanımca. Hatta senaryoyu oldukça zorlamışlar, çeke çeke uzatmışlar. Yönetmen ise muazzam bir iş çıkarmış bence. Kariyerini merakla bekliyoruz Damien Chazelle’nin.

Ege Gediksiz için bir cevap yazın Cevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.