Claire Denis’in son uzun metrajlı filmi Fire ya da nam-ı diğer Both Sides of The Blade‘i, Berlinale 2022’de izledim. Tam bir aşk üçgeni melodraması. Film bağ kurması, sempati duyulması zor karakterlerden mustarip. Bilindik bir hikâye sade bir dille anlatılmaya çalışılmış ve ne yazık ki vurucu bir olmamış. 

Yazının buradan sonrası spoiler içerir.

Bu aşk üçgeninin ortasında Sara adındaki orta yaşlı bir kadın ve iki erkek var. Sara’nın (Juliette Binoche) sevgilisi Jean geçmişi karanlık ve hayata dezavantajlı başlamış ancak Sara’ya tutkuyla bağlı görünüyor. Jean ve Sara’nın ortak geçmişinden, Jean’in eski ortağı ve Sara’nın eski aşkı François hayatlarına yeniden giriyor. Bununla beraber sevgililerin ilişkisinin geri dönülmez şekilde yara almasına yol açacak olaylar gelişmeye başlıyor. Sara’nın büyük aşkı ve eski sevgilisi yenisine zıt bir şekilde ilişkisine adanmış biri değilmiş ve ilişkileri karşılıklı güvensizlikten mustarip ve adamın zayıf görünmekten kaçan, mağrur, olgunluktan uzak ve diken üzerinde tutan tavırlarından ötürü yıpratıcı bir ilişkiymiş. Yeni sevgilisi Jean ile huzuru ve aşkı bulmuş görünen Sara tutkuyla aşık olduğu François yine resme girince ona kayıtsız kalamıyor. Talepkâr ve mağrur François ise Sara’yı yine mutlu edemiyor ve sonunda Sara iki adamı da hayatından uzaklaştırmayı seçiyor.

Jean’ın çocuğu ve annesi beraber yaşıyorlar ve onların bocaladığını, Jean’ın ise maddi problemler, oğlunun okulda başarısızlığı ve Sara’yla ilişkisindeki problemlerin ortasında kaldığını görüyoruz. François hakkında ancak çıkarım yapabiliyoruz çünkü filmde açıkça hakkında bilgi verilmiyor ancak Jean’ın onun yüzünden hapse girdiğini ve beraber çalıştıkları dönemde, onun ayak işlerine koştuğunu anlaşılıyor. Jean’ın, François’yı hayatına maddi nedenlerle geri soktuğunu düşündürüyor film. 

Bu sırada bağlam sağlamak için Jean’ın aile hayatına epey yer verilmiş ama ana hikâyeden kopuk ve Jean’ın bir ezilen olduğunun altını çizmekten başka amaca hizmet etmeyen, üstelik ucu açık kalan ve kafa karıştıran bir dal oluşturuyor. 

François’nın, Sara’yı daima diken üstünde tutan tavrı onun dünyasına girmeden, onu bir yabancı olarak tutarak temsil ediliyor. Ayrıca Sara’yı bundan şikayet ederken de duyuyoruz.

Sara’da, François’nın tetiklediği bir aşağılık kompleksi var ve bu duygudan kurtulmak istiyor. Artık Jean’la huzuru bulması için de çok geç çünkü sahte ilişkisinin maskesi düşüyor. 

Jean’ın Sara’ya olan sevgi gösterileri de aynı şekilde abartılı ve onun da Sara’ya, François’nın bıraktığı kuyruk acısından tutunmuş olabileceğini düşündürüyor.

François’nın Jean’a Sara’nın onu aldattığını açıklamasından sonra iki sevgili de Sara’nın, artık gerçeği inkâr etmekten vazgeçmesi ile bitiyor.

Okuyucuya konu ilginç gelmiş olabilir ancak izlemesi zor, estetik olarak seyir keyfi çok olmayan bir filmdi. Hem karakterlerin zayıflığı acı veriyor hem de izleyicinin kendiyle bağ kurmaya cesaret etmesine engel oluyor. François’ın zayıf karakter tasviri heyecan katmayan bir gizem. Üslup olarak mesafeli bir film. Filmin İngilizce adı Fire fakat içerisinde ateşli hiçbir şey yoktu. Filmin başlarındaki abartılı sevgi gösterileri iticiydi ve ben uzun bir süre yanlış anladım, ardından ipucu geldi ancak açıkçası benim bunları oturtmam için filmin bitmesi gerekti. Görüntüyle desteklenen bir ironi ya da başka ipucu veren bir stil seçimi yoktu maalesef. Çok beklediğim bir filmdi ancak filmi bocalamış buldum. 

Author

Matematikçi ve yazılımcı. Edebiyat, televizyon ve sinemayla ilgilenir.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.