Yazan: Umut Gül

Sinema sektörü söz konusu olunca, bu endüstrinin en büyük üreticisi konumundaki Hollywood, birçok sinemasever için sürekli tartışmalara konu olmuş, eleştirilmiş ya da sevilerek benimsenmiş bir ülke sineması. Ancak yedinci sanatın ortaya çıktığı ilk yıllarda tüm dünyada sinema endüstrisinin egemenliğini ele geçirmesiyle, günümüze kadar yerel olmaktan çok da uzaklaşmış durumda aynı zamanda. Yani Hollywood deyince küresel bir endüstriden bahsedildiğinin artık 5 yaşındaki çocuk dahi farkında.

90th_Academy_Awards_-_Show_34973.jpg-cb84d_c0-48-4667-2769_s885x516

Oscar olarak bildiğimiz Akademi Ödülleri, böyle büyük bir endüstriye sahip olan Hollywood’un, dolayısıyla da dünya sinemasının en prestijli ödülü konumunda. Her sene ödüllere aday olan filmler ve kazananlar çevresinde büyük tartışmalar yaşanıyor. Ancak son yıllarda eleştirmenler ve birçok sinemasever, özellikle politik rüzgârların yönüne göre bir tavır belirleyerek ödülün dağıtıldığını düşünüyor. İnternette ve birçok medya mecrasında bu tartışmalara geek insanlar olarak çoğunuz aşinasınızdır zaten. Bu tartışmalara katılabilmek için başlangıçta sorulması ve cevaplanması gereken bir soru var: Akademi, aday filmleri ve kazananları belirlerken hangi kriterlere önem veriyor?

Çoğu eleştirmen için tabii ki dikkat edilmesi gereken ölçüt, filmin estetiği. En azından teknik olmayan dallarda estetik değerin göz önüne alınması gerektiği, benim de hemfikir olduğum bir düşünce. Yazımda, son birkaç yıldır ayyuka çıkan bu tartışmalara, son 10 yılın En İyi Film Oscar’ı sahiplerine bir göz atarak katılmak istedim. Bana göre “en iyi film”, filmin bir bütün olarak estetik değerinin üstün olduğunun kabulü anlamına gelmekte. Dolayısıyla Akademi, ödülü verirken bunu ne kadar göz önüne almış, haydi inceleyelim!

Slumdog Millionaire – 2009, 81. Oscar

slumdog-millionaire

Film neden ödüle layık görüldü? Öncelikle filmin, bağlamıyla ilgili çok büyük bir sorunu yok. Kimi eleştirmenler tarafından film, “Amerikancı” bir duruşa sahip olduğu için sorunlu kabul edilmiş. Çünkü liberalizm övgüsü, Hindistan’ın en alt sınıflarından birinden gelen bir gencin bir yarışmayla milyoner olması bu eleştirilere sebep olmuş. Ancak bunun dışında filmi ön plana çıkaran asıl şey estetiği. Biçimi oldukça güçlü, öykünün anlatılışı oldukça özgün ve yenilikçi. Farklı bir deneyim yaşatıyor izleyiciye. City of God‘ın enerjisi ve vizyonuna sahip ve sinematografisiyle, nefes kesen kurgusuyla, müzikleriyle ve anlatısının da gücüyle film bir bütün olarak çok başarılı ve bu unsurların her biri birbiriyle organik biçimde uyumlu. Yani ödüle layık görülme sebebini, filmin bağlamı olarak değil sinematik estetiği olarak görmek mümkün. Bu yüzden eleştirenlerin sesini de kısabilmeyi başarmış.

The Hurt Locker – 2010, 82. Oscar

hurt-locker-watching-recommendation-videoSixteenByNineJumbo1600

Bir savaş filmi, ancak savaşın aksiyonunu değil gerilimini ön plana çıkaran bir yapım. Bir savaş-gerilim filmi için, gerilim unsurlarını kitabına uygun biçimde, oldukça başarılı bir şekilde kullanıyor. İzleyicisini de sürekli diken üstünde tutabiliyor. Ancak içeriği dolayısıyla filmi bağlamından ayrı olarak değerlendirmek pek mümkün değil. Amerikan patriotizmi kokan bir film. Birçok eleştirmen için Irak Savaşı’nı meşrulaştırdığı da bir gerçek. Özellikle tarafları konumlandırma şekli (madalya peşinde koşmayan kahraman Amerikan askeri ve korkak bombacılar), oldukça düz ve karikatürize. Bir tür savaş-gerilim filmi olarak başarılı gözükse de, biçimi ve içeriği de kitabına uygun olsa da en iyi film seçilecek kadar, sinematik estetik bağlamında kuvvetli değil.

The King’s Speech – 2011, 83. Oscar

kings-speech-22-1

Her şeyden önce iyi pazarlanmış bir yapım, en azından Akademi çevresine. Olay örgüsü sıradan denilebilecek türden bir film birçoklarına göre. Durum böyle olunca, filmin estetik değerinin onu ödüle götürdüğü düşünülebilir. Bir psikolojik gerilim olarak görülebilecek film, yönetmeninin bu türe uygun biçimde bir kurgu tercih etmesi, bundan da öte, özellikle karakterin psikolojik durumuyla mekânlar arasında kurduğu paralellikle ön plana çıkıyor. Düşük profilde kalan senaryo, filmin en büyük zaafı niteliğinde. Rakipleri arasında Black Swan gibi; psikolojik gerilimi ve dramayı görsel estetiğiyle organik olarak çok uyumlu biçimde bir araya getirmiş ya da Social Network gibi; daha “Amerikancı” olan ve dolayısıyla Akademi’nin tercihlerine daha uygun olan filmler varken, King’s Speech’in en iyi film seçilmesi, sanki Akademi’nin dönem dönem ortaya çıkan İngiliz sempatisine bir örnek gibi, ne dersiniz?

The Artist – 2012, 84. Oscar

454860-the-artist

Film, biçimi göz önüne alındığında, siyah beyaz ve sessiz olmasıyla yarışa farklı bir kulvardan katılmıştı. Sinema sanatının geçmişine, özellikle de Hollywood’un geçmişine bir saygı duruşuydu esasında. Diğer yandan oyunculukların sessiz sinema dönemine uygun bir kullanımı söz konusuysa da kadrajları, açıları ve çekim teknikleriyle modern bir görünüme de sahipti. Bu yönüyle cesur bir yapım olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Akademi’nin nostalji damarını okşaması ve eskiye duyulan saygıyı temsil etmesi dışında, anlatısı ve içeriğiyle çok da kuvvetli denilebilecek türden değildi. Yani ödülü kazanma sebebi politik doğruculuk değildi ancak sinematik estetiğin de bu seçimde çok etkili olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Akademi’nin duygusal davrandığı seçimlerden biriydi.

Argo – 2013, 85. Oscar

12ARGO-jumbo

Film birçok açıdan başarılı; yönetmenlik, kurgu, oyunculuklar sorunsuz. Ancak Amerikancılığı da bariz olan bir film olduğu gerçek. Hümanist bir duruşa sahip. Bir “kurtarma operasyonu” filmi olarak her şey yerli yerinde, formülüne uygun ancak yeni ya da farklı denilebilecek bir biçim ortaya koymuyor. Diğer yandan havalı anlarla dolu bir kurtarma operasyonu filmi değil. Derdini gerçekçi bir şekilde aktarabiliyor. Bütün bunları göz önüne aldığımızda, içeriğinin bu ödülü kazanmasında etkili olduğu düşüncesiyle baş başa kalıyoruz. Dolayısıyla bu ödül tercihinde politik olmayan bir yaklaşımın var olduğunu söylemek güç hale geliyor.

12 Years A Slave – 2014, 86. Oscar

12-years-a-slave1

Filmin birçok estetik unsuru başarılı. Sinematografisi imza niteliğinde, senaryosu ve oyunculukları da sorunsuz. Filmin ahlaki olarak durduğu yerde de sıkıntı yok; Amerika’nın aynı karanlık döneminde geçen Django’nun olduğu gibi “intikamcı” değil, tersine bireylerin içinde bulunduğu “insanlık” durumu aktarılıyor yalnızca. Yani hem biçimi hem de içeriğiyle estetik değeri yüksek bir film 12 Years A Slave. Ama filmi, bağlamından bağımsız değerlendirerek mi seçmiştir Akademi en iyi film olarak, orası muallak. Amerika’nın kölelik yıllarına dönüp dönüp günah çıkarmalarının ayyuka çıktığı bu yıllarda, bu ödülün politik doğrucu bir duruşu barındırmadığını söylemek, biraz fazla iyimserlik sanki.

Birdman – 2015, 87. Oscar

birdman-oscar-movie-review-special

Evet, geldik zurnanın zırt dediği yere. Bu film, birçok eleştirmene göre vasatı aşamayan bir film. Belki siz Geekyapar takipçilerine, en azından bazılarınıza göre de öyledir. Ama ben bu filmi ÇOK seviyorum. Birdman, biçimiyle bambaşka bir deneyim sunuyor bana. Farkındayım, bu yeni bulunmuş bir biçim de değil. Ama Oscar ölçeğinde pek karşımıza çıkıyor denemez. Açıkçası ödülü aldığında ben şaşırmıştım Akademi’nin böyle bir tercih yapmasına. Film öyle ya da böyle, bir geek damarına sahip. Bu da beni çeken yanı zaten.

Sunduğu farklı sinema deneyimi olanağıyla, daha da içine çeken bir yanı da mevcut ve bu biçim sahip olduğu satirik tavrının dahi önüne geçiyor. Üstelik Akademi’nin normalde satirik filmlere pek değer vermediği de bilinen bir gerçek. “Amerikancı” bir tavrı olsa da belirgin bağlam kesinlikle bu değil. Acaba o dönemde gelecek olan Marvel ve DC filmlerinin heyecanı dünyayı bu kadar sarmışken, Birdman’in de süper kahraman janrına yaptığı saygı duruşunun ve sanırım yüzüne tükürüşlerinin ödülü almasında etkisi olmuş mudur? Belki. Bunu da siz bana söyleyin.

Spotlight – 2016, 88. Oscar

banner2046

Filmin sinema estetiği bakımından eksikleri mevcut. Gerçek bir olaya dayanan öyküsü filmi güçlü kılan şey. Dolayısıyla içeriğiyle var olan bir film. İçeriği dışında var olamıyor derken; her şey yine formülüne uygun ve Oscar kalitesinde değil demiyorum. Biçimde, sinematografide, müzikte ve benzer unsurlarda harikalar sunmuyor. Peki, senaryosuyla ayakta duran Spotlight’ın öyküsü, gerçek olaylara dayanmasaydı bu kadar güçlü bir film olur muydu? Belki de filmle alakalı asıl tartışılacak ve bize ödüle layık olma sebebini açıklayacak soru da bu. Çocuk tacizini gündeme taşıması, ödülü alması için yeterli miydi? Bu nokta filmle ilgili tartışmalı bir konu ve ben Spotlight’ın en iyi film ödülünü kazanmasında politik doğruculuğun üstün geldiğini düşünüyorum.

Moonlight – 2017, 89. Oscar

20151023_Moonlight_D08_C1_K1_0121.tif

Moonlight, bana göre birçok estetik unsuruyla çok başarılı ve iyi bir film. Sinematografisinden, oyunculuklara, en önemlisi de senaryosuna kadar; “karakter nasıl yazılır”ın dersi niteliğinde. Oldukça epizodik görünebilecek türde, siyahi bir gencin 3 ayrı dönemini ele alırken, bağlantıları o kadar organik kuruyor ki, o epizodikliğin aslında nasıl bütüne hizmet ettiğini anlamak izleyici ya da eleştirmen için hiç de zor olmuyor. Ancak gelin görün ki, ödül verilirken yaşananlar bu filmin ödülünü, Akademi’nin politik doğruculuğu gereği bir lütuf gibi aldığını gösteriyor. Ayrıca iddia sahibi şahsım olarak diyorum ki La La Land sadece bir tür filmi olarak iyiyken Moonlight, bütün bir sinema eseri olarak çok iyi bir film.

The Shape of Water – 2018, 90. Oscar

qapaq

Del Toro’nun son filmi, çekim teknikleri, kurgusu, sinematografisi, kurduğu atmosferiyle çok düzgün, çok akıcı bir film. Hollywood’un formülize edilmiş dramatik anlatı yapısına tamamen uygun bir içeriğe sahip, prenses ile yaratığın aşkını anlatan bir peri masalı. Prensesin dilsiz olması ve insanlarla iletişim kuramayan bir yaratıkla bu sayede daha kolay bağ kurabilmesi, iletişimsizlik temasının çok doğru biçimde oluşturulmuş bir alegori. Film birçok noktada böyle sembolik anlatımla bezenmiş durumda.

Filmin eleştirildiği nokta ise, karakterlerin derinlikten uzak olması; bütün iyilerin bir öteki, bütün kötülerin de iktidar sahibi olması en basit alegori biçimi çünkü. Ama şunu tekrar belirtmemde, hatta abartmamda fayda var: The Shape of Water biçimsel olarak kusursuza yakın. Peki, ödülü kazanmasındaki ana sebep bu estetik unsurlar mıdır yoksa “ötekinin” kodlanış biçimiyle politik doğruculuğa çok uyan bir içeriğe sahip olması mıdır? Bu senenin Oscar’ında da bu tartışmayı siz okuyuculara bırakıyorum sevgili geekler. Yorumlarda birbirimizi aydınlatabiliriz.

Son 10 yılda Oscar ödüllerinin verilmesinde etkili olan değişkenleri inceledikten sonra şunu da belirteyim: En iyi film seçilen bu eserlerin kötü olduğunu ya da estetik değerinin olmadığını söylemiyorum. Ancak yeterliliklerini sorguluyorum ve siz okuyucuların da sorgulamasını umuyorum. Sizce Akademi’nin tercihlerinde, en azından yazıda sınırını çizdiğimiz son 10 yılda bir değişim söz konusu mu? Artık sinema estetiğinden çok politik rüzgârların etkisi mi tercihleri belirlemeye başladı? Yoksa Oscar ödülleri zaten hep böyle miydi ya da dönem dönem değişen tercih sebepleri mi söz konusu?

___________

DEV YAZI ÇAĞRISI 30 Ağustos’a kadar yazılarınızı kabul edecek. Detaylar burada.

Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.