This is a story about seeing. This is a story about being seen. All else is subservient. The ears assist; the hands comfort. The only verbs that matter are verbs of vision:
look, see, watch, observe. Gaze. Behold. Witness. The eye is our master, and the eye worships light.

Catherynne M. Valente Radiance

Görmek, tahakküm kurmaktır.

İsterseniz yıldızlara, isterseniz çayırlara, isterseniz otoriter bir rejimin tebaasına bakın; bakmak eylemi kendi başına hayatımızda öyle büyük bir yer kaplıyor ki farkında bile değiliz. Öyle ya, büyük şeyler görülmez. Oysa her şeyi her zaman görmek, gözümüzle yemek ve gözümüzle tüketmek gibi bir takıntıya sahibizdir.

Tüketim, tahakküm demektir.

Gözlem, gözlem, gözlem: oyuncuyu tüketiriz, sporcuyu tüketiriz, ister sahnede ister sokakta insanları tüketerek bitiririz, sanki eylemleri gözlemle değiştirme şansımız varmış gibi. Belki de vardır. Belki biz gözlemleyince kuantum parçacıkları farklı hareket ediyordur. Belki biz de farkındayızdır yarattığımız farkın. Belki mahkumları ve âşık olduklarımızı göz hapsinde tutmamızın sebebi budur. Ne de olsa aşkın zıddı nefret değil ilgisizliktir, demiş biri. İlgisizlik dediğimizi birine bağışlamak da birinden esirgemek de gözün tek bir seğirtişiyle olur.

Ve elbette çevremizi yerken ve açlığımızı böylece giderirken, doğayı gözlerken, modelleri incelerken, gökyüzünü seyrederken belki de hatırlanmayı garanti etmek istiyoruz kendimize. Özne olmayı, üreten olmayı da kesinleştiriyoruz. Gözleyen hatırlanır, gözlenen değil. Bilim insanı ve denek, ressam ve model, öğretici ve öğrenen arasındaki fark bazen gardiyan ve hapsolan kadar keskindir.

Gerçi ben, Heloise’i bir vazo kuru çiçekle bir tutarak ona ilk ihanetimi ettim.

Çünkü ben nasıl sizi seyreden ve seyredilenin arasındaki uçuruma ittiysem -veyahut itmeye çalıştıysam- Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi de aynı kandırmacayı kullanıyor. Heloise, neredeyse tamamen bir meta olarak başlıyor film boyunca, aynı biçimde devam edilse karakterden çok dekor olarak sayılacak biri: Çağlar boyunca kadınlar dekor olmadı mı tarih sahnesine, gözleyen erkek olunca? Bu müstakbel gelin gece dedikodusuna bir malzeme, gelecekteki eşine bir hediye ya da bir nazlı ve alımlı bir hanım kızdan fazlası değil başta. Bir nesne, ahşaptan kurmalı bir bebek ve en fazla, en fazla kişilik kazanmış ve kazanabilmiş haliyle bir model. Seyircinin ve Marianne’in gözüyle, yani, anlayacağınız üzere, eninde sonunda sadece bir kulak, kavuşturulmuş iki el ve yeşil bir elbise. Belki kıvrımlar belki de sulandırılması gereken boyadan ibaret Heloise.

Filmin ilk yarım saatinde kendisini görmüyoruz bile. Görmemiz için bir sebep yok, ilgilenmemeliyiz belki bu nesneyle. Ama bir ressam nasıl kuru çiçeklere bile eşi benzeri görülmemiş bir ilgiyle bakar bilirsiniz: sizinle şakalaşıyorsa bu çiçekler, sizden nefret ediyorsa, sizi seviyorsa, o zaman daha farklı bir ilgiye dönüşüverir.

Marianne’in elinde bir güç var.

Fırça da onun elinde, unutmayın, ve fırça bu hikâyede bir silah. Elinize başkası tutuşturmuş olsa da öyledir. İkinci ihanet tamamlanmış bir portredir belki de: O portreler yapılana değin, modelimiz bir insan oldu, konuşuyor artık. Üçüncü ihaneti bilmek, söylemek istemiyorum, çünkü o vakit “Üçüncü ihanet edildi,” diye yazmak zorunda kalacağım, “Heloise evlendi, başımı eğerek düzeltiyorum ki: evlendirildi.” Oysa biraz çabalarsak ihanetin edilmediği haftaların tadını çıkarabiliriz. Filmin aynı tevazu ve sadelikle nefes almasına, sevgiyle büyümesine ve pişman mı olacağım yoksa tebessümle mi hatırlayacağım?” sorusunu sormasına tanıklık edebiliriz.

Yanan Bir Genç Kadının Portresi kadınlar hakkında bir film. Bechdel Testi tüm anlamını yitiriyor birdenbire. İki erkeğin birbirleriyle konuştuklarını hatırlamıyorum: yine de tanımadığımız kimi karakterlerin zalimlikleri etrafta hayaletmişcesine dolanıyor. Kadınlar tarafından kadınlar hakkında ince elenip sık dokunmuş ancak organik ve belki bir miktar salaş hissinden hiçbir şey kaybetmemiş bir film bu. Miyazaki’nin bahsettiği nefes boşlukları kadar aheste ancak ışıklar açıldığı anda salona yeni girmişsiniz gibi akıcı. Bu film oyunculuk ve yönetmenliğine övmek için bile söz söyleyemeyeceğim bir film: kusursuza karışılmaz. Bu film kadınlar hakkında bir film evet, ister romantik ister arkadaşça ister anne kız bağı olsun tüm ilişkiler kadınların ilişkileri, bunu filmin başından sonuna görebilirsiniz: denizlerde, büyük ve zengin evlerde, ormanda ateş başında kutlama yapan insanlarda, arkadaşının düşük yapmasına yardım ederlerken karakterlerimiz, sevişirlerken veya tartışırlarken.

Bunu her sahnede tekrar görecek ve keşfedeceksiniz, bu bir kadın filmi; ve Eurydice ve Orpheus’tan bahsederlerken onlar yine anlayacaksınız, bu film kadınlara bir ses veriyor. Sessiz bir film Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi. Müzik hiç bu kadar önemsiz ve aynı anda bu kadar önemli olmamıştı belki de sırf tek bir cümle insan gırtlağından usulca çıksın diye. Dön arkanı diyecek o kısık ama güçlü sesi duyup duymamak hiç bu kadar diken üstüne koymamıştı bizi, seyirciyi. Görmek ve görüş alanımıza girenler ve modelin yüksekliği ve modelin çenesi ve neyi görüp neyi göremediğimiz ve sessizlikte kimin yürüdüğü ve—ve onca şey hiç bu kadar önemli olmamıştı, müziksizliği müzik başlayana kadar, aşıklardan biri piyano başına oturana kadar fark ettirmeyen bir yüklenim bu. Yönetmen tek duyumuza yüklenedursun: ne estetik bir yüklenme bu.

Her şey tek şeye hazırlık oysa.

Dön arkanı diyebilmek bir ses kazanımı meselesi, bir özgürlük meselesi ve güç dinamikleri meselesi. Heloise, Marianne’i ilk kez azarladığında her şey alt üst olmadı mı zaten? Ben size ne anlattıysam bozulmadı mı? Kuru çiçekler de insanlara gözlerini dikebilir pekâlâ: Tahakkümün kimde olduğu belli olur mu? Tahakküme gerek var mıdır hatta, bu hiyerarşi hep böyle gider mi? Denek de izleyemez mi bilim insanını, modeller de ressamlara derin derin bakmazlar mı? Arkanı dön diyebilmek kendini ateşe atmak pahasına olsun özgürlüğünü eline alabilmekse eğer, kadınlar ateşe atlamazlar mı düşünmeden?

We want to get behind the beauty, but it is only a surface. It is like a mirror that reflects to us our own desire for good. It is a sphinx, an enigma, a sorrowfully irritating mystery. We want to feed on it, but it is only an object we can look on; it appears to us from a certain distance. The great sorrow of human life is knowing that to look and to eat are two different operations.

Simone Weil
Author

İstanbul'da yaşıyor, buraya yazacak havalı bir şey de bulamadı. @charles_bourbaki

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.