İşte Justice League fragmanı çıktı, coşuldu/bozuldu. Kavgalar dövüşler bir şeyler. Oraları geçiyoruz. Esas mesele biraz, fragmanın ifade ettikleriydi. Kritik bir virajdı neticesinde fragman; çünkü Justice League kritik bir viraj. Bir şeyi kabul edelim, Justice League DCEU’nun gerçekten son şansı. Tamam, ya da devam. Ne olacak sene sonunda göreceğiz, ama şimdilik, bir Muhit’e bağlanalım mı? Çünkü çok güzel, farklı fikirlerde, zekalı tutkulu emekli kanaatler belirtildi. Buyurun, bir toplayalım şöyle!

Mesela, mynicknameisthis mahlası Deniz İbişler, şunu yazmış:

 

Bruce Wayne’in Karakteri Hırslı Lastik Dövmeden, ‘Zenginim Ben’ Şakasına Nasıl Geldi?

Batman-vs-Superman-Photo-High-Res

Yiğitcan, @acyberexile, o kadar dizmişsin Suspicion of Disbeliefler de komite kararıyla olmaz da falan filan. Dediklerinin hepsi tam olmasa da büyük ölçekte doğru şeyler. Dediğin bir şey dışında.

Ancak “Senin süper gücün nedir?” sorusuna, o sahnede, benim aklım ve mantığım, bir film önce tanıştığım Bruce Wayne’den farklı cevaplar bekliyor mesela.

İşte burası yanıldığın nokta. Sebebi de şu, evet, Bruce Wayne daha önceki filmlerde tanıştığın Bruce Wayne değil. Bu yani. Sebebi bu. Fragmandaki Bruce Wayne ile BvS deki Bruce Wayne aynı değil çünkü BvS nin temelindeki büyük olaylardan biri de Bruce Wayne’in kişiliğindeki değişimdi.

Düşün, doğduğun büyüdüğün şehir eşkıya ve mafya kaynıyor, çok sevdiğin anne ve baban da bunlardan biri tarafından, gözünün önünde öldürülüyor. Sen de büyüyüp gizli bir örgüte katılıp dövüş sanatları öğreniyorsun, sonra gelip şehrine geri dönüp bu kötülükleri silip süpürmeye başlıyorsun. Öyle ki hayata verdiğin önemden dolayı bunu kimseyi öldürmeden başarmayı amaçlıyorsun, yerel polis teşkilatındaki arkadaşından da yardım alarak. Büyük ölçüde de başarıyorsun da. Ama bir yerden sonra aklına bir soru takılıyor. Ben gittikten sonra ne olacak?

Bu yüzden de işin adabını öğretecek çıraklar yetiştirmeye başlıyorsun. Senin davanı sahipleniyorlar, onun adına savaşıyorlar. Oğulların olmaktan farksızlar yani. Sonra ne mi oluyor? Bir gün beyaz suratlı palyaçonun teki bu öğrencilerinden, manevi oğullarından birini -tahminen çok fena bir şekilde öldürüyor, öyle ki öldürdüğü çocuğun kıyafetinin üzerine “ŞAKALANDIN!” yazıp tarafına gitmesini sağlıyor.

Sonra ne mi oluyor? Bunalıma giriyorsun, çünkü sorumluluğu kendine yüklüyorsun, çünkü davanı sahiplenmesi için eğittiğin çocukcağız davan için savaşırken en azılı düşmanın tarafından hunharca öldürülüyor. Öyle bir bunalıma giriyorsun ki en büyük ideallerinden biri olan öldürmeme kuralını bile iplememeye başlıyorsun. Öldürdüğün adamın bir hayatı, eşi, çocukları var mıydı? Umrunda değil. Kendin öldürmeye tenezzül bile edemiyor musun? Damgala gitsin, senin işini hallediyorlar zaten, ne gerek var?

Hayata küsüyorsun. Dünya için, hatta dünyayı bırak ot gibi büyüyen suçlular için, şehrin için artık zerre umudun yok. Ama sonra ne oluyor? Bir uzaylı geliyor, bu uzaylı yüzünden komşu şehrin neredeyse yerle bir oluyor -öyle değilse bile suçu ona atıyorsun. Ha bu arada bu uzaylı teknik olarak tanrı, uzay gemileri filan kaldırıyor çok uğraşmadan, o derece yani. Komşu şehir yerle bir olurken de buna bizzat şahit oluyorsun. İki tane büyük çocuk kavga ederken altta kalan küçük çocukları umursamadığını görüyorsun. O kadar emek verdiğin, uğraştığın şeyleri tek dokunuşla yerle bir edebilecek bir adam var artık dünyanda. Ve bu sana koyuyor. Güçsüzlüğünü hissediyorsun. Yavaş yavaş.

Sonra bu adamı yerle bir etme planlarına başlıyorsun. İyi veya kötü olması değil seni arayışa iten, yapabilecekleri. İhtimaller seni arayışa sürüklüyor. Büyük çocuğun zaten küçük çocukları iplemediğini biliyorsun. Sonrasında ise buluyorsun o aradığın şeyi. Gümüş kurşunu. Ve plan yapıyorsun, düşmanının düşmanı senden habersiz yaptığın planlara sadık şeyler yapıyor, kavga anı geliyor çatıyor, dövüşüyorsunuz ve… o an geliyor çatıyor. Kavgayı sarımsaklarla ve aklınla kazanıyorsun. Ve o an geliyor; gümüş kurşunu sıkma vakti. Ama, çok beklenmedik bir şey oluyor; “Martha!” diyor bizim uzaylı. “Save Martha!” diye haykırıyor.

Gümüş kurşunu yiyeceğinden ötürü paniklediğini ve ölmemek için herşeyi yapacağını, yapabileceklerinin sınırını da bilmediğinden dolayı aklını okuduğu ihtimalini düşünüyorsun, ama afallıyorsun. Çünkü ölü annenin adını söyledi hayatını ellerinin içinde tuttuğun adam. Bir de kurtar murtar filan diyor. İyice amuşuyorsun. Soruyorsun sonra; “What did you say?” diye. Sonra da açıklama geliyor, dank ediyor kafana; Bu büyük çocuğun içinde bir küçük çocuk var aslında.

Öğreniyorsun ki aslında bizim uzaylı oğlan doğma olmasa da büyüme insanmış. Annesi varmış hatta, oraya gelmesinin sebebinin de aslında annesinin canının tehlikede olduğunu, tek kurtarma yolunun da yarasanın kafasını getirmesi olarak söylendiğini anlatıyorlar sana. Diyorsun kendi kendine “Ama bu, çok… insancıl?” Bu sefer daha kötü afallıyorsun, ama kendini toparlamayı daha çabuk hallediyorsun. Gümüş kurşunu bırakıyorsun elinden. “Ben hallederim” diyorsun, “Anneni ben kurtarırım, sen asıl kötüyü durdur.” İçinde bir şeyler değişiyor fakat, bulunduğun zamandan dolayı anlamıyorsun.

Biraz daha zaman geçiyor, o sırada bizim uzaylının annesini kurtarıyorsun, “Aa benim oğlanın arkadaşısın ha, pelerinden anlamıştım zaten” gibi bir konuşma bile geçiyor aranızda. Sonrasında da daha büyük bir şey oluyor. Büyük çocuklardan diğeri geri dönüyor: daha sert ve ölümsüz bir şekilde hem de. Başka bir tanrı da -100 yıl önce yaptığı gibi- bu kavgaya sizin tarafınızdan dahil oluyor, bu dahil olma işlemini de senin hayatını kurtararak yapıyor hem de. Üç büyük çocuk var sahada, ve iki tanesi diğerinin küçük çocuklara zarar vermesini engellemeye çalışıyor. Sen de biliyorsun ki büyük çocuktan kaçmak ve onu şaşırtmaktan başka verebileceğin bir destek yok. Çünkü kavga başlamadan önce küçük çocuklar bir su balonu attı ve bu işe yaramadı. Senin de elinde kalan son şey bir tutam sarımsak ve bir yerlerde yere atığın gümüş kurşun.

Savaş sürüyor, sürüyor. Sonunda yine beklemediğin bir şey oluyor. O ,yaşadığın dünyayı umursamıyor sandığın, uzaylı oğlan gümüş kurşunu alıyor ve büyük çocuğa saplıyor. Bunu yaparken de bir şey dikkatini çekiyor. Bunu ikisinin de sonu olacağını bile bile yapıyor. Irkına bile mensup olmadığı bir gezegeni sevdiği kız ve annesi için, gördüğü herkes için yapıyor. İnsanlık için yapıyor. Bir insan gibi yapıyor. Sonra savaş bitiyor. İkisi de ölüyor. Savaşın bitmesiyle de beynin stres hormonu ve böbrek üstlerin de adrenalin salgılamayı bırakıyor ve sonunda düzgün düşünebilmeye başlıyorsun. Sonrasında olan biteni anlıyorsun. Bütün ön yargıların, umutsuzlukların yıkılıyor. Yeniden doğuyorsun. O sadece yapabileceklerini düşünerek birini yok etmeyi isteyen adam, yok etmek istediği kişinin uğruna savaştığı şey için kendi canını gönüllü olarak verişine şahit oluyor. Yeniden. Doğuyor.

İşte bu yüzden, Yiğitcan, BvS deki Bruce Wayne ile Justice League deki Batman aynı değil. Olmayacak. BvS hakkında çok şey söylenebilir, eleştirilebilir. Ama eleştirilmesi yanlış olan şeyler listesinde 1. sırada sinematografi duruyorsa 2. sırada da Bruce Wayne ve yaptıkları, kişilik gelişimi durmalıdır. Adamın dünya görüşü değişiyor, isterse espiri de yapar. Dediklerim de şu ana kadar bize gösterilene uyuyor. Sorun varsa sorabilirsin, diğer arkadaşlar da isterse sorabilir. Bu arada bu hikaye işleyişine filan gelecekte filmlerle uğraşmak isteyen biri olarak söylemeliyim ki önem veriyorum, ve kesinlikle BvS bu konuda mükemmel değil. Lütfen bu yazıyı oku, okumazsanız sizi spam yağmuruna tutar, isminiz marvelyapar olarak yayarım. Bu tehdit yeterince açıklayıcı oldu sanırım. Adios compagno.

1 2 3 4 5
Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.