Avengers: Infinity War geldi, izlendi, kafamıza uydu düşmüş gibi hissettirdi ve halâ düşüncelerimizin her köşesini işgal etmekle meşgul. Bu bir süre böyle gidecek. Çünkü Infinity War; karizmatik sahnelerini tekrar tekrar anlatmaya, işçiliğini övmeye, esprilerini baştan yapıp gülmeye, yasını tutup üzülmeye, sirtakide tabak kırar gibi teori üstüne teori kırmaya çok müsait bir film. Bugün bu yazıda hepsinden biraz yapalım, hep beraber filmin yükünü biraz kaldıralım istiyorum. Tabii bunu dibine kadar spoilera batıp çıkarak yapacağız. Yoksa tadı mı çıkar? Gelenektir, keskin bir uyarı çakalım:

Bu yazı bir 10 yıl dolusu spoiler barındırıyor. Bu yazıyı okumak Infinity War’u izlememiş dimağlar için oldukça zararlı olabilir. İzlemiş olanlarınsa görseli geçmeden önce derin bir nefes alması ısrarla tavsiye edilir. Zira benim, parmaklarımı harflere vurmaya başlamadan önce aldığım derin nefeslerin haddi hesabı yok.

1516015243_avengers-infinity-war-trailer

Gelin her şeyden önce biraz vefakar olalım: Yazdığımız spoilersız incelemede Infinity War’ın standart film dinamikleriyle değerlendirilemeyeceğini, 2 saat 36 dakikalık bu eseri kendine ait strüktürü olan bir event yani bir hadise olarak kabul etmenin doğru olacağından bahsetmiştik. Bugün bu sözler halâ geçerli. Çünkü Infinity War on yıllık, görmezden gelinemez bir emeğin eseri. Eğer ki MCU bazen tökezleyerek, bazen hakikaten saçmalayarak ama hep inanarak tam 18 adet filme imza atmamış olsaydı; bugün Infinity War diye bir hadise ortaya çıkamazdı.

Filmin her bir karesi önceki filmlere ve onlara emek veren herkese bir miktar borçlanarak çekildi. Bu borçların içinde mizah anlayışları, stiller, karakterizasyonlar, müzikler ve çok daha fazlası var. Önemli olan şu ki Infinity War aldığı borçlarla harika bir yatırım ortaya koymuş ve onun sayesinde önceki 18 film, kendisi ve bütünüyle MCU biraz daha zenginleşmiş, değerlenmiş. Hayır, filmin üç günde yaptığı 630 milyon dolarlık gişeye bir gönderme değil bu. Bahsettiğim manevi bir değer, sermayesini izleyicilerinin bitmek tükenmek bilmez ilgisinden ve sevgisinden çıkartan bir değer.

Infinity War’da yapılan en doğru şey hiç şüphesiz dengeyi sağlamak olmuş. Denge, aynı Thanos’un anlattığı gibi, birçok probleme çözüm olmuş. Örneğin MCU’nun doğuştan özrü gibi görülen yersiz espri hastalığı Infinity War’a nüfus edememiş. Marvel mizahı, Infinity War’ın vermesi gereken gerginliğin üstüne çıkmayacak düzeyde kendini göstermiş; hatta esprilerin birkaç saniyeliğine her şey yolundaymış hissi vermesi hiçbir şeyin yolunda olmadığının birden fazla kez sindirilmesi gerekmesine sebebiyet vermiş. Sadece mizah ve gerginlik de değil, Infinity War kurgusal bir eserden bekleyebileceğiniz hemen her hissi birbirlerinin üstüne çıkmayacak dozlarda, dengeli bir halde seyircisine yaşatabilmiş.

İsterseniz, Infinity War hadisesinin detaylarını konuşmaya hadisenin mimarından, başrolünden, felaketinden başlayalım. Sonrasında hadisenin kurbanlarına ve daha başka detaylara yöneliriz.

infinity-war-poster-1011820-e1500962682592

Thanos’un gelmiş geçmiş en iyi süper kahraman filmi/dizisi kötüsü olup olmadığı tartışılıyor. Sanırım buna kesin bir cevap vermek için filmin şokundan çıkmamız, eski favorilerimize bir dönüp bakmamız gerekecek. Fakat şunun su götürmez bir gerçek olduğunu cümle alem kabul etmeli, senaryo derslerinde altı çizilmeli, itiraz edende art niyet aranmalı: Thanos muhteşem bir kötü karakter. Biz izleyiciler filmin kahramanlarına karşı duran ve etik bulmadığımız eylemlere kalkışan karakterleri kötü olarak damgalarız. Yanlış bir refleks de sayılmaz, çoğu zaman aklımızın asla almayacağı caniliklerin peşindedirler. Fakat bir kötü karakteri kaliteli yapan, eylemlerini bir an için bile olsun aklımızın aldığını hissetmektir. Thanos da böyle bir kötü: Motivasyonu empati yaptığınız takdirde oldukça anlaşılır, amacına olabildiğince az zarar vererek ulaşmaya çalışması sempatiye bile neden olabilir.

Bir deli titanın, eline bir zırhlı eldiven takıp onu evrenin en kudretli taşlarıyla süslemeye çalışması ve bunun sonucunda yok edici bir gücü hedefliyor olması ortaya çok standart bir kötü adam silüeti çıkarıyor. Ancak bu titanın bunu yapmaktaki amacının, evrenin tamamının yok olma ihtimalini ortadan kaldırmak için evrenin yarısını, olabilecek en az zararla ve eşitlikçi biçimde yok etmek olduğunu öğrendiğiniz an mermer kesiliyorsunuz. Milyonlarca masum canlının katilini anlıyor oluşunuz kanınızı donduruyor. Başka yolları zorlamadan bu yola asla başvurmayacağınızı, Thanos’un kibirle hareket ettiğini idrak ettiğiniz vakit kendinize gelebiliyorsunuz ancak. İşte Thanos’u izlerken altında ezildiğinizi hissettiğiniz karizma da bu afallayıştan kaynaklanıyor.

Öte yandan, kötü karakterin kalite kazanabilmesi için içinize korku salabilmesi de gerekiyor. Thanos, yine anlaşılırlığı sayesinde korkutucu olmayı başarıyor. Çünkü onu anladığınız an amacı uğruna neleri göze alabileceğini de, tüm gücünü kullanmaktan kat’iyen çekinmeyeceğini de fark ediyorsunuz. Bu kararlılık onun karşısında duranları desteklediğiniz sürece oldukça korkutucu gözüküyor.

MV5BMTkzMTE1Mjk2Nl5BMl5BanBnXkFtZTgwMzk2MTUwNTM@._V1_SX1777_CR0,0,1777,937_AL_

Thanos’un muhteşem yazılıp muntazam filme alındığı aşikar. Fakat onu unutulmaz yapan bunlardan ibaret değil. Kalan övgülerin ilk yarısını kesinlikle Josh Brolin hak ediyor. Brolin; taşıması, yük arabasıyla bile zor olacak karakteri zırh gibi üzerine giymiş. Thanos’la bütünleşmiş ve kameranın onu takip ettiği her an gerçekten de evrenin yarısını yok etmeye kararlı bir titan olmuş. Düşünüyorum ama Infinity War setinde çalışan biri olsam Brolin’i rol keserken gördüğümde ilk önce kaçacak yer mi arardım yoksa gözümü dört açar olabildiğince yakından mı izlerdim, karar veremiyorum.

Kalan övgülerin diğer yarısı ise Thanos’un görsel efektlerinde emeği geçen her bir kişiye gidiyor. Abiler, ablalar siz nasıl bir iş başardınız öyle? Thanos gözümle görüp elimle dokunduğum her şey kadar hatta bir kısmından daha da gerçek duruyordu. Deri yapısı, mimikleri, mikromimikleri, yüzle vücut şekli o kadar ince bir işçiliğin eseriydi ki Thanos harika yazılmış karakterinin de yardımıyla 2 buçuk saat boyunca gerçek oldu seyirci için.

1

Thanos’un ardından masaya Sonsuzluk Taşları’nı yatırmak farzdır diye düşünüyorum. Koleksiyonunu büyüten Thanos’un her bir taşı ele geçirdiğinde daha da güçleneceğini biliyorduk. Fakat her taşı isimleriyle doğrudan uyumlu ve bu kadar efektif biçimlerde kullanacağını ummuyordum. Film boyunca gerek el hareketlerinden gerek taşların parlayışlarından gerek efektlerdeki renklerden hangi taşın ne amaçla ne zaman kullanıldığını takip edebildik. Ayrıca nihai amacını gerçekleştirmek için tek ihtiyacı taşlar olan Thanos’un hedefindeki taşı ele geçirdikten sonra oyalanmadan olay mahallini terk ettiğini gördük. Bunlar sayesinde taşlar, Thanos ve kahramanları karşı karşıya getirmek ve eski hikayeleri bağlamak için kullanılan senaryo oyunları gibi gözükmediler.

Taşlar kullanıldıkça sıradaki taş gözümüzde daha da değerlendi. Thanos kuvveti, mekanı, zamanı ve algıyı manipüle ettikten sonra sona kalan zihin ve ruh taşlarının ne için kullanacağını görmeyi merakla bekledik. Açıkçası, ruh taşını ele geçiren Thanos taşın ismine uygun bir güç göstermeden yoluna devam ettiğinde o beğendiğim anlatımın kaybolduğunu düşündüm. Fakat zihin taşını ele geçirir geçirmez evrenin yarısını gerçeklikten sildiğinde bütün itirazlarımı yuttum. Steve Rogers gibi çöktüm ve iç çekmekle yetindim. Sonsuzluk Taşları’nın isimleri ayrı ayrı ve bir arada o an anlam kazandı.

3361298-infinity-gauntlet-stones

Thanos kahramanlarımızın tepesine kendi kuvvetinin ve taşların yanısıra bir de Black Order ile çöktü. Filmde Children of Thanos adıyla tanıdığımız 4 kişilik öncü grup sanıyorum filmin pek de güçlü olmayan yanlarından biriydi. Film Ebony Maw’ın o muhteşem tiradıyla açıldığında hiç de böyle düşünmüyordum. Hatta New York’taki çatışma sırasında Ebony Maw’a iyiden iyiye bayılmaya başlamış, Cull Obsidian’ı alışıldık bir kas gücü olarak kabullenmiştim. Fakat yüksek potansiyelli grup biraz kolay harcandı diye düşünüyorum. Maw gelmiş geçmiş en iyi yancı kötü olmak üzereyken o an için komik ama sonrasına kolaycı olduğunu kabul ettiğim bir şekilde öldürüldü. Aynı evren içinde birden fazla kez karakterlerin uzay boşluğuna bir süre dayandığına şahit olduk. Gamora bunu yapabilirken telekinetik güçlere sahip Maw nasıl hemen rahmetine kavuştu anlayamadım.

Proxima Midnight ise hiç etkileyici olamadan kadın dayanışması eşliğinde uzaylı biçerdöverlerin altında kaldı. Zaten ilk aksiyonunda Black Widow’dan şamarı yediğinde canımı sıkan Proxima, Black Widow ve Okaye’yi işe yarar göstermek uğruna ölüme de kolayca yollandığında biraz tadım kaçtı. Thanos’un 4 muhafızından biri olmuş 3 metre boyundaki savaşçıdan daha dirençli olmasını beklerdim. Eğer çizgi romanlarda olduğu gibi mızrağının asla hedef şaşırmaması özelliği filmde de gösterilse daha akılda kalıcı bir karakter olabilirdi. Cap mızrağını tuttuğunda dehşete kapılmasıyla bu özelliğine bir gönderme yapıldı ama yeterli değildi. Corvus Glaive’le ise küçük bir derdim var; Çizgi romanlardaki yarı ölümsüz, usta stratejist, ölümüne sadık kumandandan sinir bozan, sinsi bir suikastçıya dönüştürülmesi çok da rahatsız olduğum bir tercih değil. Tipine oldukça uyumlu olmuş ve filme güzel bir dinamik katmış. Sadece keşke o sinsiliğini ikna edici kılan küçük bir sahnesi daha olsaymış. O zaman Vision, onu kendi silahıyla sırtından bıçakladığında daha da yükselirdik. Cull’a gelirsek; kas gücüyle geldi, kas gücüyle gitti. Canım benim.

1524231602_black-order-avengers-infinity-war

Paragrafları arşınladık hala tek bir kahramandan bahsetmeye fırsat bulamadık, farkındayım. Loki’yi, Spider-Man’i, Dr. Strange’i ne kadar konuşmak istediğinizi de biliyorum. Ama o aşamaya gelmeden önce filmin gönle ve akla hitap eden yanlarına ara verip göze ve kulağa hitap eden yanlarına kısaca değinmek istiyorum: Her ne kadar artık Avengers Theme’i duyduğumuzda saygı duruşuna geçesimiz gelse de kabul edelim, alışkanlıktan. Alan Silvestri Avengers tema müziği dışında filme etkili bir damga vuramamış. Fakat GotG ekibi ve Wakanda sularında çalan onlara özgü müzikler aynı kendi filmlerinde olduğu gibi çokça doyurucu. CGI; Thanos için muazzam, filmin genelinde ise tatmin ediciydi. Fakat Proxima’nın oyun sinematiği gibi gözüktüğü gerçeği ve Hulkbuster’ın CGI olmayan karakterlerin yanında dururkenki görüntüsü insanı filmden koparıyordu.

Gelelim paragraflardır ne kadar iyi idare edildiğini anlattığımız hadisenin iki idarecisine: Russo kardeşleri ne kadar övsek az kalacakmış gibi geliyor. Çünkü üstesinden geldikleri şey daha önce örneği olmayan bir şey. Daha önce yine aynı seride tam üç kez ikiden çok kahramanın film paylaştığına şahit olduk. Fakat ilki, yani Avengers yoğunlukla Iron Man filmi tonlarındaydı ve başarıyla bir Avengers tonu yaratarak iki ton paylaşıyordu. Age of Ultron, Avengers tonunu yine buldu ama sonrasında edinmeye çalıştığı diğer tonları taşıyamadı ve çorbaya döndü. Civil War zaten bir Captain America filmiydi ve Avengers tonundan ödünç aldıkları vardı.

Infinity War ise hem kendi filmlerinden çıkıp gelen her bir karakterin öznel tonlarını taşıyor hem bir Avengers filmi gibi hissettirebiliyor hem de yepyeni, kaotik bir Thanos tonu yaratıyordu. Hadise diyoruz sabahtan beri, yalan mı söylüyoruz? Bu dengeyi borçlu olduğumuz kişiler; kendilerinden önceki tüm yönetmenleri anlamış olmalarıyla, o gergin tracking çekimleri ve epik kadrajlarıyla, izleyicilerini ve sinemayı aynı masaya oturtmayı kafaya koymuş Russo kardeşlerden başkası değil.

avenger-infinity-war-strange-iron-man-bruce

Antagonist cephesini kapattık, biraz teknik konuştuk; şimdi nihayet dikkatimizi 10 yılımızı verdiğimiz kahramanlara yoğunlaştırabileceğiz. Bu kalabalık kadroyu incelerken Russolardan iyi mi bileceğiz diyerek filmdeki gruplar üzerinden gidelim diyorum. Müsaadenizle başlangıcı MCU’nun vaftiz babası Tony Stark ve çevresindekilerle yapmak istiyorum. Iron Man’in bu filmde öleceğine emin konuşuyorduk. Kontrat, hikaye gerekliliği gibi sağlam sebeplerimiz vardıysa da ters köşeye düştük. Tony hayatta kalan bir avuç kahramandan biri oldu. Fakat filmde yaşadıkları en az ölüm kadar vurucuydu. Nanoteknolojik müthiş havalı suiti de yaşananlara tuz biber oldu. Civil War’daki zırhtan buraya biraz hızlı bir geçiş yapılmıştı sanki ama zırhla ilgili her şey o kadar heyecan vericiydi ki tutarlılıktan biraz ödün vermek beni hiç rahatsız etmedi.

Stark’ı kendi gibi sarkastik liderler olan Dr. Strange ve Star-Lord’la eşlemek çok akıllıca bir hareket olmuş. Strange ile kriz anında oluşturduğu çekişmeli dostluk en az Steve Rogers ile olan kadar ikna ediciydi. Aslında bir çeşit kavuk teslimi izledik: Strange’in Tony’nin kafasına az çok uyan, onun mizahına, karizmasına ve egosuna sahip bir karakter olduğunun altı iyice çizildi. Böylece sonraki fazın Stark’ının Strange olacağına emin olduk. Star-Lord’un fevri liderliğindeki Guardians ve Spider-Man’in de bir anda Tony’nin sorumluluğu altına girmesi gittikçe duygusallaşmakta olan karakterini iyiden iyiye zorladı ve onu ölümüne götürecek son eforu harcatmaya itti. Ta ki Strange beklenmeyeni yapıp taşı Thanos’a verene kadar.

Dr. Strange’i ilk kez bu filmde diğer Marvel kahramanlarıyla gördük. Hızlı bir giriş oldu, değil mi? Fakat yaraşır bir girişti aynı zamanda. Şimdilik emin olamıyoruz ama muhtemelen filmin yarısından itibaren yaşanan her şey bir şekilde onun vizyonuyla gelişti. Bunun yanında diğer karakterlerle omuz omuza mücadele ederken ne kadar işe yarar bir ekip arkadaşı olduğunu kanıtladı ve kendini çoğalttığı o anda filmin ve MCU’nun en etkileyici sahnelerinden birini canlandırdı. Sizce de teslim aldığı kavuk ona çok yakışmayacak mı?

gallery-1521206321-doctor-strange

Spider-Man’in ikinci büyük görevinde uzaylı bir telepatı öldürdüğünün farkında mısınız ve evrenin en güçlü adamını defalarca tekmelediğinin? Hem de filmin ezici yoğunluğuna aldırış etmeden olabilecek en Spider-Man şekilde yaptı bunları. Espriler saçarak, amatörce ama sahadaki herkesten daha yüksek potansiyeller göstererek. Iron Suit de fena yakıştı hergeleye. Şahsen o metal kollar ilk çıktığında önümde oturan ve neler döndüğünü pek anlamayan 70 yaşındaki eleştirmenin kelini öpmek üzereydim. Ve bu arada Spider-Man yine en Spider-Man biçimde öldü değil mi arkadaşlar? Arkasında bıraktıklarına mahçup olarak…

Spider-Man ve diğer kül olup uçanların aslında ölmediği kuvvetli ihtimaline değineceğiz. O yüzden şimdilik onlar için daha da duygusallaşmaya gerek yok. Fakat geri dönüşü olmayan gidişler de oldu Infinity War’da. Bunlardan en önemlisi ise kuşkusuz Gamora’nın ölümüydü. Açıkcası bu önem ölen karakter Gamora olduğu için oluşmadı. Bana sorarsanız Thanos’un evlatlık kızı MCU izleyicilerinin kişiselleştirdiği karakterlerden biri değildi. Onun ölümünün önemi sonuçlarından geliyor: Gamora’nın ölümü sonucunda Thanos gözlerimiz önünde bir trajedi yaşadı ve böylece karakteri derinleşti, ruh taşı teorileri boşa çıktı ve ruhun diğer taşlar aksine öfkeyle değil sevgiyle alınabileceği anlaşıldı, Star-Lord’u kontrolden çıkardı ve Thanos’u kahramanların elinden kaçırttı.

Bir diğer vedamız ise bir zamanın favorisi Loki’ye oldu. Öncesinde Thanos’un emriyle dünyayı yakıp yıkan Fesatlık Tanrısı bu sefer becerilerini fedakarlık uğruna kullandı ve bu onu filmin ilk kurbanı yaptı. Daha ilk dakikalarda bir favorinin boynunun kırılması, her ne kadar ölümü beklense de, koltuklarımızda doğrulup her şeyi ciddiyetle izlememize sağladı. Valhalla’da görüşmek üzere Asgard’ın prensi, Odinoğlu, Jotunheim’in meşru kralı, Fesatlık Tanrısı Loki Odinson!

908211

Hazır Odinsonlar konumuzken filmin Thanos’tan sonraki en etkileyici karakterine Thor’a bir değinelim. Şimşek Tanrısı’nın bu filmde yeni çekicine kavuşacağı, güçlerini zorlayacağını tahmin ediyordum ama her şeyin bu kadar etkileyici olmasını beklemiyordum. Aynı Drax’ın anlattığı gibi çevresindeki herkesi basit varlıklar gibi gösterdi Thor. Şiddetli Avengers tema müziği eşliğinde Wakanda’ya indiğinde en kurak topraklar bile bereketlendi. Kendi filmlerinin hiçbirinde tanrı gibi gözükemeyen Thor sonun başlangıcına yaklaşıldığında kendini gösterme fırsatı buldu. Eğer Infinity War diğer filmlere benzeseydi filmin kahramanı da o olacaktı. Bu arada Rocket ve Groot gibi iki absürd modern karakter yüzyılların kurgusal karakterinin yanına çok yakışmıştı. Groot’un çekici tamamlaması detayının da tatlılığıyla oldukça eğlenceli bir ekip olmuşlar.

Atmosfer dışındaki karakterleri bir kenara bırakıp Dünya’ya ayak basmak istiyorum artık. Önceliği de torpil hakkımı kullanıp Captain America’ya veriyorum. Belki bir Thor değildi ama Cap’in filme girişi bir insanın tanrısal görüntüye en yakın olabileceği şekildeydi. Ancak Cap’in etkin varlığı o sahnede kaldı ve Thanos’un yumruğunu tuttuğu ana kadar bir daha gözükmedi. Bu bir eksiklik değil, tercih. Elbette bir hayran olarak beni mutlu eden cinste bir tercih değil fakat anlaşılır bir tercih. Bir tanrının, mistik sanatlar ustasının, kontrol edilemez güce sahip bir kadının baş edemediği Thanos’un karşısında iksir kazanına düşmüş Steve Rogers uzun soluklu bir mücadele verse filmden çıktığımızda parmakla gösterir, ayıplardık. Bunun yerine Captain’ı güven veren bir lider, zor anlarda tehlikeyi üzerine çeken bir fedakar olarak resmetmek tercih edilmiş. Bu resim karşılanan bir yumruk ve Thanos’un suratındaki anlık şaşkınlıkla ustalaştırılmış. Kalkanlar için yapılan tercihi asla kabul edemeyecek olsam da Captain America’yı odaktan uzak tutma tercihini saygıyla karşılıyorum.

Üzerine çokça düşülemeyen iki kahramanımız daha var. Bunlardan biri Black Panther. T’challa ne ele gelir bir ekran süresine ne de akılda kalır bir sahneye sahip Infinity War’da. Bunun sebebi tamamen dış etkenler; Black Panther filmi çıkalı henüz 2 ay oluyor, Infinity War’ın çekimleri biteliyse çok daha fazla. Yani filmin çekimleri esnasında Black Panther’in bu kadar büyük rağbet göreceğinden kimse emin değildi. Bu yüzden serinin şu ana kadarki en önemli filminde Marvel, onca karakter dururken garantisi olmayan bir karaktere yük vermek istememiş.

Diğeri ise Hulk. Bakın Bruce Banner değil, onu doya doya gördük. Ancak Hulk filmin başındaki esprili girişi ve hiç de komik olmayan çıkışı dışında bir daha kendini göstermedi. Yine ortada CGI masrafı ve güç dengesizliği yaratma tehlikesi gibi dış etkenler var. Fakat hikayeye yedirebileceğimiz güzel bir nedenimiz de var: Yıllardır arenada önüne gelen herkesin canına okuyan, daha birkaç ay önce 5 katı boyutlarındaki Fenrir’i öldüren Hulk, kendisinin mor hali gibi gözüken bir eleman tarafından saniyeler içinde nakavt edildi. Belki korku dersiniz, belki utanç. Ama Hulk’ın içerde kalmayı tercih etmesinde kendince nedenler olduğu bariz.

MV5BOGI2M2MyNGMtNDU1MC00ZDM2LTlmNWMtZGIzMWYyZWJhNTAyXkEyXkFqcGdeQXVyNDc2ODkzOTg@._V1_SX1777_CR0,0,1777,729_AL_

Geriye kalan karakterler hakkında herkesin üzerine düşen rolü üstlendiği, yazıda bahsettiğimiz istisnalar dışında kimsenin hak ettiğinden daha fazla ya da daha az odakta kalmadığını söylemekten başka yorum yapmayacağım. Kalan enerjimizi iki fireyi kınamaya ve bir teoriyi tartışmaya ayıralım. Fireleri tahmin etmekte zorlanmayacaksınız, hatta belki de bu yazıyı onları görmek için açtınız. Infinity War’ın ilk büyük firesi Vision’ın hayatını kurtarmanın bedelinin çok hesapsız ödenmesiydi. Sırf havalı bir meydan savaşı yaratmak adına diğer alternatiflerin tamamı görmezden gelinmiş. Vision nefes almaya bile ihtiyacı olmayan bir androidken, Shuri dünyanın en gelişmiş medeniyetinin prensesiyken inatla milyonlarca insanın yaşadığı Wakanda’nın göbeğinde durmakta inat ettiler. Halbuki insanlıktan hatta Dünya’dan uzağa gitme imkanları vardı. Belli ki son tahlilde mantık yerine drama tercih edildi ve bir kişinin hayatına karşılık binlercesinin canına mal olacak, Scarlet Witch’e dram yaşatacak epik/romantik bir senaryoya gidildi.

İkinci fire çok daha göze batar nitelikte. Filmi iki izleyişimde de salondan ayıplama mırıltıları ve kıpırdanmalarına şahit olacağım kadar göze batıyor hem de. Evet, Star-Lord’un attığı o düşüncesiz yumruklardan bahsediyorum. Karaktere filmin başından beri sinir yüklendiğinin ve bizi o yumruklara hazırlamaya çalışıldığının farkındayım. Ama yok, o yumruklar hiçbir türlü yenmez. Eğer Thanos göründüğü kadarıyla etkisiz hale getirilmek üzereyken değil de bunun dışında herhangi bir anda yaşansaydı o sinir patlaması, hiçbir eleştiri çekmezdi elbette. Sonuçta adamın sevdiği kadın öldürülmüş. Fakat durum filmde olduğu gibiyken, eğer Star-Lord dövüşürken beyin hücrelerinin yarısından çoğunu kaybetmediyse, bu hareket ikna edilebilir bir hareket değil. O an diğer herkes elinden geleni yaparken Doctor Strange’in neden tüm gücüyle Thanos’a mücadele etmediğini yutabiliyorum çünkü az sonra buna dair bir açıklama getirmeye çalışacağız. Ancak Star-Lord’un yumruklarını sadece senaryo zayıflığı olarak açıklayabiliyorum.

star_lord_in_avengers_infinity_war_4k_8k-1920x1080

Son olarak hepimizin ağzını açık bırakan iki şeye; Doctor Strange’in taşı vermesine ve filmin sonuna değinelim. Ayrı ayrı değil, bir arada. Çünkü oldukça bağlantılı olduklarını düşünüyorum. Biliyorsunuz, Strange 14 milyon olasılıktan sadece birinde kazanabileceklerini görmüştü. Bu demek oluyor ki Strange, her şeyi yoluna sokmanın yolunu, en azından bu yolun hangi yönde olduğunu az çok biliyor. Bu yüzden, belki kazanılan ihtimalde Tony’nin yaşadığını gördüğünden, belki Thanos’un önce kazandığını düşünmesi gerektiğini fark ettiğinden zaman taşını tereddüt etmeden teslim etti. Hatta Thanos ilk etkisiz hale getirildiğinde de bu yüzden müdahil olmamayı seçti; Thanos’un Titan’dan zaferle ayrılması gerektiğini düşünüyordu.

Peki ne oldu? Strange stratejik bir hata yaptı ve bu yüzden filmin sonunda evrenin yarısı öldü mü? Hayır, öncelikle kimsenin öldüğü yok: En azından kül olarak yok olanlar arasında yok. Zira evrenin nüfusunun yarısı, sonsuzluk taşlarının oluşturduğu bir paralel evrende ya da yeni bir boyutta vücut bulmuş haldeler. Onlar da bizim dünyamızda kalanların ortadan kaybolduğunu düşünür halde çaresizlik yaşıyorlar. Veyahut gerçeklik ve zihin taşlarının etkisiyle, geride kalanların hiç var olmadığı sorunsuz bir alternatifte yaşıyorlar. Neden mi böyle? Thanos’un temelde istediği şey ağırlıkların kusursuz eşitlendiği bir denge oluşturmaktı, aynı Gamora’ya hediye ettiği bıçaktaki gibi. Yalnız, o bu dengenin kaynaklar ve bilinçli canlılar arasında kurulması gerektiğini düşünüyordu. Taşları son kez kullanırken kafasından evrenin yarısını yok etmek geçiyor olsa da dileği evrene denge getirmekti. Taşlar da tam olarak bunu yaptı: Aynı ilk oluşumlarında yaptıkları gibi bir evren yarattılar ve bu sefer o evreni öncekinin yarısı ile doldurdular. Yani denge, iki evren arasında kuruldu.

Bilmiyorum, belki hiç de böyle değil işler. Emin olmak için bir yıl bekleyeceğiz. Siz ne diyorsunuz? Yanlış ya da eksik gördüğümüz bir şey varsa yorumlara yazın. Hep beraber tartışalım. Ama önce ben biraz soluklanayım. Zira tam şu an 3014. kelimeyi okuyorsunuz.

Author

Lord olmak için yola çıkan gariban geek kendini bir anda yazar olarak buldu. Geek kültürüyle küçük şakalaşmalarını, sinemayla flörtlerini yazıya dökmek için burada. Muhitte Geek_Lord olarak bulabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.