Çok uzun zamandır beklediğimiz bir filmdi Logan. Bunu sadece filmin duyurulduğu günden bu yana geçen süre için söylemiyorum; bu film, Wolverine beyaz perdeye yansıdığı günden bu yana beklediğimiz o filmdi. İzlediğimizin bir çizgi romandan esinlendiğini dolu dolu hissettiren ama bunu kör göze parmak sokmadan, çizgi romanlarla aynı notalara basarak ince ince veren bir film oldu Logan. Aslında bu filmin, bununla beraber birçok şey olması gerekiyordu. Mesela Hugh Jackman Wolverine’ine hakkaniyetli bir veda, +18 çizgi roman filmlerine öncü bir örnek, bir evren içinde hissettirmek için flash belleklere veya end credit sahnelerine ihtiyacın olmadığına kanıt olması gerekiyordu. Ve arkadaşlar, gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki Logan tüm bu kimlikleri ve daha fazlasını taşıyordu. Sinema salonundan çıktığınızda Logan, bu sefer olmuş, dedirtebiliyordu.

Evet, önümüzdeki film taşıdığı kimlikler dolayısıyla çok yoğun bir film. Bu nedenledir ki Logan’dan bahsederken spoilerdan kaçınmak epey zor. Filmin iyi olduğunu izlemeyen birine kanıtlamaya çalışırken yanlışlıkla seyir zevkini kaçıracak bir detay vermek çok olası. Yine de filme gitmeden önce filmin iyi olduğunu bir de bizim ağzımızdan duymak isteyen okuyucularımız olacaktır. Onlar için en kuru haliyle Logan’dan şöyle bahsedebilirim: Film 11 yaşındaki aktrisinden 76 yaşındaki aktörüne kadar bir oyunculuk şovu, en durgun anından pençelerin şiddetle savrulduğu ana bir görsel şölen, bir süredir hiçbir çizgi roman filminde göremediğimiz kadar derin bir hikaye taşıyor ve belki çok hafif tökezlemeler haricinde yükünü hiç sarsmadan finalini yapıyor.

Resimden sonrası sığma spoiler, yani burası filmi henüz izlememiş okuyucularımızın yazıyı şimdilik bir kenara bırakması gerektiği nokta. Aksini yapanların sorumluluğunu almıyoruz. Şimdi kemerlerinizi bağlayın, 2024 model Chevrolet limuzinle bir yolculuğa çıkıyoruz.

logan
Logan’ın en övülmesi gereken ama filmin beğenilmesinin sırf buna mal edileceğinden korktuğum faktörü, filmin sahip olduğu dev vahşeti en önce konuşup aradan çıkarmak istiyorum. Son Wolverine filminin R-rated olacağını öğrendiğimizde cümbür cemaat bir oh çekmiş, Dünya geekleri olarak atmosfere aynı anda dev bir karbondioksit kütlesi salmıştık. Ancak bu kadarını da tahmin eden olmuş mudur, emin değilim. Çünkü Logan tek bir sahnesinde bile vahşetin gerçek yüzünü seyircisinden saklamıyor. Oynadığı bu açık şiddet oyununu da bazı filmlerin aksine sadece aksiyon sahnelerini coşturmak için oynamıyor.

Kan; yüzünü çocuklara yapılan deneylerde ya da yaşlı adamların yıpranmış bedenlerinde göstermekten hiç çekinmiyor. Üstelik bu vahşet, bir eleştirmenin yaptığı “Logan sadizmi eğlenceye çeviriyor!” eleştirisinin ne kadar yanlış olduğunu ispatlarcasına kan görmekten, tetik sesi duymaktan bıkmış bir gazinin psikolojisini anlamamız için gözümüze sokuluyor. Kan döken hiçbir karakterin yaptığından zevk almamasının defalarca vurgulanması, aksi gibi Logan’ın Laura’ya vedasında vahşetten uzak kalmasını öğütlemesi; yapılan aksi eleştirilerin yersiz olduğunu açıkça gösteriyor. Zaten Wolverine’i merkezine alan herhangi bir yapımda bu vahşeti daha önce görememek; kolları vahşetten beslenerek kuvvetlenen ama psikolojisi bununla güçsüzleşen bu karakteri çoğunlukla yüzeysel tanımamıza sebebiyet vermişti. Nihayetinde Logan, kanı bir heyecan aracı olarak elbette kullanan ama bunu fetişe çevirmekten şiddetle sakınan bir film olmuş. Ne güzel de olmuş.

Screen-Shot-2016-10-20-at-2.09.36-PM
Şiddetten bir kere bahsettikten sonra konuyu Laura’ya getirmemek mümkün değil. Çünkü filme hakim olan vahşetin asıl kaynağı Logan değil, küçük bir kız çocuğu. Çizgi romanlarda X-23 olarak, bazı keskin farklılıklara sahip ama genel olarak benzer bir orijin ile tanıdığımız Laura’nın; Alkali tarafından Logan’ın DNA’sından yaratılan bir deney olduğunu öğrendik. Deneyin doğuştan mutant askerler yaratma amacına bağlı olarak Laura; sürekli olarak öfkelendirilen, agresif tutumlara maruz kalan ve psikolojisi göz ardı edilen bir kız. Bu da doğal olarak onu neredeyse vahşi bir hayvana dönüştürmüş. İçindeki insanlığa tutunabildiği tek nokta çocuk olmanın verdiği hisler ve onu Alkali’den kaçıran hemşireden gördüğü şefkat. Hemşireyi kaybettiği andan hemen sonra karşılaştığı ilk tehditte kanın gövdeyi götürdüğü sahneler yaratmasından, Laura’nın insancıl hislere ancak pamuk ipliğiyle bağlı olduğunu daha net fark ediyoruz.

Laura’nın küçük bir çocuk olmasının da etkisiyle,bu yabanilik filmde geçen yaklaşık 2 haftalık süre içerisinde biraz sindirilebiliyor. Önce Xavier, sonra Logan’la bir aile bağı kurabilen Laura; her yöne dalga dalga yayılan vahşiliğini en azından sevdiklerini koruyacağı bir çerçeveye kadar indirgeyebiliyor. Asıl etkileyici olan ise bu sürecin filmde çok doğal yansıtılması. Geçen sürenin çok kısa olmasına rağmen Laura ve Logan arasında oluşan bağı abartılı bulmuyorsunuz çünkü yalnız doğmuş ve yalnız ölecek iki karakterin birbirlerine ihtiyaç duyduklarını hal ve tavırlarından fark edebiliyorsunuz. Nihayetinde Logan babalık hissini tattığı için mutlu olduğunda veya Laura onun için göz yaşı döktüğünde empati kurmak seyirci için hiç de zor olmuyor. Tabii tüm bu övgüyü teslim etmemiz gereken başlıca kişi Laura’yı canlandıran aktör Dafne Keen. 11 yaşında bir aktris olarak kendisinin üç katı yaşta meslektaşlarının kaldıramayacağı kadar kan, küfür, aksiyon dolu sahneleri hiç eğreti durmadan, hayranlık uyandırıcı bir performansla oynamış.

1h5dgm
Filmin başarılı hatta göz dolduracak kadar etkileyici yansıttığı tek ilişki baba-kız konseptli Logan-Laura ilişkisi değil: O ilişkiden çok daha kadim, 4. duvarın dışında da değeri olan bir dostluk ilişkisini gösteriyor film bize; artık ihtiyarlamış Charles ve ondan daha ihtiyar olsa da yaşını göstermeyen Logan. Yani gerçekten tüm filmde en sevdiğim nokta bu olabilir. Yaşanmışlıklarla çarpıklaşan ama bir o kadar sağlamlaşan bir dostluk hikayesinin bir de tanıdık simalarla harmanlanması, tek başına göz doldurmaya ve filmi olgun kılmaya yetiyor.

Filmde açıkça söylenmediği ama defalarca ima edildiği gibi mutantların soyunun tükenmesinden Profesör X sorumlu. Tahminen iki kez örneğini gördüğümüz telepatik-ALS krizlerinden biri esnasında bu felakete sebep oldu. Yaşanan korkunç kazanın ardından da Logan yanına Caliban’ı alıp Profesör X’e bakıcılık yapmaya başladı. Bu da bizi filmin en farklı yanlarından birine getiriyor: Eğer izlediğimiz sıradan bir süper kahraman filmi olsaydı odak iki yaşlı adamın felaketin sonrasında ne duruma düştükleri değil bizzat hadisenin kendisi olurdu. Muhtemelen hadise yaşanır, Logan son bir çabayla her şeyi eski haline getirir, kendini bu uğurda feda ederdi. Ama hayır, Logan’da bunu izlemiyoruz. Logan’da iki ihtiyar ve bir aciz mutantın birbirlerine göz kulak olma çabasını, bu esnada sefil hallere düşmelerini izliyoruz.

Zaten Charles Xavier’ın ölümünü epik değil, trajik yapan ve bu şekilde hepimizin kalbini burkan detay da bu sefalet. Sadece bir barakada yaşayıp, şoförlük yapmanın sefaletinden bahsetmiyorum: Huzursuz, mutsuz, tahammülsüz bir yaşamın getirdiği o psikolojik sefaletten bahsediyorum. Charles gözlerini X-24’ün pençeleriyle yumduğunda yüreğimiz, meşhur Profesör X’in okulunu kurtarmak için her şeyi yapmasına değil, Charles Xavier’in o hep inkar ettiği mutant lanetinin pençesinde can vermesine burkuluyor. O unutulmaz karakteri canlandıranın Patrick Stewart olması ise biz seyircilerin başına gelen en güzel şeylerden biri. Şimdiye kadar karizmatik ve kararlı oynaması gereken bir karakteri Stewart, karakterin özünü kaybetmeden muhtaç ve huysuz da aynı muhteşemlikte oynayabiliyor.

indir

1 2
Author

Lord olmak için yola çıkan gariban geek kendini bir anda yazar olarak buldu. Geek kültürüyle küçük şakalaşmalarını, sinemayla flörtlerini yazıya dökmek için burada. Muhitte Geek_Lord olarak bulabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.