Yaşınızdan mütevellit o vakitlere denk geldiniz mi bilemiyorum, ya da denk geldiyseniz de çok ilgili miydiniz kestiremiyorum ama bir dönemler Disney Channel çılgınlığı vardı eğer hatırlarsanız. Amerikan gençlik dizi ve filmlerinin üstümüze neredeyse yığınla atıldığı bir dönemdi ki eğer ucundan da olsa hiç başınızı o tarafa çevirdiyseniz o dönem de muhtemelen günün rastgele bir saatinde mırıldanmaya başladığınız jenerik müzikleri peşinizi bırakmıyordur.

Ama ben beynimizin bize eski melodilerle nasıl işkence ettiğinden değil de izlediğim Moxie’den ve beni neden haddinden fazla etkilediğinden bahsedeceğim. Disney Channel’ın Demi Lovato olsun, Selena Gomez olsun, Debbie Ryan olsun üzerimize yığdığı filmlerden en çok aklımda kalanı Asi Ses. Elbette ki vasat bir film, klişe, mesaj deseniz “bilemiyorum?” oyunculuk deseniz “yok ki?”. Ama işte aklımda kalmasının bir nedeni var, 10 yaşındaki ben o filmi çok sevmiştim ki film bunu da o “dahiyane” formülüne borçluydu—popülaritesi olmayan utangaç karakter gizli bir kimlik altında inanılmaz şeyler yapar.

Hannah Montana da bu formülle çalışıyor, Spider-Man de, hepimiz yana yakıla gizlice başımızdan büyük işlere kalkışmak istiyoruz o yaşlarda. Zorbalık taslayanın arkasından gülecek bir şeyimiz olsun istiyoruz. Moxie de aynı formülü uyguluyor ve evet, beni haddinden fazla kendisine çekip haddinden fazla üzüyor, haddinden fazla güldürüyor.

Baştan kabul edelim, Moxie bir Amerikan gençlik filmi. Netflix’de yayınlanmış. Bir genç-yetişkin kitabı uyarlaması. Önyargı bu noktada kötü bir şey değil, hatta kasten bu bilgileri koyuyorum önünüze ki önceden yargılar oluşturun bu filmle ilgili. Bu yaş grubuna hitap eden her Amerikan filminde olduğu gibi toz pembe bir gözlük takıyor mu? Kesinlikle. Bu bir festival filmi değil, çok büyük amaçları yok ve ben de filmi bunu bilerek ve kabullenerek izledim. Beklentilerin fikirlerimizi bu kadar şekillendirmesi haksızlık belki ama yapacak bir şey yok, beklentilerim yüzünden kötü bir film izlemektense beklentilerim yüzünden iyi bir film izlemeyi tercih ederim.

Evet, tam da bir önceki paragrafın başında koyduğum sebeplerden ötürü filmin ortasına doğru bir miktar esniyorum. Tam da bu yüzden filmin sonu bana inanılmaz bayağı geliyor, bazı detaylar aşırı “Amerikan” kaçıyor. Ama yine tam da bu yüzden bu film çok güzel—hedef kitlesi yüzünden, “Ben çok fazla derinleşmeyeceğim,” dedikten sonra yine de kendisinden beklediğimden çok daha iyisini yaptığı için.

Eninde sonunda evet, bu film Asi Ses. Ama aynı zamanda feminist bir fanzin üzerinden şekilleniyor hikâye, çıldırmamam mümkün değil. Kadın meselesini bana hem çok uzak, hem de çok yakın bir yerden kavrıyor. Elbette ki Amerika’da olanlar ile Türkiye’de olanlar hem o kadar aynı, hem de o kadar farklı ki… Çünkü izlerken siz de biliyorsunuz; bazen, siz de, bir arkadaşınız da temel insan haklarından bahsediyor diye sınıfta ona gülünüyor. En başta sadece histerik, ayrıca da konu üzerine gereksiz duygusal oluyorsunuz ve kazandığınız tek şey kahkahalar oluyor. Sizin fazlasıyla ciddi olduğunuzu anladıklarında da, birilerinin rahatını gerçekten de bozabileceğiniz ihtimali ile yüzleşildiği anda da orantısız bir öfkeyle karşılaşıyorsunuz. Bu hep böyle oluyormuş demek ki diyorsunuz, Amerika’da bir lisede de Türkiye’de de.

Moxie güzel, Moxie adından bahsettirmeye değiyor çünkü film sıradan bir zorbalık hikâyesi anlatacak gibi duruyor ama hayır, okula yeni gelen kız diyor ki “Siz bu çocuğa bu kadar müsamaha gösterdiniz, bu kadar kanıksadınız, sonuçları olmayacak mı sanıyorsunuz?” Yeni gelen kız abartıyordur, yani muhtemelen öyledir çünkü filmin sonunda zorbayı da aklarlar, değil mi? Bu tarz filmlerde hep öyle olmaz mı? Erkek öğrenciler bazı sınırları aşarlar ve karşısındakine gergin gergin gülüp olayı kapatmak kalır. Değil mi? Belki.

Film, ana karakteri beyaz olmasına rağmen kimi yerde başka bir karaktere “Sen bu sorunu anlayamıyorsun çünkü hiç ırkçılığı tatmadın, çok doğal, şimdi kendini eğit,” dedirtiyor. Sadece kısa süre içerisinde eğlenmek ve ailesiyle iyi vakit geçirmek için kafasını çok da vermeden film izlemeye oturmuş birinin ağzı açık kalıyor bu noktada. Karakterlerin adını unutmuş olsa bile oturtup yazı yazdırtıyor insana mesela. Ana karakter kendi hatalarıyla yüzleşiyor, ister başlattığı hareket yüzünden olsun isterse özel hayatındaki insanlara tavırları yüzünden.

Film farklı karakterler üzerinden sorunun farklı açılarını öyle bir ele alıyor ki, ne zaman konuya beklediğimden daha yüzeysel bakacak diye düşünsem bana bir “Oh be!” çektiriyor. Beklediğimden bir adım daha derinde geziyor hep. Direnmek güzel şey, evet ama çevresel koşulları da düşün diyor. Sesini çıkaramayan kimi insana kızman gerek diyor, evet. Herkesi dahil etmeye çalış, evet. Ama kimisinin ise sesi olman gerek.

Aile bağlarından da bahsediyor, ilk kez biriyle bir ilişkiye atılmaktan da, arkadaşlıklarımızdan da bahsediyor, insanlarla kurduğumuz tüm bu bağların bize yüklediği sorumluluklardan da çünkü evet, karakterler sert ya da yumuşak tartışıyorlar da. Amerikan eğitim sistemini -elbette- de taşlıyor, ırkçılığa da parmak basıyor, tüm bunları şakalar ile de yediriyor, hoş soundtrack’iyle de.

Yani evet, kabul ediyorum elbette, temposu kötü belki, ne diyeceğini biraz şaşırıyor arada, Rotten Tomatoes puanı %69, Deus Ex Machina ile çözülüyor düğümler ve konuyu kapatma konusunda bir dans sahnesinden çok daha iyisini yapması gerekirken çabalamıyor. Bazı karakterlerin yan karakterden öteye gidememesi sinir bozuyor çünkü kendi mesajlarıyla çatışıyor. Ve elbette bu konuya daha kaliteli parmak basan filmler de var.

Ama bir yandan da… Bu konunun konuşulması gerekiyor. Yaşıtım ya da değil, hemcinsim ya da değil insanların bu filme belki rastlantı eseri imleçlerini sürükleyerek farklı bir kapı araladıkları fikri hoşuma gidiyor. Belki oyuncusu, belki aşk hikâyesi, belki içinde çalan şarkısı yüzünden gelip başka fikirlerle çıkan insanlar da var, olacak. Bu filmin hitap ettiği kitlede en ufak bir kıvılcım yakması fikrinin verdiği mutluluk var bizim de elimizde. Sonuç olarak, Moxie, iyimserliğini ve genç ruhunu asla kaybetmiyor ve eninde sonunda, ne izleyeceğinizi bilmiyorken, elinizin gitmesi gereken film olmaya fazlasıyla hak kazanıyor.

Author

İstanbul'da yaşıyor, buraya yazacak havalı bir şey de bulamadı. @charles_bourbaki

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.