Yazan: Tuğçe Yalaz

Türk halkı olarak çoğumuz distopik eserleri seviyor olmalıyız ki film tavsiyesi istendiğinde genellikle Matrix, V for Vendetta ya da Truman Show öneriyoruz. Sonuçta bizim ülkemiz de başka ülkelerin distopyası değil mi? Neyse arkadaşlar, kayyumları çağırmayalım şimdi. Bahsetmek istediğim konu da zaten bu değil. Ben bugün distopik eserleri daha fazla tüketmek isteyenler için bazı film önerileriyle geldim. O halde çok uzatmadan listeye geçelim, işte benim distopya severlere önereceğim altı film!

Battle Royale (2000)

The Tenth Victim (1965), The Running Man (1987) ve daha nice filmler yıllardır ‘’arenada insanları birbirine öldürtüp zenginleri eğlendirmece’’ geleneğini süsleyerek önümüze sundu durdu. Lakin güzel sunulursa tadı bir başka oluyor. Biz geekler, bu filmi CT sayesinde duymuş olsak da aslında dünyada pek ilgi çekmemiş bir yapım. Konusu ise şöyle: Gelecekte işsizlik artmış, öğrenciler okulu protesto etmeye başlamıştır. Hükümet de çareyi tüyü bitmemiş ergenleri bir adaya bırakıp birbirine öldürtmekte bulmuştur. Aynı isimli romandan uyarlanan 2000 yapımı Battle Royale bir başyapıt sayılmasa da yeni nesil Amerikan yapımı filmlerden sıkılanlar için ideal.

Isle of Dogs (2018)

Animasyon filmlere aşık biri olarak bu film listedeki favorim. Grand Budapest Hotel, Moonrise Kingdom filmleriyle tanıdığımız görüntü reis Wes Anderson yönetmen koltuğunda oturuyor. Bir diktatör tarafından yönetilen geleceğin Japonyasında “köpek gribi” nedeniyle köpekler, uzaklarda bir adada karantinaya alınmışlardır. Bu adada yaşayan beş köpek – Chief, Rex, Boss, Duke ve King– açlıktan ve yalnızlıktan bıkmıştır. Ta ki Atari Kobayashi adında bir çocuk kaybolan köpeği Spots’u aramak için adaya gelene kadar… Bu beş köpek Atari’ye yardım ederek bir maceraya atılacaktır. Kara mizah ögelerini başarıyla kullanan film simetrisiyle görsel bir ziyafet sunuyor. İlk saniyelerinden itibaren sizi etkisi altına alacak bir maceraya hazır olun.

The Lobster (2015)

“Bekarlık sultanlık değil, hayvanlıktır!” dersek filmi özetlemiş oluruz aslında. Herkesin çift olduğu, çift olmayanın ise hayvana dönüştürüleceği, yalnız olmanın anarşist bir eylem olduğu çılgın bir dünya burası. Colin Farrell, eşi tarafından terk edilir ve ‘’çift’’ini bulmak için bir otele gider ve olaylar başlar. Biz bu otelde burada yaratılan dünyayı daha iyi tanıyoruz. Kara mizah sevenlerin hoşlanabileceği ve ilişkiler üzerine kendini sorgulayacağı bir film The Lobster. Filmde şöyle bir replik geçiyor: “Sorunlarınızı aranızda kendiniz çözemezseniz size bir çocuk tahsis edilecek, her zaman işe yaramıştır.” Eleştirinin ince ince kurguya yedirildiği bu film distopya listelerinin olmazsa olmazı.

Never Let Me Go (2010)

Efendim, biraz da romantizm. Distopya denilince illa katil mutfak robotları ya da çileden çıkmış dünya izlememize gerek yok. Bazen en temel hakların bile bizden alınması hayatı cehenneme çeviriyor. Nobel ödüllü Kazuo Ishiguro‘nun romanından uyarlanan bu filmde bütün hastalıklara çare bulunmuştur. İnsanlar organ nakliyle uzun yıllar yaşayabilmektedir ama organlar yaşayan insanlardan sağlanmaktadır. Özenle büyütülmüş bu çocukların açısından izlediğimiz hikayede birey kavramı sorgulanırken yıllar süren bir aşka şahit oluyoruz. Bilim kurgu ögelerinden ziyade dram unsurları barındıran bu film romantik film sevenlere önerimdir.

Total Recall (1990)

Anı transferi yapılabilen bir dünya düşünün. Mars’a gitmeye parası yetmeyen orta sınıfın parayı basıp “gitmiş gibi” anı satın aldıkları bir gelecek. Çok da kötü olmazdı sanırım. Philip K. Dick’in kısa hikayesinden uyarlanan bu filmde Arnold Schwarzenegger işçi (ve kaslı) bir adamı canlandırmaktadır. Tatile gittiği Mars’ta ise kendi anılarını sorgulamak zorunda kalacaktır. Neyin kurgu ve neyin kurgu içinde kurgu olduğu konusunda sizi düşündürecek güzel bir film Gerçeğe Çağrı. 2012’de yeniden çekilse de 90’ların tadı ayrı olduğundan listeye 1990 versiyonunu aldım.

Minority Report (2002)

Philip K. Dick kadar ekmeği yenen başka bir yazar daha var mıdır? Sanmıyorum. Yine Dick’in öyküsünden esinlenen, yönetmen koltuğunda Spielberg’ün oturduğu filmimizin konusu şöyle: Gelecekte suçlar işlenmeden suçlular yakalanabilmektedir. Suç işleyecek kişileri “öngören” bir sistem vardır. Bu sistem öyle güzel işler ki altı yıldır tek bir cinayet bile işlenmemiştir. Bu sistemin destekçilerinden biri de John Anderton isimli polistir. Lakin gün olur devran döner, bu sistem bir gün kendisini de “suçlu” kategorisine alır. İlk bakışta harika görünen bu sistem gerçekten düzgün işliyor mudur? Azınlık Raporu son anına kadar heyecanını koruyan iki buçuk saatlik kaliteli bir yapım. Bilim kurgu geeklerinin mutlaka izlemesi gereken bir yapım.

Sizin listenizde neler var? Yorumlarda buluşalım!

Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

3 Comments

  1. The Lobster’ ın başrolü Joaquin Phoenix değil Colin Farrell

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.