Her insanın kafasının bir köşesinde tuttuğu, “bir gün kesinlikle bunu yapan bir insan olacağım” diyerek özenle sakladığı bir iki şeyi vardır değil mi? “Bir gün kesinlikle bahçesiyle uğraşan bir kişi olaccağım” olabilir mesela, ya da “Bir gün motorsikletle gelip gideceğim işe” gibi… Benim için işte o belgesel izlemek. Günlük rutinimin hiçbir yerini belgeseller kaplamıyor, hiç de kaplamadılar. Oysa ki bir bilgiyi, bir kişiyi, bir tarihi ya da bir fenomeni aktarmak için en temiz medya büyük ihtimal kendisi.
Her sene de birkaç çok iyi belgesel fragmanı izliyorum, kafama not ediyorum, fakat sonra iş yorgun argınken izleyecek bir şey seçmeye gelince; elim yine yaz kuraklığında insanlar zihnen hafiflesin diye yapılmış gişe filmlerine gidiyor. Artık çizgiyi çekiyorum. Eğer büyük bir hıyanet içerisine girmezsem, kafaya koydum, şu Steve Jobs belgeselini kesinlikle izleyeceğim.
Bunun en önemli sebebi, arkasında günümüzün en önemli belgesel sinemacılarından biri olması şüphesiz. Filmi Amerikalı sinemacı Alex Gibney yönetiyor. Kendisi 2007’de En İyi Belgesel dalında Oscar alan Taxi to the Dark Side’ın yanı sıra, Enron: The Smartest Guys in the Room, The Rise and Fall of Eliot Spitzer ve bu sene vizyona giren, konu ettiği “tarikatın” tüm gücünü kullanarak yasaklatmaya çalıştığı Going Clear: Scientology and the Prison of Belief’in de yönetmeni.
Tabii ki bir diğer önemli sebebi ise, filmin Steve Jobs hakkında olması. Jobs, yaptıkları, yapmadıkları ve insanların yapıp yapmadığını iddia ettikleriyle 21. Yüzyılın çehresini büyük ölçüde belirleyen bir adam. Kendisi artık şu aşamada şahıstan çok, bir mit. Ve bu mitin arkasında çok ilginç, çok acayip hikayeler yatıyormuş gibi duruyor. Film de, fragmandan görebildiğimiz kadarıyla, bu hikayelere değinmeyi beceriyor gibi. Steve Jobs: The Man in the Machine, 4 Eylül’de dijital olarak iTunes’da satışa sunulacak. Aynı zamanda Amerika’da vizyona girmesi de bekleniyor. Bakalım!
