Avengers: Infinity War yaklaşıyor. Avengers: Infinity War epey yaklaşıyor, ve Marvel’ın insanın tüylerini diken diken eden 10 yıllık destan fotoğrafı gibi şeylerle karşılaştıkça bu gerçek insanın yüreğine öküz gibi oturmaya başlıyor. Kevin Feige’nin “bu bir son, bir final” deyişi geliyor aklına insanın. Chris Evans’ın acı gerçeğe göz kırpan beyanları geçiyor gözünüzün önünden. Evans’ın kontratının Infinity War, pt. 2‘den sonra biteceği; Sebastian Stan‘in kontratının ise beş film daha devam edeceğini anımsıyorsunuz.

Sonra artık bir noktadan sonra mantık ve izan inkar etmeyi imkansız hâle getiriyor. Steve Rogers ölecek. Bu akan su kadar net, ve akan bir su kadar gerçek. Bunun olması da gerekiyor. Çünkü başlangıcı olan her şeyin bir de sonu vardır, sevgili geek, ve iyi hikayeleri efsane yapan şey sonlarıdır. Steve Rogers’ın hikayesi efsane bir finali hak ediyor.

 

Marvel Cinematic Universe karakterlerine çok iyi davrandı bugüne kadar. Aşağı yukarı her önemli karakter, on beş küsur filmdir izlediğimiz hikayelerinde önemli mesafeler kat ettiler, ama hiçbiri Steve’inki kadar etkileyici olamadı. Bu muhtemelen diğer tüm karakterlerin sahip olamadığı bir fırsatı elinde bulunduruyor olmasındandı: Steve Rogers’ın hikayesi, Avengers 1 ve 2 haricinde, hep aynı adamlar tarafından yazılmıştı. Christopher Markus ve Stephen McFeely.

Bu bir tutarlılık yarattı. Markus & McFeely; bence hâlâ MCU’nun en hakkı yenen filmlerinden biri olan The First Avenger‘da muhteşem bir temel oluşturmuşlardı zaten her şeye. Steve Rogers’ın temel değerleri gören gözlere malumdu. Rogers, reddedilmesine rağmen altı kere sahte isimlerle savaşa katılmak için başvuru yapan adamdı. Rogers, bunun nedeni sorulduğunda “Nereden gelirlerse gelsinler, kabadayıları sevmem” diyen adamdı. Rogers, kaybedeceği kavgalara bile kendisini düşünmeden giren; bölüğünü korumak için el bombasının üstüne atlayan; ama öte yandan ‘şuradan al‘ dedikleri bayrağa ulaşmak için de goril gibi vücudunu direğe fırlatmak yerine direği aşağı indiren adamdı.

The First Avenger’da bunların hepsi anlatıldıktan sonra, Avengers 1’de Joss Whedon‘a çok bir iş düşmedi. Onun yaptığı tek şey, özellikle de Coulson karakteri üzerinden Cap’in Marvel evreni içinde de ne kadar mitolojik bir yeri olduğunu anlatmaktı. Coulson’ın cebinden çıkan –ama aslında çıkmayan– kartları gördükten, Stark’ın pederden miras aldığı belli hürmetini dinledikten ve o polisleri iki saniyede komutasına ikna edişini izledikten sona son taarruzda emirleri onun verişini hiç sorgulamadık izleyici olarak.

Buralarda atılan temelin üstüne Markus & McFeely, ikinci Cap filminde yanlarına bir de muhteşem Russo’ları alınca ortaya müthiş bir iskelet inşa ettiler. Sadece gerçek hayatta değil, evrenin içinde de bir Amerikan propaganda aracı olarak kullanılmış olan Cap, modern Amerika’yı karşısına aldı, “Bu benim uğruna hayatımı tehlikeye attığım ülke değil” dedi. O çünkü boşlukta süzülen bir Amerika’nın Kaptan’ı değildi, o orijinal Amerikan değerlerinin Kaptan’ıydı. Özgürlük ve herkes için adalet. Gözünü kırpmadı. “Hydra ile SHIELD aynı şey” dedi. Gerçek Amerika’nın insanların evlerinden cımbızla anahtar kelime dinlediği yıllarda kendi evreninin en büyük casus operasyonunu lağvetti.

Bütün bunlar, bütün bu yavaş ve salim inşa en sonunda bize MCU’nun belki de en kuvvetli anlarından birini verdi. Söylesenize, hangimizin boğazında bir şeyler düğümlenmedi “nereli olursa olsunlar kabadayıları sevmeyen” bu adam, o repliği ikinci kez kurunca?

Benim düğümlendi. Markus & McFeely’nin muhteşem senaryo zekası, Russo biraderlerin karaktere olan saygı ve toleransı; her şeyden önemlisi de Chris Evans‘ın inanılmaz performansı ile birleşince ortaya gelmiş geçmiş en iyi süper kahraman hikayelerinden biri çıktı. Sadece sinema için değil üstelik. MCU’nun Cap’i, gerçekten de izlemesi şeref bir karakter oldu bugüne kadar.

Bu yüzden de ben, sadık bir izleyici olarak, Avengers 4’ün sonunda Steve Rogers’ın kılıcının üstüne düşmesini izlemek istiyorum. Onun bir Viking gibi ölmesini istiyorum. Bir kahraman gibi son nefesini vermesini istiyorum. Öyle bir final yazmalı ki Markus ve McFeely ellerinde büyüttükleri bir karaktere, MCU’nun bir sonraki 10 yılı bu ölüm üzerinden şekillenmeli. Böyle istiyorum. Avengers 4’te ağlamalıyız hep birlikte. Hep birlikte Steve Rogers için yumruları bastırmaya çalışmalıyız. Hep birlikte sinema salonundan çıktıktan sonra, Steve Rogers’ı kalbimize kazımalıyız.

Bu olur mu, olmaz mı; en nihayetinde bilmiyorum. Ne olursa olsun, tek şey kesin. Steve Rogers gittikten sonra, MCU aynı MCU olmayacak. Nasıl olacağı ise, hikayenin finaline bağlı işte…

Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.