The Martian’ın sitemizle irtibatı kısa kısa haberlerin arasında başlamıştı. Filmden gelen ilk resimler güzel görünse de orijinal bir şeyler vaat etmiyor gibi duruyordu. Sonra fragmanı gelince filme haksızlık ettiğimi düşündüm ve günah çıkartmak için ayrı bir haber olarak girdim. Kadrosu zaten etkileyiciydi ve fragman resimlere kıyasla daha fazla şey vaat ediyordu ama yine de içimde izlemeye değer olup olmadığıyla ilgili şüpheler vardı. Bugün en sonunda filmi izlemeyi başardım ve şunu söyleyebilirim ki, the Martian bir filmin sahip olabileceği en kötü pazarlama departmanına sahip olmalı.

martian-1

Şimdiye kadar sunulan görselleri, fragmanları tamamen unutun. Bu film bir Interstellar ya da Gravity değil ve kesinlikle öyle bir derdi yok. Film size uzayda tek başına kalmış birinin dramasını ya da Mars’ın ne kadar korkutucu olduğunu anlatmak istemiyor. Bu film tam anlamıyla bir bilim kurgu filmi olma amacını gütmüyor, kafanızı komplike bilimsel şeylerle karıştırıp sizi etkilemeye de çalışmıyor. Sadece Mars görevinde bir adam geride kalsa ne olurdu diye soruyor, ve en basit şekilde buna cevap arıyor. Bütün film bunun üzerine kurulu.

Filmin konusu çok basit. Ares III adındaki Mars görevi sırasında ortaya çıkan oldukça kötü bir fırtına sebebiyle ekip boşaltma işlemlerine başlar, talihsiz bir kaza sonucu Mark Watney’e bir ekipman çarpar, kıyafetinden yaşam sinyali alamayan ve vakit olarak oldukça zora giren ekip üyeleri onu öldü kabul edip dünyaya doğru yola çıkarlar. Ama Mark ölmemiştir. Filmimizin anlatmak istedikleri burada başlıyor. Mars’ta mahsur kalan bir adam en yakın göreve dört yıl varsa nasıl hayatta kalabilir? Dünya ile nasıl irtibata geçer? Dünyadakiler ve NASA bu adamın yaşadığını farkettiklerinde ne yaparlardı?

martian-gallery13-gallery-image

Film bu soruları soruyor ve olabilecek en basit, en mantıklı, en akılcı şekillerde bu soruları cevaplıyor. Bunu o kadar güzel yapıyor ki, ne sizi aşırı komplike bilim zırvalarıyla söylediğine inandırmakla uğraşıyor ne de bilimi falan boşverip sırf kurgu olsun diye en saçma çözümleri size sunuyor. En basit örneğinden Mars’ta çorak toprakta bitki yetiştirmek için ne yaparsınız? Tabii ki dışkınızı gübre olarak kullanırsınız. Basit ama akla yatkın. Filmin her cevabı da aynı basitlikte ve aynı yatkınlıkta. Bu da sizi filmle ilgili “Bir şey yapıyorlar ama doğrudur herhalde” veya “Abi çok saçma ya” demekten alıkoyup filme daha fazla odaklanmanızı sağlıyor.

Eminim benden daha zeki olanlar bir sürü mantık hatası bulmuşlardır, çünkü film bazı yerlerde uçuyor ama bu noktada da filmin işlenişi devreye girip, sizi “Boşver abi eğlenmene bak” moduna sokuyor. Dediğim gibi bu bir drama değil. Ağır dramatik sahneler, gereksiz duygu yoğunlukları yok. Kahramanımız Mark zaten eğlenceli bir adam ve tek derdi hayatta kalmak. NASA’nın yönetimi de son derece pragmatist.

martian-gallery17-gallery-image

Haliyle film sizin duygularınızla oynayıp oradan ekmek yemek yerine, sizi eğlendirmek ve yer yer alınması gereken kararlarda düşündürmek amacını güdüyor. Bu arada kararlar demişken filmde her karar alındığında kendimi “Evet ya, ben de böyle yapardım” derken buldum. Görece filmin kötü adamı NASA’nın başı Jeff Daniels’ın oynadığı Teddy Sanders’ın aldığı kararlar bile hakikaten verilmesi gereken kararlar.

Hazır oraya gelmişken, oyunculara geçelim. Film normal olarak Mark üzerine kurulu ve Matt Damon’ın bu yükü fazlasıyla kaldırabildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hem mizah yükünü, hem de ciddiyet kısmını son derece başarıyla sunuyor bize. Kitabı okumuş olanların yorumlarından dolayı mizah dozajının daha yüksek olmasını beklemiştim ama şu an ki haliyle de son derece eğlenceli bir karakterimiz var, çok eğlenceli sahnelere imza atmışlar. Bu arada tek başına kalan adamın görev günlüğü tutması da karakteri derinleştirmek ve olayları bize açıklamak için başarılı bir yöntem olmuş.

martian-2

Yan karakterler için de hem süre hem de oyunculuk olarak Jeff Daniels öne çıkıyor normal olarak. NASA şefi Teddy Sanders’ın Daniels’ın Newsroom’daki Will McAvoy karakterine fazla benzemesi normalde rahatsız eder ama o rol buraya da tam uymuş. Bu tip benzerlikler diğer yan karakterler için de geçerli ve film bunu aslında süreyi uzatmamak için kullanmış gibi. Yani bize teker teker bu karakter şöyle, şu karakter böyle diye anlatmak yerine hemen herkesi daha önce oynadığı rollere göre seçip zaten çok kritik olmayan bu yan karakterlerin gelişimi baştan tamamlamışlar ve çok da başarılı olmuşlar.

Film kadrosunun hakkını vermiyor, bu çok olumlu birşey. Açıklayayım, bu kadar yıldız ismi doldurduk, hepsine süre sağlayalım deyip filmi gereksiz yere uzatmamış, anlamsız sahnelerle doldurmamışlar. Her karakterin bir rolü var, gereği neyse yerine getiriyor ve kenarına çekiliyor. Bu demek değil ki kısacık kestirip atmışlar. Bu kısımlar kesinlikle filmin bütünlüğü için çok önemli ve her oyuncu da kendinden beklenileni fazlasıyla yerine getiriyor.

martian-3

Filmi övmemiz gereken bir diğer nokta da temposu. Drama konusunu yukarıda söyledim, diğer konularda da uzatıp zaman kazanayım diye düşünmüyor. Yemek sorun mu, şunu yapar çözerim, çözdüm, su sorun mu, şöyle çözerim çözdüm, adam hayatta mıymış, ne yapmak lazım, önce şu, nasıl yaparız, bu şekilde, yapalım, yaptık. Süreç bu şekilde işliyor ama aceleyle geçiştirmiyor, sadece uzatmıyor, dramatize etmiyor. Neyse o. Tabii bir de zaman geçiyor tabi, bunu da güzel vermişler, karakterlerimiz yaşlanıyor zayıflıyor, yani zamanın geçtiğini de sürecin içinde veriyorlar, bu da bir artı.

Görsellik de başarıyla kullanılmış. Kritik olan adamımızın kurak, çorak Mars’ta yalnız olması olduğu için, bununla ilgili güzel çekimler yapılmış ve o hissiyat başarıyla verilmiş. Efektler de aynı şekilde, özellikle uzay gemisindeki kısımlar son derece güzel olmuş. Müzikler de filmin ağır tona geçmesine izin vermeyecek şekilde tasarlanmış ve seçilen şarkılar için de bir övgüyü hak ediyorlar. Nerede fragmandaki müzikler, nerede filmdeki müzikler. Sonuç olarak her şey size keyifli zaman geçirtmek için tasarlanmış ve bunu da son derece güzel bir şekilde yapmış.

martian-4

Filmle ilgili olumsuz bir şeyler de söyleyeyim, sonra yazıyı toparlayayım. Başta dediğim gibi mizah dozajı bir tık yukarı çıkabilirdi. Belki Matt Damon yerine daha komedik bir aktör kullansalar da bu sorunu çözebilirlerdi aslında ama o zaman da ciddiyetten fazla feragat etmiş olurlardı. Genelde mantık hataları vardır ama filmin sonunda biraz fazla uçmuşlar, bağlamak için büyük ihtimalle ama o da çok rahatsız edici değil. Bir de yan karakterler çok tek yönlü kalmış ama dediğim gibi onun da sebebi var.

Toparlamak gerekirse bu hafta sonu herhangi bir filme gidecekseniz, işten güçten sıkılmışsanız, sizi beyinsel olarak yormayacak bir şeyler arıyor ama tamamen aptal bir film de istemiyorsanız, karşınızda ideal bir yapım var. Doğru beklentilerle gittiğiniz takdirde çok keyif alacaksınız. Ridley Scott’ı ve Matt Damon’ı bu kadar doğrusu olan bir iş yaptıkları için kutluyorum. İyi seyirler geekler.

Author

A Man Who Walks Alone... @tutkutuzlu

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.