Westeros acılarla, sonu gelmez korkularla ve insanı deliliğe sürükleyen sırlarla dolu ama değerli dostlarım, dünyanın diğer ucunda bundan daha da kötü şeyler olduğunu söylesem bana inanır mıydınız? Berbat gelecekler fısıldayan kahinlerden koca koca kaleleri şehirleri eriten ejderhalara, insanın ruhunu büzüştüren ritüellerden duygusuz bir açlık ile hareket eden ölü ordulara Westeros kıtası ister evsiz yurtsuz bir dilenci olsun ister tahta taca sahip efendiler olsun herhangi bir insanın ruhunu titreten sayısız dehşeti barındırıyor. Yine de bu dünyanın diğer ucunda, doğuda yer alan Essos kıtasının da en doğu köşesinde öyle bir şehir yer alıyor ki Westeros’un barındırdığı bütün diğer korkulardan daha kötü. Karşınızda gölgelerin esaretinde dikilen karanlık şehir Asshai.

Şehrin kökeni o kadar eskidir ki yerliler bile bu yerin kökeninin ne kadar eskiye uzandığını bilmezler. Bu konuda söylenen tek bir şey vardır, Asshai dünya başladığında dikilmiştir ve dünya sona erene kadar o şekilde kalacaktır. Dünyanın sonunu getiren şey her ne olursa bu şehirden çıkacağını söyleseniz kimse size itiraz etmez. Zaten şehrin kendisi de kelimenin tam anlamıyla dünyanın sonunda yer alır. Essos’un en uç noktasında denize çıkıntı yapan ince bir kara parçasının ucundadır. Yeşim Denizi’nin Safran Suları ile birleştiği noktada büyük Asshai şehri ezelden beridir varlığını sürdürür. Geçmişi de geleceği de yoğun bir sis tarafından yutulmuştur.

Şehir sadece karanlık diyarların yanına kurulmamıştır, aynı şekilde her bir binanın, kulenin, duvarların yapıldığı taşların rengi de siyahtır. Şehre gelen yabancılar bu siyah taşların ışığı yuttuklarını söylerler. Günün en parlak saatlerinde bile kara binaların arasındaki sokaklarda ateşlerin ve meşalelerin canlılığı hemen söner. Yabancıların taşlar hakkında söyledikleri tek şey değildir bu. Lovecraft’in Cthulhu’sunun yuvası R’lyeh şehrini andıran başka bir durum daha vardır. Ziyaretçiler bu yapıların duvarlarının dokusunun çok tuhaf ve rahatsız edici hissettirdiğini söylerler. Duvarlar yapışkan, yağımsı bir dokuya sahiptirler.

Asshai o kadar devasa bir şehirdir ki King’s Landing gibi üç şehri bir araya getirseniz hâlâ bu siyah yerin surlarının içini doldurmaya yetmez. Yine de şehirde gezen bir yabancı bu kadar binanın içinde kimin yaşadığını sorar kendi kendine çünkü buradaki nüfus pek azdır. Sokaklarda gezen bir yabancı belki bir iki evden gelen sönük ışıklar görür, geriye kalanlar boştur. Olur da bu sokaklarda siz de gezerseniz sanki o boş evlerde bambaşka varlıkların kaldığını ve bin bir türlü art niyetli duyguyla sizi izlediğinizi düşünürsünüz. Şehir olduğu gibi sessizdir, kimse konuşmaz, bağırmaz, gürültü çıkarmaz. Şehirliler örtüler ve maskeler ile gezerler, kimse yüzünü göstermez, kimse gözlerini açığa çıkarmaz. Hiçbir noktada kalabalık gruplar bulunmaz, insanlar tek başlarına, yalnız bir şekilde dolanırlar. Kimse bir hayvanın üzerinde seyahat etmez çünkü şehirde hayvanlar yaşayamaz, hemen ölürler. Bu sessizliğe çocuk sesleri de dahildir, hiçbir çocuğun sesini duyamazsınız. Buraya gelenler hiçbir çocuğu göremediklerini de söylerler. Çocuklar bir noktada varsa onlara ne olduğunu kimse bilmemektedir. Koca duvarlar devasa ama son derece yalnız ve sessiz bir şehri tutar içeride.

Bu sessiz şehir, dış dünya ile yaptığı ticaret ile bilinmektedir. Ticaret ile içeriye yiyecek ve içki alırlar, dışarıya ise sayısız mücevher ile değerli maden verirler. Yine de bu madenlerin insanların sağlığını bozduğu ve hastalık yaydığı söylenmektedir. Şehre ticaret dışında gelenler genelde büyücü, şaman, simyacı, rahipler veya daha karanlık tanrılara hizmet eden insanlardır. Bu gibi kimselerin şehre gelme sebepleri tek bir şeye indirgenebilir, bu şehirde hiçbir şey yasak değildir. İnsanlar istedikleri büyüleri, ayinleri yaparlar, istedikleri gibi işkence çektirebilirler veya istedikleri şeytanlarla istedikleri şeyleri yapabilirler.

Tüm bu insanlar arasındaki en korkunçları ise gölgebağlayanlardır. Taktıkları maskeler ve peçeler ile yüzlerini ve gözlerini hem insanlardan hem de tanrılardan saklarlar ve başka hiç kimsenin yapmaya cesaret etmeyeceği işlere girişirler. İşte şehrin ortasından geçen ve gece karanlığında parlayan Kül Nehri’ni kaynağına doğru takip edip şehirden çıkan, insanlık ile uygarlığın ardında bekleyen Gölge Diyarlar’a açılanlar da yine bunlardır.

Eğer üç tane ejderhanın uzun yıllar sonra yumurtalarından çıkmaları veya on tane ejderhanın bir hanedanın gücünü oluşturması size çok olağan üstü geliyorsa Gölge Diyarları’nın Sabah Dağları’ndaki gece rengi kayalarında sayısız ejderha yuvası barındırması sizi şaşırtabilir. Tabii gün ışığını reddeden bu dağların barındırdığı tek varlıklar bu ejderler değildir, şeytanlar, çarpık canavarlar ve çok daha kötüleri de insan geçirmez sırtlarda cirit atarlar. Dünyanın ışığından uzaklaştıkça ve doğudaki bu karanlığın kalbinin derinliklerine daha fazla indikçe bu varlıklar da daha mide bulandırıcı ve korkutucu hale gelir. En nihayetinde ise gölgebağlayanların bile gitmeye cüret edemediği bir yere varırsınız, mutlak karanlığın merkezinde bulunan ceset şehir Stygai…

Westeros’un en cesur seyyahlarının, kaşiflerinin veya denizlerin en deli korsanlarının bile gitmediği, görmediği bir yerdir Asshai. Belki de öyle kalmalıdır. Bu dünyada sıradan insan gözünün görmemesi gereken yerler, tanık olmaması gereken sessizlikler vardır ve böyle şeyler mutlak karanlığa aittir. İnsanlık gün ışığındaki hapishanesine tıkılı kalmış durumdadır ve yine insanlık için de en iyisi budur. En azından yolcuların bize anlattıkları bu kadar, peki sizin kulağınıza gelen ne gibi tekinsiz söylentiler var?

Author

Size bir hikaye anlatayım.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.