Filmleri uzunluklarına göre ayırma taraftarı değilim fakat şunu da kabul etmek lazım ki iki-iki buçuk saatten daha kısa film bulmanın zor olduğu bir sinema çağında yaşıyoruz artık. Günümüzden birkaç saat ayırıyoruz, koltuğumuza yayılıp bazen beynimizi bile çevrimdışı moda alıp saatlerce izleyebiliyoruz o ekranı. Hatta filmlerin süreleri üzerine bile yorumlar veya tahminler yapmak bile mümkün oluyor bazen. Sadece türüne bakarak bir filmin süresini aşağı yukarı tahmin edebilen bir sürü arkadaşım var!

Korku filmi için çoğunlukla bir buçuk saat yeterlidir, aksiyon filmleri için aşağı yukarı iki saat, dram filmleri için ise bu sürenin üç buçuk saate kadar yolu var. Karakterlerin tanıtılması, konuya giriş, düğüm, çözülme falan filan derken bazı filmlerin derdini yeterince anlatabilmesi için gerçekten de saatler geçmesi gerekiyor.

Bazıları için ise yalnızca on iki dakika yeterli oluyor.

Tsumiki no Ie (The House of Small Cubes) 2009 yılında En İyi Kısa Film Animasyonu dalında Akademi Ödülü kazanmış bir film. Bu filmde, yaşamını sular altında kalmış bir şehirde sürdüren yaşlı bir adamı takip ediyoruz. Sular sürekli yükseliyor, yükseldikçe de hayat zorlaşıyor elbette. Yine suların yükseldiği bir gün, baş karakterimiz bakıyor ki evi yine sular altında kalacak, evinin üzerine bir kat daha çıkma zamanının geldiğine karar veriyor. Bu planını hayat geçirirken en sevdiği piposu evinin su altında kalan kısmına düştüğünde ise onu aramak için suya dalmaktan başka çaresi kalmıyor.

Tsumiki no Ie, yalnızlık ve nostalji temalarını en güzel şekilde işleyen kısa yapımlardan benim için. Bu gibi bir filmin kısa olması bence en önemli noktalardan biri aslında. Asla tam olarak anlayamayacağımız ve olasılık dışı bir şehri kurgulamak, bir karakter yaratmak, onu sevdirmek ve kendimizi onun yerine koyabilmemizi sağlamak… Bir de bunların üstüne duyguları diyalogsuz bir şekilde izleyiciye iletmek… Hem de bunların hepsini kısacık bir sürede yapmak! Sinema çok büyüleyici bir şey, bu da çok zor bir iş gibi gözüküyor. Kısa olması da filmi daha etkileyici kılıyor hâliyle. Eh, bu noktada sadece yönetmen Kunio Kato’yu değil, animasyon departmanındaki isimleri de tebrik etmek gerek.

Sadece hikayesi hakkında değil, bu kısa filmi unutulmaz kılan diğer incelikleri hakkında da birkaç şey söylemem gerek. Öncelikle çizimlerin güzelliği hakkında konuşsak olur mu? Yakınlarda çıkan animasyonlara bakarsanız bolca ultra gerçekçi üç boyutlu animasyonlar görebilirsiniz: zira bir live-action hastalığı tuttu Hollywood’u. İlla tıpkısı, illa aynısı olacak diye iki boyutlu animasyonlara hasret bırakıyorlar bizi.

Yanlış anlaşılmasın, gerçekçi animasyonlara laf etmek gibi bir amacım asla yok. Pixar’ın kısa filmi Piper en sevdiklerimdendir mesela. Bunların yanında yeni çıkan live-action Lion King, Sonic The Hedgehog vesaire işlerin eminim ki seveni ve destekçisi vardır, yapılmaya devam ediliyorsa bir sebebi vardır yani. Ultra gerçekçi animasyonlar yapmak zor iş, stüdyolarda çok yetenekli bir animasyon ekibi olduğu apaçık ortada. Fakat, ne bileyim işte, bazen de böyle basit şeyler izlemek gerekiyor sanki.

Tsumiki no Ie’nin çizim departmanında çok bir iddiası yok, izlerken “Bunu ben de çizerim yahu” diyebileceğiniz sahneler içeriyor. Fakat renklerin gücünden çok güzel bir şekilde faydalanılmış- soğuk ve sıcak renk geçişleri sayesinde iki sahne arasındaki sert farkı hissedebiliyorsunuz. Burada yalnızca iki sahne arasındaki zaman farkından bahsetmiyorum, iki sahne arasındaki duygusal farktan da bahsediyorum. Bir de bu çizimler ve renkleri, izleyenleri nostaljik hissettirmeyi başarıyor. Çok konuştum ya, filmin animasyonuna aşığım yani!

Gerçek entelektüeller gibi (hehe) bir noktada bizim de sembolizmden bahsetmemiz gerekiyor sanırım. Zaten böylesine “Bak bende bol bol sembolizm var, bak ben neler anlatıyorum!” diye bağıran filmlerden zevk almanın bir yolu da onlara kulak vermek ve sembollerden faydalanmak. Filmi anlamlandırmaya göz önündeki bir noktadan başlayabiliriz: Filmdeki su baskınına zamanın yok ediciliğini, bir nevi öldürücülüğünü sembolize ediyor diyebiliriz mesela. Zamanın öldürücülüğünü işlemeyi çok seven Shakespeare eminim ki bu analizden bayağı zevk alırdı. O halde kat kat yükselen evlere de hayatımızın yeni evreleri dememiz gerekir.

Hayatımızın bir evresinde ne kadar mutlu olsak da, geçirdiğimiz zamanı ne kadar sevsek de, bir süre sonra hayatımızın o kısmını geride bırakıp bir başka evreye geçmek zorunda kalırız. Belki yaş alırız, belki hayatımıza yeni insanlar girer, belki çocukluğumuzu geçirdiğimiz anılarla dolu evimizden taşınırız, belki de yıllarımızı beraber geçirdiğimiz insanlara veda etmek zorunda kalırız. Bu süreç acılıdır, hayatımıza sımsıkı tutunmak isteriz. Elimizi uzatıp, neyi tutabilirsek onu da bizimle beraber geleceğe götürürüz. Zamanla yeni hayatımıza alışırız, hatta bir noktada geçmişimizi unutmaya başlarız artık. Lakin anılarımızda kaybolmamız için eski hayatımızdan kalan o nesnelerden birini kaybetmemiz yeterlidir.

Uzuun lafın kısası, Tsumiki no Ie öve öve bitiremeyeceğim bir kısa filmdir. Ara ara açıp izlenir, izletilir arkadaşlar. Kısa filmlere sardırır, bol bol göz yaşı döktürür. Akademi’nin onayından da on yıl önce geçtiğine göre bence artık sizlerin de onayından geçmesinin zamanı geldi. Bolca öneriyorum.

Author

Batı Edebiyatları okur, kedi sever. Bir de buralarda yazıp çizer. @mightbeyagmur

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.