Geek olmak, her yıl en az bir süper kahraman filminin gişe rekorları kırmasının ve ana aklım medyadan en az o kadar dinozor barındıran akademik ortamlara kadar geek içeriklerin konusunu oluşturduğu tartışmalara varılmasının gösterdiği şekilde, bir alt kültür olmaktan çıkalı bayağı zaman oldu. Orada kalmadı, popüler kültür hâline geldi yani. Bir zamanlar kimsenin ilgilenmediği kulüp odalarında D&D oynayan, yüksek sesle söylendiğinde insanların güleceğinden korktuğu fantastik serilere gönül veren ve ‘bütün gün bilgisayar başında oyun oynuyorlar‘ denerek asosyal damgası vurulan bencileyin o insanlar büyüdüler ve artık, kimsenin inkâr edemeyeceği bir şekilde, asıl mainstream‘i onlar kontrol ediyorlar. Üzülür müsünüz sevinir misiniz bilemem ama bir şekilde özel değiliz kısaca, herkesle aynı hobileri paylaşıyoruz artık. Yine de bu uğraşın, popülere ulaşmamış ve hâlâ bir alt kültüre hitap eden kısımları da yok değil; bu ayki dosya konumu oluşturan punk evrenler merakı bunlardan bir tanesi. Ya da öyle mi?

Alt kültür, bir grup insanı belirli bir açıdan tanımlamak için kullanılan terimlerden bir tanesi. Hâkim kültürle bağlantısını koparmadan, çeşitli önemli noktalarda ondan ayrılarak gelişen bir kültür, “alt kültür” olarak tanımlanıyor. Müziğiyle punk rock‘ı, estetiğiyle steampunk‘ı veya gelecek tasviriyle cyberpunk‘ı da kapsayan genel punk kavramı, konumuz gereği buraya cuk diye oturuyor açıkçası. Geek sayılan kültürün içerisinde, bazı noktalarda ona bağlı ama bazı noktalarda da ondan ayrılan bir kültürden bahsediyoruz. Makinelere duyduğumuz hasreti betimleyen steampunk‘tan bahsettiğim birincisine şuradan, görünüşte vaat ettiği devrimi veremeyip bizim oğlanların alanı olmaya devam eden cyberpunk‘tan bahsettiğim ikincisine ise şuradan ulaşabileceğiniz punk evrenlerle ilgili yazdığım yazılardan sonra, bu üçüncü yazıda da bir şey + punk ilgisinin, tartışmalı bir başka yanına değinmeye çalışacağım.

Geçmişin, üç-beş kişilik uyumsuzu istisnalar haricinde alt kültür dediğimiz gruplarının üyeleri, bizleri asla şaşırtmayacak bir şekilde, her seferinde yeni ve genç kuşaklardan çıkıyorlar. Nedeni de basit, zaman ilerledikçe imkânlar çoğalıyor, seçenekler artıyor ve her yetişen kuşak, bir öncekinden daha fazla bilgiye erişebilir hâlde dâhil oluyor hayata. Hâliyle daha fazlasını aramaya da hakları var. Hâkim kültür içinde çeşitli gençlik grupları, giyim tarzlarından dinledikleri müzik türüne, saç şekillerinden geliştirdikleri konuşma dillerine kadar diğerlerinden farklı bir kimlik arayışı içerisinde oluyorlar. Bu, bir anlamda onların var olma çabası, bir anlamda da az önce ifade ettiğim gibi, ileriye yönelik farklılaşma haklarını anlatıyor. Kullanılan dil, giyim, saç ve makyaj, müzik ve boş zamanları değerlendirme biçimi gibi unsurlar, genelde bu alt türlerin belirleyicisi oluyor. Bu anlamda mesela farklı on yılların öne çıkan arabesk, emo, hippi gibi gruplarının hepsi de hızlıca yayılan birer alt kültür.

Özellikle son on yılımıza damgasını vuran ve türdeki eser sayısı gerek film gerek dizi gerekse de oyun sektöründe tema temelli temsil bakımından da her geçen gün artan punk evren merakı, buradan azade değil elbette. Ancak şöyle bir sorun var; zaten hızlıca yayılan bu alt kültür öğeleri artık forum sitelerini falan da aşıp tek tıkla, saniyeler içerisinde otuz gb’lık dokümana hem de görsel, işitsel aklınıza ne gelirse o formatta, hap şeklinde ulaşabildiğimiz bir çağda yaşadığımız için, o kadar farklılık ve ayrılık belirtici, özgün uğraşlar olarak kalamıyorlar.

Şimdiye kadar bireyselliğin, özgünlüğün, tahakküme karşı çıkışın bir ifadesi olarak kutlanan alt kültürler, belki de atılan tek bir tweet ile yahut herhangi bir filmin aynı anda tüm dünyada pazarlanması ya da yıllardır geliştirilmesine rağmen yine de bug‘larla dolu şekilde piyasaya sürülen bir oyunun aynı gün herkesçe konuşulması sayesinde, yeni bir tek tipleşmeye yol açıyorlar. Tüm dünyanın gündemine 70’lerin ortasında bir ifade özgürlüğü ve isyanı hareketi olarak düşen, sistem karşıtlığını anlatan, kendine özgü giyim tarzı, felsefesi, edebiyatı, müziği, dansı falan bulunan bir “punk” olgusu için bu durumun ne kadar ironik olduğunu az çok tahmin edersiniz sanırım.

Steampunk, Dieselpunk ya da Cyberpunk, başına hangi kelimeyi getirirsek getirelim “punk” dediğimizde anlatmak istediğimiz şey, kitlelerin ortak inançlarını ve toplumların yüzyıllardır süregelen deneyimlerine dayanan sosyal kimlikleri benimsemek yerine, gençlerin bunlara kendileri olarak karşı durdukları yeni bir kimlikti. Şimdi ise… Eh, pek öyle değil.

Nereden bakarsanız bakın, mesela video oyunu oynayan çoğunluk insanların içerisinde Cyberpunk 2077‘nin ya da Deus Ex‘in hitap edeceğini düşündükleri kitleyi ifade eden insanlar, çoğunlukla orta sınıf beyazlardan oluşuyor; onlar da herkes gibi video oyunu oynuyorlar ve bilim kurgu okuyorlar ama herkesin kaldıramayacağı yahut anlayamayacağı özel cyberpunk janrasını seviyorlar. Steampunk estetiğinde üretilmiş eserlere ilgi duyan insanların çoğunluğu da yine orta sınıf beyazlardan müteşekkil; steampunk izler taşıyan Skyrim gibi bir oyun çoğunluğa hitap edebilir ama herkes Dishonored‘dan aynı derecede zevk almayacaktır, değil mi? Bunlar tamamen olumsuz eleştiriler veya “Hayır, böyle değil” itirazları değil bu arada, netleştirmek gerekirse. Ancak çoğu şey gibi, ana akımdaki hobilerin hangilerine ne ölçüde ve ne zamandan beri ulaşabildiğiniz de sınıfsal bir şey ve bu, hedeflenen zevkleri belirlediği gibi kendine ulaşabilenlere ait kültürlerin doğmasına zemin hazırlıyor.

Neticesinde buraya kadar ulaşılabilirlik ve oluşturulan kültürün hitap ettiği kesime bir ekleme yapmak gerekirse orta sınıf beyaz erkek derdik sanırım, hâlâ kadın oyuncuların tetris ve candy crush oynadığına yönelik çıkarımlar ile şurada bahsettiğim gibi, cinsiyet akışkanlığını getirecek şekilde doğan bilim kurguların kadınlarca yazılanlarına kanonca hafif kurgu denildiği bir zamanda yaşıyoruz. Bunu bir kenara bıraksak bile, bir zamanlar D&D oynadığı yahut süper kahraman çizgi romanı okuduğu marjinalleştirilen bir grup orta sınıf beyazın, şimdi mainstream olduğu ve gişe rekorları kıran her üretimde parmağı bulunduğu için, asıl bunları bilmeyenleri yer yer küçümseyerek marjinalleştirmeleri de söz konusu.

Yazıldığı dönemde ciddiye alınmayan alt kültür Tolkien’inin şimdinin popüler eseri, bir diziye uyarlanacağı zaman “Bu rolü neden şu ırktan bir kişi canlandırıyor” gibi çıkışların son zamanlarda çokça yaşandığını, bir müzik grubunun bir şarkısını sevmenin ancak o grubun ait olduğu müzik tarzını yirmi yıldır dinleyen insanlar için layık bulunduğunun çokça dile getirildiğini, yeni çıkan o Marvel dizisiyle ilgili iyi-kötü bir fikir belirtmenin ancak ve ancak belirli bir kesime ait olabileceğini savunan seslerin varlığını da göz önünde bulundurursak, meselemiz açığa çıkacaktır.

Ana akım olan her şey bağlamını, özünü yitirir gibi aşırı genel ve bayağı bir şey söylemek istemiyorum. Ancak cyberpunk gibi, daha niş bir kitleye hitap ettiği için daha nitelikli insanlarca tüketildiğini var saydığımız, bu nitelikli insanların ise daha nitelikli işler yapacağını düşündüğümüz estetik, düşünsel ve kültürel arayışların da son durumda alternatifi değil, eskisinin yerine konumlanacak bir başka hâkim otoriteyi doğurduğu aşikar. Bana öyle geliyor ki bir adım ötesinde bunlar artık insanların, “Ben sizin bildiğiniz orta sınıf beyazı değilim” deme yollarından bir tanesi. Her şeyin sürekli değişmesinin ve ilerlemesinin makbul olduğu; muhafazakarlığın hiçbir türünün ana akımda kendisine yer bulamadığı bir zamanda, ayrıcalıklarını geleneksele uydurmayarak bir ayrıcalık olarak göstermenin, bu sayede mainstream olmadan korumanın ve ‘bizim de törpülenmemiş köşelerimiz var‘ demenin en köşeli, yeni ve kabul gören bir yolu.

Eski okulda toplum normlarına alternatif üretip dışlanmak ve marjinal olarak etiketlenmek, kendine ait sancıları olsa da uzun vadede, mesela şu an aşırı popülerleşmiş bir oyun serisinin 8-bit çıkan ilkine ait anıları deşerken cool bir olaydı; yeni okulda ise herkes, kendine göre marjinal. Bunca, “Hani marjinal bizdik?” isyanın arasında, artık köşeleri bulunan ana akım olarak nitelenmek ise yeni cool olayımız olabilir. Siz ne dersiniz? Çok konuşasım var bu konuyla ilgili, yazarsanız ağzım kulaklarımda beklerim.

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

1 Comment

  1. M. Can İspir Reply

    İnsanlar kendilerince seçtiği yolların müdavimi olarak hayatını sürdürürken, bu yolda isteyerek ya da istemeyerek serüvenine katılan kimseler olabileceği gibi bu kimselerin de yolu, yolda karşılaşılabilecek şeyleri değiştirmesi ve hatta yolun alternatiflerini oluşturması kuvvetle muhtemeldir. Bu yüzdendir ki bunca kültür oluşumlarının farklı evrelere gelmesi kaçınılmaz son denilebilir. Elbette her şey kendi içinde özel ve güzeldir. Fakat bu onun kabuğundan taşmasını veyahut da bulunduğu ortamı aşıp, kendisine yeni yerler arama neticesinde, bir yolunu bulup farklı ortamlara serpilmesinin önünde bir engel değildir.
    Velhasılı, dinamik bir süreç işlemekte, yeni tartışmaları doğurmakta, yeni üyeler bir diğer yenilikleri kamçılamakta ve böylece dallanıp budaklanan ağaç misali yayılan meseleler, bu dallara başka başka düşüncelerin aşılanmasından sebep farklı meyveler vermekte ya da daha kötüsü vaziyete göre bazı zamanlar verimlilik azalmaktadır.

M. Can İspir için bir cevap yazın Cevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.