Yapay zekanın yavaş yavaş sanat ile içli dışlı olmaya başlamasına burada değinmiştim. Hatırlıyor musunuz, demiştim ya hani, yapay zeka bazen sanatçının bir yardımcısı bazense sanatçının kendisi olarak karşımıza çıkıyor diye. İşte bu sefer de sanatçının ta kendisi olarak göreceğiz onu.

Bu yazıda bahsedeceğim alan ise resim değil, sinema arkadaşlar. Çoğu zaman kendini ifade etmek ve/veya anlamlandırmak konusunda resim kadar serbest olmayan bir sanat dalı sinema. Zira sinema dendiğinde aklımıza gelen filmlerin çoğu bir hissiyatı değil olay zincirini anlatıyor, yanlış mıyım? Bir resimde senaryo yokken film için senaryo çok önemlidir mesela. Sinema, tiyatro değil ki Samuel Beckett’in oyunları gibi soyut düşünelim! Öyle filmler yok değil, elbette var fakat sinemayı tiyatrodan daha katı bir şekilde bilim kurgu, fantastik, dram gibi kategorilere sokabiliyor olmamız onu daha sınırlayıcı yapıyor. Eh, işte bunun en önemli nedeni de belli karakterleri, zamanı ve mekanı içeren senaryolar görmeye alışkın olmamız. Dolayısıyla bir olay örgüsünden bahseden senaryolar düşünce ürünü oluyor, duyguların o anda meydana gelen bir dışavurumu olmuyor.

Bu sınırlamalar da yapay zekanın işini zorlaştırıyor. Düşünsenize, bir yapay zekaya yüzlerce senaryo okutup sonucunda size tamamen kendi üretimi olan bir senaryo sunmasını isteseniz, kim bilir nasıl bir sonuçla karşı karşıya gelirsiniz. Resim çizmiyor yani, anlamlı bir diyaloglar bütünü ortaya çıkartması gerekiyor. Yönetmen Oscar Sharp ve Ross Goodwin, 2016 yılında tam da bunu yapmış. Karşınızda, senaristi bir yapay zeka olan ilk kısa film: Sunspring!

Bir film okulu mezunu olan Oscar Sharp, üniversite yıllarından beri parçalardan bütünler yaratmaya hayranmış. Öyle ki bir dadaist gibi zar atıp, kağıt çekip, çıkan cümleleri bir araya getirerek senaryo yazdığı bile olmuş. Durum böyle iken bu projenin başka birinden çıkmasını bekleyemezdik diye düşünüyorum. Bu arada kendisi çok da rastgele bir yönetmen değil, zaten bir kısa film yönetmeni, hatta The Karman Line isimli kısa filmi (ki içinde Olivia Colman var) bir BAFTA adayı bile olmuş. Buna rağmen ben Oscar Sharp’ın yerinde olsaydım en çok gurur duyduğum proje BAFTA adayı olduğum kısa film değil de bir yapay zekaya yazdırdığım Sunspring olurdu, bunu da söylemem lazım. Hehe.

Sci-Fi London festivali için yazılan bu kısa filmin senaristinin adı Benjamin. Kendisi, bahsettiğim gibi, bir yapay zeka. Benjamin’e 80’ler ve 90’lar arasında çekilen bilim kurgu filmlerinin senaryolarını göstermişler. Sonuç olarak da ortaya böyle komik bir kısa film çıkmış. Oyuncuların bu anlamsız diyalogları nasıl ciddiyetle canlandırdıklarına bir baksanıza ya, kahkahalarla izledim!

Benjamin için, bir yapay zeka olmasına rağmen çok yetenekli bir senarist değil diyebiliriz, yönetmenimiz de senaryonun ilk halinin ekibi bayağı güldürdüğünü söylemiş. Benjamin’in kaleme aldığı senaryonun imkansız direktifleri varmış, yıldızların arasında ayakta durmak gibi. Yönetmenimiz burada bu sahneyi nasıl çekeceğini, karakterin nasıl yıldızların arasında ayakta duracağını bilemediği için bu tür sahneleri bir rüya sekansına çevirmek tarzında seçimler yapmak zorunda kalmış. Senaristimizin çalışma tekniği aslında bayağı basit. Telefon klavyemizdeki bir sonraki kelimeyi tahmin etme işlevine çok benziyor, yalnız ondan farklı olarak cümlelerden ziyade uzun paragraflar tahmin etmekte ve bu işlemi kendi başına yapabilmekte çok başarılı.

Sunspring yalnızca komik bir kısa filmden ibaret değil, yönetmenimiz ondan ders de çıkartabileceğimizi söylemiş. Bu ders yapay zekanın gelişmesi konusunda senaristlerin gönüllerini rahat tutmaları ve teknolojinin yakın zamanda en azından onların işlerini ellerinden almayacağı, değil aslında. Oscar Sharp, Sunspring’de bilim kurgu hikâyelerindeki belli başlı kalıpları görebileceğimizden bahsetmiş. Sonuçta Benjamin gerçekten de sıfırdan bir bilim kurgu kısa filmi senaryosu yazmadı, sadece eldeki verilerin bir ortalamasını çıkartarak ortaya yeni bir şey koydu. Benjamin’in ortaya çıkarttığı proje, ortalama bir bilim kurgu kısa filmi yani. Manasız mı, büyük çapta evet, orası ayrı. Fakat diyaloglara ayrı ayrı baktığımızda tekrarlayan bazı cümleler görmek mümkün: Örneğin, “Bunun ne olduğunu bilmiyorum,” tarzında, çevreyi anlamlandırmaya çalışırken kurulan cümlelerden bol bol var. Oscar Sharp sonradan yazdığı bir bilim kurgu senaryosunda Benjamin’in kurduğu o basit cümleleri yerleştirirken bile bilim kurgu klişelerinden kaçamadığını ve gerçekten de “What the hell is this?” tarzında cümlelerin bilim kurguda vazgeçilemez kalıplardan birisi olduğunu, bunu da Benjamin’in bu filmde ispatladığını söylemiş.

Diyaloglar büyük ölçüde manasız olmasına rağmen ilginçtir ki izleyenler de bunu anlamlı bir şekilde yorumlamayı başarmış. Bunun için de yönetmenimiz aşk üçgeni örneğini veriyor, senaryoda aşk üçgeni olduğuna dair hiçbir ibare olmadığını fakat oyuncuların senaryoyu bu şekilde yorumladıklarını söylüyor. Bundan da şunu çıkartabiliriz: Tükettiğimiz materyallerin birbirine çok benzer olmasından mütevellit biz de gördüklerimizi bu klişelere yoruyoruz, ortada bir aşk üçgeni olmamasına rağmen aklımıza gelen ilk ihtimal bu oluyor. Çünkü öyle görmüşüz, bilim kurgu bize bunu öğretmiş. Klişelerin mahkumuyuz!

Ah ah, bakın on dakikalık bir kısa filmden neler çıkarttık! Hem de senaristi bir yapay zeka olan kısa filmden! Benjamin’in, teknolojinin evreni ele geçirdiği bir senaryo yazmaması yüreğinize su serpti mi yoksa hâlâ Elon Musk’ın dediği gibi yapay zekanın sonumuzu getireceğini mi düşünüyorsunuz? Bir sorum daha var: Sizce bir yapay zeka, üzerinde daha çok uğraşılsa ve daha çok materyal tüketse ortaya gerçekten mantıklı bir senaryo çıkartabilir mi? Christopher Nolan ayarında filmler görebileceğimizi zannetmiyorum ben tabii. Ama ne bileyim, insan bir umut ediyor sanki.

Kaynak: 1

Author

Batı Edebiyatları okur, kedi sever. Bir de buralarda yazıp çizer. @mightbeyagmur

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.