“Şikayetim yaradana !” ya da bu kişisel bir konu aga karışmayın !

 

Kişiselleşme adına yırtınıyoruz. Yani belirgin bir renk sahibi olmak adına yırtınıyoruz. Hayattaki tüm çabamız arzuladığımız renge bürünmek. Kafamızdaki kişiyle, projeksiyondan ekrana vuran kişi farklı kişiler olduğu için de devamlı gelgitler ve buhranlar yaşıyoruz. Bunun adına hayat diyoruz ki bu hayattır.

40’lı yaşlarda kişilik bunalımına girmiş nevrozlu kişiler için içindeki bulundukları durumun sağlıklı olduğunu söylemek en mantıklısı. İnsan ruhu kendisini nevrozlarla bir oradan bir oraya atarak dengeler. Acı çekmek hayatın kaçınılmaz bir içeriği. Buradan arabesk bir çıkarsama yapmak yerine tek acıklı ifadeyi; “Niçin acı çektiğini bilmeyenlere” sunmalıyız.

Metronom ortada hiçbir zaman durmayacak, yani hiçbir zaman ne istediğimiz kişi ne de istediğimiz yerde olacağız. Çünkü stabil bir kişilik dengesi daima değişken olan hayat içinde mümkün değildir. Eğer böyle bir varoluş içindeyseniz iki ihtimal var. Ya inanılmaz bir baskılama altında farketmeden yaşıyorsunuz ve şiştikçe şişiyorsunuz (ki elbette patlayacaksınız bknz. 40’lı yaşlardaki kişi) ya da genç yaşınıza rağmen buna sahipseniz emin olun bir manevi dünya lideri olmuşsunuz demektir.

Eee anlat bakalım.

E tamam da neden bahsediyorum ben? Tabi ki alayımızın gündeminden ötürü üzüntülere gark olduğu, dünyanın makatında bulunan ülkemizden. Ülke karakterlerini teker teker ele almamız ve bunları insan kişilikleri gibi analiz etmemiz gayet mümkün bence. Bir tarım ülkesi insanının ruh haliyle bir sanayii ülkesi insanının ruh hali aynı olmayacak ve bu da ülkenin dış ve iç ilişkilerindeki yönetimsel tavrını etkileyecektir. Osmanlı’nın ekimlik BAYIR olarak bıraktığı Anadolu, Osmanlı’dan geriye kalan oldu bu ülke bizim için. Gelin görün ki 18. ve 19. yüzyılları dünyaya karşı reddiye içinde geçirmiş bir hasta imparatorluk olan Osmanlı bizleri ne bir tarım ülkesi ne de sanayi ülkesi olarak bıraktı. Basbayağı biat ülkesi olduk.  Kısıtlı alanda daimi olarak tehlike altında olan bu kekremsi kokulu coğrafyamız, Moğolların korkusundan dolayı  -bari kafamızın içinde kaçalım korkulardan-  diyerekten Sufizm’e sarılmış bir coğrafya.  Yarın yiyeceği yemeği ağa babasının elinden başka bir yerden alamayan bölge insanı daha dik durabilen diğer etnik oluşumlara karşı nefret dolu gözlerle baktı hep.  Hani ne haklılardı ne de haksız. Sağdan sola savrulup, en işe yarayan yere konulan bir kalabalık olarak muamele görmüş bir halkın çok da sevgi dolu olmasını bekleyemezsiniz.

Böyle şişe şişe bir patlama geçirerek yapılmış zoraki bir devrimden sonra, kendisine biraz gelen insanımız gelin görün ki eski egemenlik arzusu ve biat edilme güdüleri bastırılamamış eski adama yenildi. Yani Osmanlı’nın Anadolu’daki hayaletine.

Yapma yav !

Eleştiri yaparken tek hedefi tüm ilgiyi ve iktidar odağını bir şekilde dolaylı ya da direk kendisine çekmek isteyen, her şeye karşıyken neye karşı olduğunu bilmeyen ama işin özünde sadece mutlak kişisel egemenliğini isteyen 76 milyonuz. Biat etmekten bıkmışız ama biat ettirmek adına kan akıtıyoruz dilimizle ve eylemlerimizle. Ülke olarak artık patlamak üzere olan bir nevrozun eşiğindeyiz yine. Yine diyorum çünkü kurulduğundan beri nevrotik patlamaların tam kıyısından dönmüş, patlamalar yaşandığında ise alabildiğine yaşanarak değil yine baskılanarak yaşamışız. Sınırlarımızı öğrenememiş , aşırı korumacı anne babaların altında embesile dönmüş ağzının suyu akan veletler gibi olmuşuz.

Hala ama hala dünyada cenneti ve dünyaya sonsuz egemenliği hayal edebiliyor, en yakınımızdakinden,  iletişim araçlarının götürebildiği en uzağımızdakine kadar herkese acı çektiriyor, psikopatça varlığımızın gölgesine almaya çalışıyoruz onları. Metroda bıçak çekip “Kimsenin gıkı çıkmayacak ulan” diyor, “Tek yol xxxxci devrim, kahrolsun tüm yyyy’ler” diyoruz ve rüzgarın estiği yöne göre yyyy’nin içeriğine birilerini layık görüyoruz. Hala ilkel kabileler gibi linç ediyoruz ya da ediliyoruz.

Kişiselleşemedik. Ülkemizin bile bayrağı dışında bir rengi yok. Entelektüellerimizin konuştuğu konular bile meşrutiyet dönemi entelektüellerinin konuştuğu konularla aynı. Bırakın artık muhafaza etmeyelim.  Bırakın artık neyse o şahane değerlerimiz ya da korkularımız, onları ya yıkalım ya da yaşayalım.

Oldu paşam !

Zerhas Anadolu’yu işgal ederken, Helen olan İyonya yarım ağızla ona boyun eğip kardeşleriyle savaştı. Pers İmparatorluğu çekilirken de kandaşlarına takdire şayan bir geri vitesle selam durdu ki sonuçta yıkım yaşamamış oldu. Ne şiş yansın ne kebap demek burada oturan insanın huyu belki. Belki de tam ortada oluşumuzdan ötürü her şey. Kertenkele gibi kuyruk mu bırakalım yoksa tüm mü olalım yoksa büyüyüp ejderha mı olalım? İşte buna yıktıklarımız ve yaptıklarımız karar verecek. Yani nevrozumuzun nasıl sonuçlanacağı belirginleştirecek.  Eğer ki yine kendini baba addeden bir muhterem(!) çıkıp, coğrafyayı kendi geleceğinden kurtarıp geçmişe ve bitmeyen nevrozlara atmazsa.

tumblr_lvxno4jAUr1qaw7vlo1_500

Author

Üniversite terk, gerilla tüccar, tercüman, çevirmen ,şevkat adamı ,yazar ,araştırmacı ,model painter.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.