Fransa’da geçtiğimiz günlerde bir başkanlık seçimi yaşandı. Adaylardan biri Emmanuel Macron‘du. Öbürü de Marine Le Pen. Le Pen ailesi ve onların partisi Front National genel olarak ayrımcılık, ırkçılık ve milliyetçilik üzerine bir imaja sahip olduğu için, Macron yüksek bir fark attı rakibine. Aynısı Le Pen’in babasının da başına gelmişti. Orada da peder Le Pen, bir şekilde canını ikinci tura atmıştı. Ancak bir anda “N’oluyoruz lan ırkçı adam mı seçeceğiz” diye galeyana gelen Fransız halkı sandıklara koşmuş; çok da coşmamalarına rağmen rakibi Jacques Chirac’ı başkan seçmişlerdi. Bu sefer, Chirac kadar sert bir fark attırmadılar Macron’a.

Bu, Le Pen ailesinin acayiplik geçmişi düşünülünce elbette insaniyet namına bir zafer. Ülkemizde de o şekilde algılandı. Bir anlamda, Macron – Le Pen yarışı aklıselim insanlarca Brexit gibi, Trump gibi popülizmin karşısında mantığın eriyip gittiği yeni bir siyaset trendine karşı son umut gibi algılandı. Bu esnada, ikili olan şeyler genelde diğer ikili olan şeylerin üzerine yerleştirildiği için, sol eğilimli insanlar da coştular Macron’a. Çünkü Le Pen belli ki sağcıydı. Bu yüzden Macron’un da belli ki solcu olması gerekiyordu.

Emmanuel Macron

E okey, ama bu sağ ve sol nedir?

Onda çok da ülke olarak doğru bir yerde değiliz gibi hissediyorum. Genel olarak bir partinin sağ görüşlü mü, yoksa sol görüşlü mü olduğunu parti bildirgelerinden yola çıkarak söylemek mümkün memlekette, ama onun haricinde bir insan ya da kuruma sağcı/solcu diyebilmek için hangi şartların olgulaşması gerekiyor, o konuda biraz muallaktayız. Sizce de öyle değil mi?

Memleketteki en genelgeçer yargı, sağ ve solun politik bir skala olarak din olgusuna göre pivot ettiği yönünde. Yani bizim günübirlik lügatımızda artık bir siyasi aktörün sağda mı, solda mı durduğu hesaplanırken önce din koyuluyor denkleme. Din bir siyasi görüş üzerinde ne kadar etkiliyse, o siyasi görüş o kadar “sağ” oluyor gibi. Genel yorum bu.

Ancak esasında sağ ve sol tabirleri ayrılırken, din bir ana faktör olarak kullanılmamakta. Sağ ve sol ayrımında iki ana unsurdan söz etmek mümkün. Biri ekonomi. Diğeri sosyal alan. Ekonominin içerisine vergilendirme, iç ve dış ticaretin yapısı, karakteristikleri, devletin ne kadar ve ne derece müdahil olduğu ve benzeri durumlar giriyor. Sosyal alan dediğimiz şeyde ise toplum ahlakı, yasaklar/yaptırımlar, sosyal adalet, azınlık/kimlik politikaları, dil, din gibi alt başlıklar var.

Ekonomik olarak, sağ ve sol ayrımı çok net bir biçimde devletin duruma ne kadar el attığı ile ölçülüyor. Siyasi skalada, sol tarafın en ucunda devlet-merkezli bir kaynak dağıtım yöntemini savunan sosyalizm duruyor. Sağ tarafın en ucunda da serbest pazara hiçbir merkezi kuvvet tarafından müdahale edilmesini istemeyen klasik liberalizm var. Bir başka deyişle, sol siyasi görüş ekonomide devletin aktif bir rol alması taraftarı. Sağ siyasi görüş ise pazarın kendi hâline bırakılması gerektiğini savunuyor.

Classical Liberalism

Bu tarihsel süreçten kaynaklanan bir ayrım. Klasik liberalizm, yeni bulduğu ticaret rotalarıyla ve Endüstriyel Devrim ile birlikte bir anda coşan tüccar sınıfın –cool tabiriyle, “burjuvazi”– devletten yaka silkmesiyle başlıyor. Bir noktadan sonra burjuvazi sınıfı “Abi aslında bizi rahat bıraksanız biz çok çok daha para kazanacağız, inanın sizin için de daha iyi olacak” diye devleti itelemeye girişiyor.

Yalnız kısa süre içerisinde fark ediliyor ki, burjuvazi rahat bırakıldığı zaman otomatikman işçisini sömürmeye başlıyor. Çünkü seri üretimde kâr yapmanın en temiz yöntemi “daha iyi” ürün yapmak değil, maliyeti kısmak. Maliyette de en rahat ağzını tıkayabileceğin musluk işçi maaşı, bir de işçi refahı. Bu toplumun salt çoğunluğunu oluşturan işçinin hem işine, hem toplumuna yabancılaşmasına sebep oluyor. E bu da, takdir edersiniz ki, tatsız bir durum.

İşte birileri bu sorunu tespit ediyor. Çözüm önerisi olarak da üretim kaynaklarının bireylerce değil, topluca yönetilmesini koyuyor. Yani, “Sermaye sahibi, o sermayeyle aldığı her şey üzerinde sonsuz at koştursun” değil, “Burada bi’ devlet olsun, bu devlet insanlığın bekasına göre bir takım planlar yapsın, o planlar dahilinde de herkes eşit yesin içsin” tarzı bir siyasi yaklaşımı. Bu da bugün “sol” dediğimiz şeyin temelini oluşturuyor.

Yani bir tarafta, “Devlet bizim işimize gücümüze karışmasın, vergisinde de değiliz yolunda elektriğinde de, bırakın biz kendi aramızda kapışalım” diyen klasik liberalizm var. Bu “sağ” taraf.

Bir tarafta da “Ya sizi bırakınca siz kendi aranızda fil gibi tepişiyorsunuz, olan çimene oluyor, bundan sonra devlet şuraya birkaç kulvar çizecek filler oradan koşacak” diyen klasik sosyalizm var.  Bu da “sol” taraf.

Ekonomik anlamda sağ ve sol bu.

Socialism

Bir de sosyal alan var. Burjuvazi sınıfının bir noktada darlanıp “Eeh, devlet misin nesin bir gözünü seveyim düş yakamdan” diye irite olduğunu yukarıda söylemiştik ya? İşte o sınıf, ve o sınıfı olumlayarak yükselen aydınlanmacı filozof / düşünürler aynısını sosyal mevzularda da diyorlar. Bilhassa kilisenin dini baskılarına yönelik bir gider var o dönemlerde. Pek çoğu Amerika’nın kurucularına da ilham veren klasik liberaller, devletin sosyal alandan da elini çekmesi gerektiğini savunuyorlar. Devlet kimsenin dinine, diline, ırkına, giyinişine, tarlasını nasıl sürdüğüne, elmasını kaça sattığına karışmasın isteniyor. Esasında özetle hiçbir şeye karışmasın isteniyor.

Sosyal anlamda en sağ tarafta değerlendirebileceğimiz olgu da, takdir edersiniz ki bunun zıddı. Orada da insanların birbirleri arasındaki ilişkileri devletin denetlemesi isteniyor. Toplumun ahlakının bekçiliği devlet tarafından yapılsın yani. Gerekirse devlet, tüm küçük çalılıkları toplayıp, ip zoruyla birbirine bağlasın ki güçlü bir balta sapı oluşsun o küçük çalılıklardan.

Burada da bir tarafta, “Devlet ben sana soruyor muyum kimi dikiyorsun diye?” diyen klasik liberalizm var. Sosyal anlamda “sol” o.

Bir tarafta da “Bu kitleleri kendi hâline bırakmak olmaz, devlet bir karakter vermeli, toplu ahlak öğretmeli, öğretemediği yerde cebren sağlamalı” diyen klasik faşizm var. Sosyal anlamda “sağ” o.

Sosyal anlamda da sağ ve sol bu şekilde ayrılıyor.

leftright_eu_1416

Fark ettiyseniz günümüzdeki siyasi ideolojide, klasik liberalizm ekonomik değerleri sağ taraftayken, sosyal değerleri sol tarafta. Bunun sebebi, zaman ilerledikçe bu ideolojilerin LEGO gibi takılıp çıkartılmasından ibaret. Bir noktada burjuvazi klasik liberalizmin sosyal alandaki “saldım çayıra, mevlam kayıra” tavrını terk edip, Neo Muhafazakarlık diye bir topa giriyor. Burada da klasik liberalizmin sosyal tarafını “sol” görüşe bırakıyor, “sağ” tarafın devletçi kamu anlayışını benimsiyorlar. Bugün çoğunlukla orta-sağ dediğimiz kişi ve kurumlar bu tarafta duruyor.

Hakeza bir tarafta sosyal demokrasi diye bir şey çıkıyor. Kağıt üzerinde serbest pazarın artılarının farkında olan, ama bir yandan da çimenlerin ezildiğini kabul eden bir siyasi görüş. Onlar “Tamam, kapitalizm devam etsin, ama bari bir yandan da zengini zorlayalım da fakirin sigortasını yapsın, adam hastaneye neyin gitsin” diyenler. Bir yandan da sosyal adalet, azınlık hakları savunan bir kitle var bu tarafta. Genelde de buna orta-sol deniyor.

Emmanuel Macron bunların kırması, third way denilen ve ekseriyetle Anthony Giddens ile özdeşleştirilen bir yerde duruyor. İsmiyle müsemma, Macron gibi düşünenler biraz o klasik liberalizme dönüşün peşinde. Devletin insanların sosyal hayatlarına karışmasını istemiyorlar, devletin ekonomiye de çok karışmasını istemiyorlar. Ancak klasik liberalizmin aksine, “devlet sadece ticaretin bekçisi olsun” diyecek kadar sert de değiller. Sosyal demokrat refah politikaları –ki işte, emekliliktir, SSK’dır, bu toplar– için de iyi düşünüyorlar.

Ha, bütün bunların sonunda “Peki Türkiye’deki partiler?” diye soracak olursanız; ee… Açıkçası bir süredir bizde “sağ” ya da “sol” diye bir şey yok. Çünkü çok uzun zamandır, politika diye bir şey yok. Dolayısıyla, bu bilgiler kısa vadede işinize yarayacak şeyler değil. Ama bakmışsın, yeteri kadarımız biliyor olduğumuz için ileride durumlar değişmiş… Kim bilir?

Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.