Bazı yönetmenler var, öyle pek bir şey ”sunmadan” da bizi mutlu edebiliyorlar. ”Sunulan şeyler”den kastım da muhtemelen bir iki aksiyon sahnesi, ucuz bilim-kurgu ve fantastik ögeler. Bunlar yerine bir noktada absürt ama sıradan mücadeleleri anlatan küçük ölçekli hikâyeler izlemek çok zevkli olabiliyor ama eğer sabırlı bir sinema izleyicisi değilseniz çoğu zaman böyle filmlerden tadamıyorsunuz. Böyle filmler yapan ve bir şekilde bir sinematik evren veya franchise olmadan da ünlü olabilmiş çok az yönetmen var. Bu yönetmenlerden her türlü izleyiciye hitap edebileni çok daha az. Bugün bunlardan biri Wes Anderson.

Wes Anderson’ın ününde tabii ki şak diye anlaşılabilen o simetrisi ve renkleri yatıyor ama hikâyelerinde yatan mizahın da ciddi bir başarı olduğunu rahatça söyleyebilirim. Wes Anderson’ın sinemacılığı, absürt karakterleri, bebek evi gibi hatta gerçekten maketten yapılma mekânları, simetrik kareleri, hoş renk paletleri ve tatlı hikâyeleriyle epey geniş bir kesime kendisini izletmeyi biliyor. Öyle kamera açıları var ki sürekli bir film izlediğimizi hatırlatıyor, masal anlattığını asla unutturmuyor. Açıkçası ben de The Grand Budapest Hotel‘i izlediğim günden beri Wes Anderson’ın diğer çalışmalarına bakmış, yeni film gelişmeleri için gözlerimi dört açmıştım.

Filmin sesi uzaktan duyulduğunda Geekyapar! olarak en son şöyle bir haber yazmıştık, sonra da filmden ses seda çıkmamıştı. Şimdi ise uzun süredir bildiğimiz isim ve oyuncuların yanına bir poster bir de fragman eklendi, posterin bebek evi gibi olması ve bütün karakterleri böyle içermesi sizin de hoşunuza gitmedi mi? Tam Wes Anderson’lık hareket.

24 Temmuz’da vizyona girecek olan The French Dispatch’te Benicio Del Toro, Adrien Brody, Tilda Swinton, Lea Seydoux, Frances McDormand, Timothee Chalamet, Lyna Khoudri, Jeffrey Wright, Mathieu Amalric, Stephen Park, Bill Murray, Owen Wilson, Liev Schreiber, Elisabeth Moss, Edward Norton, Willem Dafoe, Lois Smith, Saoirse Ronan, Christoph Waltz, Cecile De France gibi isimler yer alıyor. Her zaman ki gibi yıldızlar geçidi anlayacağınız. Film kurgusal bir Fransa şehrinde (Ennui-sur-Blasé) geçecek ve Anderson’ın ”The New Yorker‘a tutkusunu ve tüm gazetecilere sevgisini” de içerecek diyorlar.

Fragmanı da izledikten sonra nasıl bekleyeceğiz temmuz sonunu diye soruyorsanız eğer, ki çok haklısınız, size önerebileceğimiz şeyler Isle of Dogs‘u, The Grand Budapest Hotel‘i, Moonrise Kingdom‘ı bir kez daha izlemenizi öneririz. ”Yok, bunlar beni kesmedi” derseniz, daha da geriye gidip Fantastic Mr. Fox‘un veya The Royal Tenenbaums‘ın tadına bakmak isteyebilirsiniz. Peki siz ne diyorsunuz, Anderson bu sefer nasıl bir iş çıkaracak?

Author

İstanbul'da yaşıyor, buraya yazacak havalı bir şey de bulamadı. @charles_bourbaki

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.