Topu topu 7 haftalığına kavuştuğumuz Game of Thrones’un, yedinci sezonunun üçüncü haftasını da geride bıraktık. Birlikteliğimiz bu kadar kısayken ilk iki bölümde, olmasa da olur diyebileceğimiz çok sahne olduğundan yakındı birçoğunuz. Üçüncü bölüm bu yakınmaya bir cevapmış gibi dolu dolu geldi ve 60 dk içinde alışık olmadığımız kadar gelişme yaşandı. Taht oyununda hamle yapacak sadece 11 el kaldığından, böyle taşma noktasında dolu bölümlerin geleceğini tahmin etmek zor değil. Fakat doluluk her zaman iyiye işaret de değil, sonuçta her atın taşırken çatlayacağı kadar ağır bir yük vardır. Bunun Türkiye’deki birtakım faytonculara ve Game of Thrones senaristlerine anlatılması lazım. Çünkü bu bölüm her ne kadar keyifli sahneler barındırsa da ağırlığının altında ezildiği sahneler de içeriyordu.

got7.3jondany.0
Herkesin bu bölümü özellike Jon ile Dany’nin, Buz ve Ateş’in buluşması için beklediğinin farkındayım, bölümü izlemeden önce benim için de durum farklı değildi. Ama önce bana beklediğimin çok üstünde, Jon-Dany buluşmasından katbekat keyif veren Jon-Tyrion buluşmasından bahsetmek istiyorum: Birinci sezon hala hafızalarınızda ulaşabileceğiniz bir mesafedeyse Jon ile Tyrion arasında geçen müthiş diyalogları hatırlıyorsunuzdur. Tyrion’ın Jon’a dışlanan olmak hakkında verdiği dersler o sezonun hatta dizinin en keyifli diyaloglarındandı. Doğrusu bölümün açılışında Jon kayıktan inip Tyrion’la göz göze gelmeden önce ben bu iki adamın muhabbetinin diziye bağlanma sebeplerimden biri olduğunu unutmuştum. Fakat bölüm boyunca ikili arasında geçen diyaloglar bana o keyfi hatırlattı ve damağıma Game of Thrones’un o eski diyaloglarıyla değer kazanan günlerinin tadını getirdi. Tyrion’ın Jon’a kurduğu “Kara kara düşünmeyi beceremiyormuşum gibi hissettiriyorsun.” cümlesi unutulmaz bir kara mizah repliğiydi mesela. Bir de kalenin içinde muhabbetlere girmeden, Jon’u korkutan Drogon, sanki Targaryen kanının kokusunu almış da Jon’u yokluyormuş gibi değil miydi?

Gelelim o beklenen ana, dizinin ilham aldığı kitap serisinin adını verdiğine inandığımız iki karakterin o çok muhteşem buluşmasına. Yani, en azından muhteşem olmasını beklediğimiz buluşmasına. Pek de öyle olmadı değil mi? Tabii ki buzun ve ateşin birbirlerine koşarak ittifak yeminleri etmesini, ejderhaların ve ulukurtların bozkırlarda beraberce şen şakrak gezinmelerini beklemiyordum. Hatta bence şöhret ve politikadan habersiz Kuzeyli bir lider ile şöhret ve politikayla hükümdar olmuş bir kraliçenin arasında geçen diyalogların kağıt üzerinde öyle kötü durmadığına eminim. Davos’un “İşte bu da Jon Snow… Ha bi de Kuzey’deki Kral.” repliği senaristlerin iki otorite arasındaki tarz farkının ve Dany’i getirdikleri halin bilincinde olduğuna çok güzel ve komik bir kanıt olmuş. Bu buluşmayı muhteşem olmaktan geri tutan asıl faktör oyunculuklar. Bu sahne bir kez daha kanıtlamış ki Emilia Clarke güzel bir yüze, tatlı bir karaktere sahip olabilir ama ne yazık ki Daenerys Targaryen’i doğru oynayacak yeteneğe sahip değil. Normalde oyunculuğunu donuk bir karakter için yeterli bulduğum Kit Harington da bu sahnede nasıl davranması gerektiğini bilmeyen adam rolünü biraz abartılı oynamış. Jon’un gerçekten de biraz şaşkın ve çekingen durması gerekiyordu bu sahnede fakat Harington oynadığı karakterin geçmişini unutarak sergilediği abartılı performansla o salonda sümük gibi kalmış. Ayrıca bu ilk buluşma sahnesindeki hali, çok daha doğru oynadığı balkondaki buluşmayla alakasız kalmış. Sur’un ötesindeki tehlikelerin inanılmazlığını, ejderhaların da görülene kadar inanılmaz olduğuna bağlayarak önünde deli yerine düştüğü insanları ikna etmeyi o sümüksü halinden dolayı akıl edemedi sanıyorum.

game-of-thrones-the-queens-justice-photo003-1501096954531_1280w
Balkondaki ejderha camı pazarlığı beklediğimiz gibi başlayıp bittiğinden üzerine yapılacak çok bir yorum yok. Bu sahneyle ilgili bahsetmek istediğim biraz bölüm dışı bir durum: İlk buluşma esnasında Jon’un Dany’i gördüğünde nefesini birkaç saniye vermeyi unuttuğunu gördük. Aynı tepkiyi Davos da vermiştir, siz de verirdiniz, ben de verirdim. Bu yüzden Jon’un tuttuğu nefese odaklanan kamerayla bir derdim yok ancak balkondaki diyaloğun çekiminin GIF’lere, shiplere oynadığı o kadar açıktı ki ben biraz rahatsız oldum. Jon’un Dany’le beraber olma ihtimali üzerinden seyirciyle oynayacaklarını, oynamaları gerektiğini biliyorum. Bir süredir böyle bir dizi izliyoruz çünkü. Ama en azından bu tip fark edilir tarz değişikliklerine bulaşmadan, daha ince ince çekseler keşke GIF’çi shipçi sahneleri. Mesela Dany’nin o sahne sonunda Jon’u hunharca kesişinden hiç şikayet etmeyeceğim. Missandei de keserdi, siz de keserdiniz, ben de keserdim; abi kaç kez kral göreceğim sanki?

Ejderha Kayası civarlarında Jon ve Tyrion’un diyalogları hariç bize eski Game of Thrones tadını veren bir diyalog daha oldu: Varys ve Melisandre’nin arasında geçen muhabbet hayli ilginçti. Melisandre önce kendi ölümünün haberini verdi ki yüzlerce yaşında olmasından ve hayattaki tek gayesinin Azor Ahai’yi bulmak olduğundan, görevini tamamlayıp kendini ölüme bırakacağını düşünebiliriz. Jon ve Dany ya da bir başkası Ak Gezenler’le kopacak savaşın kurtarıcısı olduktan sonra Melisandre görevini tamamladığına inanıp kolyesini fırlatıp atabilir. Ancak Varys’in ölüm haberinin arkasında yatanlar bir gizem. Varys daha önce Meeren’de de bir kızıl rahibeyle karşılaşmış, onunla da gizemli bir diyaloğa girmişti: Kızıl rahibe Kinvara Varys’e, senden bir parçayı yakarlarken alevler arasında duyduğun sesi hatırlatmama gerek var mı, diyerek Örümcek’i afallatmıştı. Varys bu bölümde aldığı ölüm haberi ile beraber bir kez daha bir kızıl rahibenin önünde cevapsız kaldı. Varys’in alevler arasından gizemli şeyler duymuş olduğu kitaplarda da bahsi geçen bir mesele. Sanırım son sezonun bir noktasında Varys’in Işık Tanrısı ile ilginç bir bağı olduğunu göreceğiz.

Game-of-Thrones-season-7-episode-2-jorah-sam
Koca diyarda sadece kasıntı kasıntı politika muhabbetleri dönüyor değil tabii. Westeros’un bir köşesinde de yaşlı bir şövalye ile mütevazi bir üstat çaylağı dost olabiliyor. Bu bölümde Jorah’ın Hightower’daki istirahatının da sonuna geldik. Westeros ve Essos’un bilinen en tehlikeli hastalığının tek gecede tedavi edilmesi, bunu bir çaylağın yapması, tedavinin etkisini bir günde göstermesi, kısaca tıbbi bir tarih yazılıyor oluşu ve bunu kimsenin çok da ciddiye almaması hala inanılmaz saçma, yani bunun ilim irfan yuvası Hightower’da gerçeklerşiyor olması saçmalar saçması. Ama yine de Ayı Adası’nın Mormont’u ile Boynuz Tepe’nin Tarly’sini el sıkışır halde görmek muhtemelen Westeros tarihinde pek sık rastlanan bir şey olmadığından insan taş attığıyla kalıyor bu sahnelere, öyle hemen ateşe veremiyor. Yaptığı yasa dışı tedavinin sonucunda aldığı küçük ceza sırasında Samwell o eski, çürük kitaplarda değerli bir bilgiyle karşılaşır diye umuyor, Samwell’i çıkarması gereken kopyalarla yalnız bırakıyorum.

thrones-3-master675
İlk sezondan bu yana kendine kral ya da kraliçe diyen onlarca insan arasında bunun iyi, kötü bütün sonuçlarını yaşayan ve yolundan asla sapmayan tek kişinin Cersei olduğunun farkında mısınız? Ben artık bu kadına kızamıyorum çünk taht oyunun doğru oynayan bir o kaldı. Öncesinde oyunu ustalıkla oynayan diğer insanlar arasında Cersei gözüme çok batıyordu, diğer herkes gibi kıl oluyordum kadına. Ama bakın Tywin, Stannis, Roose Bolton, Olenna Tyrell ölürken kim hayatta kaldı! Bu bölümde Cersei’nin Ellaria Sand’e yaptığı pür acımasızlıktı fakat Ellaria bunu hiçbir günahı olmayan Myrcella’yı öldürerek hak etmişti. O mahzende olup hak ettiğini yaşamayan tek kişi Kum Yılanları’nın sonuncusu Tyene’di. Duygusal nedenler bir yana, dizide Dorne’u temsil eden tek karakter bile kalmaması yüzünden üzüldüm onun ölümüne. Bunun haricinde bölüme adını veren Kraliçenin Adaleti sahnesi oyunculuklarıyla, çekimiyle harika bir sahneydi.

maxresdefault
Winterfell’e bakışımızı Sansa’nın bir şeylerden anlamaya başladığını gösteren bir sahneyle açtık. Ne kadar üzerinden çok geyik çevirsem de Sansa artık sevdiğim ve iyi bir noktaya gelmesini istediğim bir karakter. İyiden iyiye dizi finalinde ayakta kalabilecek karakterlerden biri haline geldi, bunda Cersei’yi model almasına çok şey borçlu elbette. Sansa’ya hakkını verdiysek sezonun ilk Stark buluşmasından bahsedebiliriz: Bran’in hallerini eleştiren, yeren çok fazla. Daha duygusal olanlar Sansa’ya karşı soğuk ve düşüncesiz tavrını, hikaye ilerlesin isteyenler Sansa’ya söylediği şeylerin niteliksizliğini eleştiriyor. Ben tek başıma bu eleştirilerin hepsie siper olmayı kabul edebilirim çünkü bana bence Bran nihayet olması gerektiği gibi yansıtılıyor. Dostlar; bu çocuk kişilik, zaman, mekan gibi kavramların çok ötesinde yaşıyor bir süredir. Duygu değişimi yaşayamayacak kadar çok şeye tanık oldu, hislerinin nasır tutması çok normal. Bu yüzden ablasının sıcak kucağına şefkatle atlamasını, içten bir muhabbet çevirmesini beklemek büyük hata.

Bran’in Sansa’ya Westeros’ta yaşayanan mühim şeyleri haber vermek yerine tecavüz edildiği geceyi hatırlatması da söylenebilecek en mantıklı şeylerden biriydi. Çünkü Üç Gözlü Kuzgun bir tanık; saf tutamayacak kadar mühim güçlere kadir. Bu yüzden açık açık akrabalarının safını tutamaz. Bran de bunu bildiğinden Sansa’yı Baelish’in yaptıklarını hatırlatacak şekilde tetiklemekle yetindi. Ettiği hadsiz lafların sebebi bu, yoksa ablasından nefret ettiği falan yok. Ben bu süreçten sonra da Bran’in uyarılarını açık açık yapacağını sanmıyorum, bunun yerine insanları düşünmeye itecektir.

Ayrıca Bran’in saçma olduğu düşünülen, Üç Gözlü Kuzgun açıklaması da aslında çok değerli bir teoriye destek niteliğindeydi: Teoriye göre Bran aslında var olan tek Üç Gözlü Kuzgun. Bran’e bildiklerini öğreten kişi de hayatının bir noktasında yaşlı Üç Gözlü Kuzgun’un sureti Brynden Rivers’a warglanan Bran’in yine ta kendisi. Bu tip paradoksal olayların o evren içinde yaşanabileceğini Hodor’un ölümünde öğrenmiştik. Bu bölümde yapılan “karışık” Üç Gözlü Kuzgun açıklaması da bu teoriyi yüz üstüne çıkarmak içindi. Yoksa, zaman zaman batırsalar da, bu dizinin senaristleri o kadar da kötü diyalog yazarları değiller.

game-of-thrones-details-season-7-episode-3-the-queens-justice-6
The Queen’s Justice bölümünün finali bir yandan beni çok şaşırtabilen, bir yandan da canımı çok sıkan bir finaldi. Öncelikle Tyrion’un anlatımı eşliğindeki Casterly Rock kuşatması sekansının konsepti çok hoştu. Lekesizler’in kuşatmaya sadece merdiven eşliğinde gidiyor olmasını eleştirebilirdik ama içeriden kuşatma planı bu eleştiriyi boşa çıkarır. Sonuçta sura tırmanan askerlerin tek amacı dikkat dağıtmak. Casterly Rock kuşatmasında ağır eleştiriye tutulan, Euron’un varması aylar sürecek batı kıyılarına ışınlanmasını donanmayı ikiye bölmüş olabileceği şeklinde açıklamıştım en başta. Fakat sahneye tekrar baktığımda ortadaki geminin Euron’un kendi gemisi olduğunun çok açık olduğunu gördüm. Yani Euron kendi gemisinin bir benzerini yapıp donanmasını birden fazla yerde egemen kılmak gibi bir plan yapmadıysa bu ışınlanma meselesi, Euron’un Dragon Stone’un dibinden defalarca sorunsuz geçmiş olması durumuyla da birleşince sineye çekmesi çok güç bir hata oluyor.

Daha büyük bir hataysa bölümün en şaşırtıcı anıyla beraber geliyor. Casterly Rock’ın boşaltılmış olması beni o kadar şaşırtmamıştı fakat buradan çıkan ordunun Highgarden’a yürüyeceğini hiç tahmin etmemiştim. Bu yüzden askerler arasında at süren Jaime’yi ve arkasında onu takip eden Tarly’i ve Bronn’u gördüğümde epey heyecanlandım. Yalnız bu yürüyüşün bir zafer yürüyüşü olduğunu fark ettiğm anda bu yelkenler suya indi. Canımı sıkan savaşı görememek değildi, Game of Thrones’ta kaç kez uzun uzadıya bir savaş gördük sanki. Beni üzen Tyrell’lerin 100 bin adamı olmasına rağmen Lannister ordusuna yenilmesi de değildi: Çünkü Tyrell ailesinin kendi sancağı altında 100 bin askeri hiç olmadı, bu askerleri sancaktarları sayesinde topluyordu. Ani bir saldırı sırasında sancaktarların asker tahsil etmiş olması pek mümkün değil. Üstelik Tyrell hanesine yeminli en büyük hane Tarly ve o hane da tüm askerleri ile beraber Lannister safında savaşıyor. Gerçekten problem olan tek şey Highgarden gibi hiçbir şey değilse bile büyük olan bir kalenin kuşatmasının sadece saatler sürmesi. Bu dizide haftalarca bir avuç adam sayesinde direnen Riverrun’ı gördük. Tyrell hanesinin evinin bu kadar çabuk düşmesi hiçbir şekilde açıklanamayacak bir senarist savsaklığı.

game-of-thrones-queens-justice-olenna
Son olarak kadın gibi kadından bahsedeceğiz; leydi gibi leydiden, ana gibi anadan, taht oyuncusu gibi taht oyuncusundan bahsedeceğiz! Vedan da lakabın gibi diken gibi oldu Olenna Tyrell. Bu dizinin Tywin’le beraber görmüş olduğu en gerçek taht oyuncusu sendin. Keşke dizinin vakti olsaydı da gençliğinde yaptığın mertlikleri de gösterebilseydi. Gidişinde söylediğin son sözler Jaime üzerinde sandığında da büyük etki yaratacak. Artık sayende Lannister kardeşler, kardeş gibi bile sevemez hale gelecek birbirlerini. Son hamleni de büyük oynadın büyük kadın! Sıradaki kadehler senin için kalkacak havaya. Şerefe!

Author

Lord olmak için yola çıkan gariban geek kendini bir anda yazar olarak buldu. Geek kültürüyle küçük şakalaşmalarını, sinemayla flörtlerini yazıya dökmek için burada. Muhitte Geek_Lord olarak bulabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.