Baştan birkaç şeyi netleştirelim. Bu yazı, spoiler’larla ağırlıklı olarak yazılacak, uzun uzun filmi analiz edecek; ve -spoiler vereceğiz yazının fikriyle ilgili ama- filmin neden Marvel’ın şu ana kadar yaptığı en vasata yakın iş olduğunu masaya yatıracak. Eğer benim şahsi görüşlerimi, spoiler olmadan okumak istiyorsanız, dün Radikal’e yazdığım yazıyı şuradan okuyabilirsiniz. Eğer filmi beğenen birinin ağzından okumak isterseniz de Can şurada mis gibi döktürmüş. Oraya da göz atabilirsiniz.
Ama burada, ben baya detayına girerek, dilim döndüğünce filmi parçalarına ayırarak; neden yakında güncelleyeceğimiz “En İyi MCU Filmleri” listesine, en azından benim kafamdakine yedinci sıradan girdiğini izah etmeye çalışacağım. Spoiler’lar şu aşağıdaki görsel sonrasında başlayacak, o yüzden yanlışlıkla tıkladıysanız, sayfayı kapatmak için son şansınız. Onun dışında tamamsak, buyurun, oturup konuşalım.
Önce bir şeyi söylemem gerek; ben filmi son iki günde, iki kere izledim. Birincisi, Çarşamba sabahı yapılan bir basın gösterimiydi; ikincisi ise dün Kanyon’da gerçekleştirilen galasında. Radikal’e yazdığım yazıyı ilk gösterimden sonra yazdım, ama siteye tam görüşlerimi aktarmak için sizin de izleyebileceğiniz bir ortamın oluşmasını bekledim biraz. O sırada filmi ikinci kez seyretmem, hatalarının ne olduğunu daha net idrak etmeme sebep oldu. Daha doğrusu şöyle demem gerek; ikinci izleyişimde filmden daha fazla keyif aldığımı fark ettim ve bu, filmin en büyük kusurunu kafamda bir defa daha doğruladı: Zamansızlık.
Bu film çok fazla şey anlatmak istiyor. Niyeti çok iyi, gerçekten. Scarlet Witch’in zihin manipülasyonu güçleri üzerinden var olan tüm karakterlerine daha derin bir bakış attırmak istemiş. Bu muhtemelen elinizdeki karakterleri biraz daha geliştirmek istiyorsanız, bir süper kahraman filmi hikayesinde yapabileceğiniz en başarılı konu yedirmelerinden bir tanesi. Tek tek nereden geldiği belli olmayan “flashback”‘lerle uğraşmak zorunda değilsiniz, böylelikle hikayenin hızını kırmak mecburiyeti yok altında ezildiğiniz. Elinizde zihin manipüle eden bir karakter var ve mevcut karakterleri kendi korkuları ve derin umutlarıyla yüzleştiriyor. Bu harika bir fikir. Gelin görün ki, filmin bu fikri uygulayacak zamanı yok.
Thor, Captain America ve Black Widow’un rüya sahneleri toplamda takriben birkaç dakikaya zar zor ulaşıyorlar. Hepsinin post-prodüksiyonda kırpıldıkları çok belli. Bazı şeyleri çok gizleyerek ve üstü kapalı anlatmak zorunda kalıyorlar. Thor’un rüyası, son cümlede Iron Man’in rüyasından farklı değil ve ekstra bir şey söyleyemiyor; söyleyemediği gibi üzerine Thor’un “konuyu ilerletmek için bir havuza dalıp çıkmam lazım” sahnesi de çok hızlı geçildiğinden, üzerne de çıkılamıyor. Captain America’nın gördüğü imgeler, altı çok doldurulamayan semboller olarak kalıyorlar, en nihayetinde bunlar Cap’in kendini sadece savaş alanında rahat hissettiği tespitinin üzerine çok ucu ucuna bağlanabiliyor. Black Widow’un mazi sahnelerinin kırpıldığı, Julie Delpy gibi isimli bir aktörün üç saniyeye sınırlandırıldığından belli. Bu fikirler, fikir aşamasında harikuladeler gerçekten. Ama ekranda iyi işlenmiyorlar.
Bu filmin harika bir kötü adam olma potansiyelini böğründe taşıyarak, bağıra bağıra gelen bir antagonisti var. Ultron. James Spader karaktere öyle bir can vermiş ki, bu filmi dublajlı izlememeniz için tek başına geçerli bir sebep; her ne kadar dublajlı versiyonu da çok ustaca halledilmiş olsa da. Ultron’un meramı, derdi, tasası ve her şeyden önce Tony Stark ve Vision ile olan ilişkisi çok ilginç yazılmış kağıda, bu çok belli. Ama beyaz perdeye yansıyan hâlinde, bu potansiyeli kinetiğe çevirecek zaman kalmamış, o da bariz.
Ultron’un “kafası karışık bir yapay zeka”‘dan, “Avenger’ları öldürmeliyim”‘e geçişi, bir yapay zekaya atfedildiği vakit bile anlamlı olamayacak kadar kısa. Tony Stark’a olan şahsi nefreti, daha önceki Ultron yazımızda sahip olduğunu anlattığımız neredeyse Oedipal kompleksi sadece Ulysses Klau ile olan bir sahnede ete kemiğe bürünmeye yaklaşıyor; ama orada da bunu başaramıyor. Vision ile ilgili bir noktada “kendi etimden olanı bana döndürdünüz” repliğini kullanıyor, ama film o dakikaya kadar sizi izleyici olarak Vision ve Ultron arasında “kendi etimden” lafını haklı çıkaracak bir bağlantı olduğunu hissettiremiyor. Ultron’un lejyonlarıyla birlikte saldığı korkunun halk nezdindeki hâline de nail olamıyoruz izleyici olarak, zira filmin ilk Avengers gibi binalarda sıkışmış garsonlara, panik olmuş polislere, olayı takip eden gazetecilere ayıracak pek vakti de yok.
Ortada kağıt üzerinde çok iyi duran, gerçekten de düşününce “ulan evet” dedirten ve bu dakikaya kadar gelen Marvel filmlerinde de filizleri hafiten serpilmiş bir aşk var Black Widow ve Hulk arasında. Bu iki karakterin ilk Avengers’da olan münasebetleri akla gelince, “yahu hakikaten” diyor insan içten içte. Üstelik bir noktada da Avengers’ın işin içine biraz romantizm katması gerektiğini de bildiğinizden, bu fikir de çok heyecan verici geliyor. Ama yine, filmin bu aşkı anlamlı kılacak bir alanı da yok.
Natasha ve Bruce’un karşılıklı paylaştığı dört sahne var filmde topu topu. Birincisi baştaki “ninni” sahnesi ve sonrasında gelişenler, ikincisi parti sahnesindeki bar diyalogu, üçüncüsü “ikimiz de canavarız” konuşması ve son olarak da Sokovia’da paylaştıkları bir öpüşme. Ninni sahnesi ümit vaat ediyor, ama parti sahnesindeki diyalog, Bruce – Natasha arasındaki ilişkinin önceden süren bir şey mi, yoksa yeni başlayan bir şey mi olduğuna karar verememiş. Beraber kaçmayı düşündükleri sahnede ikisinin de vardığı sonuç tatmin edici değil, çünkü Bruce’un aksine Natasha’nın ilk defa olduğu kişiden rahatsızlık duyduğu izlenimini vermeye çalışıyor film ve dört filmdir izlediğimiz Widow’da bu eğreti duruyor, hele de Hulk ile denkleştirilmeye çalışan çarpıklıkların, hiç de denk olmadığı da düşünülünce. Bunlar sonucunda da o öpüşme sahnesi havada kalıyor, tatmin edemiyor.
Film Avengers kadrosundaki hemen hemen herkesin şahsi motivasyonlarını, başka şekillerde inceleyip, bunların ışığında kadroyu yenilemeye kalkıyor. Bu, belki de benim en şiddetle olması gerektiğini savunduğum şeylerden biri. Iron Man, Thor ve Hulk sonsuza kadar Avenger kalacak mizaçta karakterler değiller. Bunların Cap, Hawkeye ve Widow gibi buna daha yatkın karakterlerle yan yana konulması, felaket anlamlı. Fakat, gelecek cümleyi biliyorsunuz, film buna da hakkını verecek vakti ayıramıyor.
Film finalinde yeni Avenger kadrosuyla yolluyor salondan bizi. Kadro War Machine, Vision, Scarlet Witch, Falcon ve onların liderliğini yapacak Black Widow ve Captain America’dan oluşuyor. Beni az buçuk tanıyorsanız, bu kadroya göbek atmış olabileceğimi tahayyül edersiniz muhtemelen. Sonda yan yana geldikleri yerde, kafayı duvarlara vura vura seviniyor olmam gerekiyordu; ama kimin nereye niye gittiğine hâlâ kafa patlattığımdan, ikna olamadığımdan, yeni ekip de beni kağıt üzerinde durduğu kadar çok tatmin etmedi; edemedi.
Son olarak bir de ikizler var işin içinde. Quicksilver’ın X-Men’de nasıl kullanıldığını görenler, Scarlet Witch’in Marvel evreninde nelere kadir olduğunu bilenler için deli heyecan verici bir gelişme onların katılımı. Biz de merakla bekliyorduk zaten kendilerini. Ama ikisi de, özellikle Quicksilver, o kadar az karakter gelişimine sahipler ki; sahip oldukları geri plan hikayesi o kadar kabaca ve çabuk bir şekilde geçiliyor ki; her şeyi geçtim; Quicksilver’a zaten o kadar az replik ayırılmış ki, sonunda delicesine dramatik olması gereken Quicksilver’ın ölümü ve Scarlet Witch’in yıkılması, çok boş kalıyor, etkilemiyor, vuramıyor…
Bunların hiçbirini filmden bir “Dark Knight” beklediğim için söylemiyorum. Böyle düşünmediğimden emin olmak için de geçen gün basın gösteriminden çıktıktan sonra ilk Avengers’ı tekrar izledim. Sadece emin olmak için. Filme çok yüklenmediğimin, görüşümün ilk Avengers’a gönlümü kaptırdığım seneden bu zamana değişmediğini bilmek için. Sonra Winter Soldier’ı açtım tekradan. SHIELD’ın son bölümünü izledim. Bu üç iş, aynı telden çalan, aynı kulvarın yarışçılarıydı. Ve fark ettim ki; sorun bende değil. Değişmiş olabilecek görüşlerimde değil. Sorun Age of Ultron’da.
Avengers: Age of Ultron hikayesinin temposunu, nabzını ayarlayamıyor. Bu festival filminde aradığım bir niteliğin kaybı değil. Bu temel sinemacılık. İlk Avengers, daha önceden karakter gelişimleri bir ölçüye kadar tamamlanmış piyonlarının her birine bir komik an, bir de epik sahne vermeyi başarabilen; bunu yaparken gelen tehdidi anlamlı bir şekilde yükseltip, bu yok olduğunda izleyiciye manalı bir tatmin yaşatan; her şeyin ötesinde de başından sonuna çok iyi kurgulanmış bir filmdi. Age of Ultron, bu saydığım şeylerin her birinde tökezliyor; çünkü bunların her birini biraz daha fazla yapmaya çalışıyor.
Salt karakter gelişimini burada gördüğümüz dört karakteri var. En az bir komik an, bir de epik sahne vermek istediği altı karakteri var. Konuya böbrekten eklemlemeye çalıştığı, ama hakkını hiç veremeden köşeye attığı yan karakterleri dolu. Motivasyonlarını ve aksiyonlarını hem skala, hem de niyet olarak çok derinleştiremediği bir kötü adamı var. Girişinden itibaren seviyesini ayarlayamadığı, bu yüzden de sıfırdan yüz kilometreye kademeli çıkmak yerine yüz elliyle elli arasında zig zag çeken bir gerilimi / temposu var. Ve hepsinden önemlisi, tüm bunları yediremediği için, tatmin edici olmayan bir finali var.
Filmde iyi şey hiç mi yok? Gırla! Binanın altında yatan iskelet çok iyi, o belli zaten. Buradan da bazı şeyler zamana kurban olmadan çıkabilmişler. Oyunculuklar üst kalibre. Vision, resmen Marvel evreninin hak ettiği o muhteşem kahraman; Paul Bettany yıllardır beklediğimiz kurtarıcı. Hulk vs. Hulkbuster savaşı tek başına bilet paranızı çıkartıyor. James Spader insanın tüylerini ürpertiyor. Hawkeye bir anda “harcanabilir” karakterden, “ay canım” mertebesine yükseliyor. Film Marvel’ın gelecek işlerini de pürüzsüzce yerleştiriyor yüzey üzerine. Çıkışta arkadaşlarınızla teorileri gazlayacağınızı rahatça garanti altına alıyor. Ve ikinci izleyişinizde, acayip keyif veriyor. Çünkü ikinciye gittiğinizde, karakterlerle ilgili bilgileri, hikayeleri, konu gelişimlerini bilerek gidiyorsunuz. Hızlı geçmiş olmaları önemini yitiriyor ve sadece keyfinize bakabiliyorsunuz.
İşte bu yüzden Age of Ultron’un zayıf kaldığına silme eminim. Film sizin için listeye nereye oturur bilmiyorum. Bunun hükmünü kesecek değilim. Görüşlerimin objektif doğru olarak oturacağını düşünecek kadar hulyalanmadım henüz. Tek bildiğim, emin olduğum şey şu. Bu film, eğer Joss Whedon’un ilk kurgusu gibi 3 saate yakın sürseydi, her şeye biraz daha vakit ayırabilinseydi; bir başyapıt olabilir, Marvel’ın standardının da üstüne çıkabilirdi. Şu hâliyle, benim için ciddi bir anlam teşkil edemeyecek kadar sabun köpüğü, ve benim şahsi MCU filmleri sıralamamda, fütursuzca yedinci sırada.