İnsanın anayurdu doğduğu yerdir ama aynı zamanda insanın dostlarının olduğu, haksızlığın olduğu, insanın sanatıyla katkıda bulunabileceği yerdir.

1983’te bunu söylerken Miguel Littín, muhtemelen kendi memleketini düşünüyordu ama bu sözler pek çok kişinin vatanıyla arasındaki ilişkiyi çok iyi açıklar; özellikle Ortadoğu demek, bir sevgi-nefret ilişkisi demektir. Belki nefret değil ama kesinlikle bazen öfke çünkü ülkenizde yanlış şeyler olunca acı duymamak elde değil. Biz bugün Miguel Littín’in bu sözlerinin daha yoğun anlam ifade ettiği şahsi macerasına bakacağız, bu vesileyle kendi başınıza nasıl askeri diktatörlüklere karşı çıkılır onu öğreneceksiniz, yine de uyarıyoruz: Evde denemeyiniz.

augusto-pinochet-chile-dictatorŞilili General Augusto Pinochet

Adım 1: Bir yerde askeri darbe oluyorsa mutlaka birilerinin icabına bakılıyordur. Onlardan olmayın.

Sokaklar bombalanıyor, alçaktan uçan uçakların sağır edici sesleri kulaklarında çınlıyor, sokağın başında devrik başkanın destekçilerini infaz ediyorlar. Silahını sana doğrultmuş çavuş ise neler olduğunu sana soruyor, sürekli tarafsızız biz diye yeminler ediyor. Ardından duraklıyor, şöyle bir bakıyor suratına, “Nahualtoro Çakalı’nın yönetmeni siz miydiniz?” diye soruyor, darbeyi filan unutuyor, ilgiyle ağzından çıkacak cevabı bekliyor. Başını sallıyorsun, gözünün ucuyla kaldırımda kan kaybından ölen adama bakıyorsun bir de. Askerin gözleri parlıyor, büyük bir heyecanla filmlerde insanların nasıl kanayabildiğini soruyor, aklı almamış demek ki insanların sahtecikten kan akıtması. Senin aklın da almıyor saraya bombalar yağarken ve yüzüne makineli tüfek doğrultulmuşken film efektlerini nasıl anlatıyor olduğun ama anlatıyorsun uzun uzun, ağzı açık kalıyor karşındakinin.

Şili Filmcilik binasına götürülüyorsun, tarafsız olduklarını yineleyen askerler seni ve bir grup tutsağı orada tutuyor, askerler aç ve sıkılmış halde başınızda dikiliyorlar, sigara üstüne sigara yakıyorlar. Sonra telefon edip neler olduğunu öğrenmeni istiyorlar,  nüfuzlu yönetmen sensin ya güya ancak bir türlü kimseye ulaşamıyorsun. Bir ara karın binaya geliyor mesela, kurşuna dizildiğini düşündüğü için cesedini almaya gelmiş meğer. Günün sonunda diğer tutsaklarla başka bir yere götürülüp gerçekten kurşuna dizilme vakti geldiğinde, seni buraya getiren asker öne atılıyor hemen, “Yo, teğmenim,” diyor, “bu adamın bir suçu yok, komşularını şikayete gelmiş, arabasını parçalıyorlarmış“. Teğmen seni hor görüyor, böyle bir vakitte nasıl şikayete gelebildiğinden yakınıyor, sonra da defolup gitmeni emrediyor. Böylece, zamanında çevirmiş olduğun film hayatını kurtarıyor, bu da ülkeden kaçmanı sağlıyor. Sonunda, tam on iki yıl sonra gizlice geri dönüp ülkeni filme alabileceksin, ülkeye girişi yasaklılar listesindeyken hem de.

miguel littin

 İşte Miguel Littín kamera başında

Adım 2: Yurda dönmesi kesinlikle yasaklı beş bin kişilik listede adınız varsa kılık değiştirmeden ülkeye girip illegal bir film çekmeye kalkmayın, eğer çok istiyorsanız kendinizi baştan yaratmanız gerekebilir.

Miguel Littín, 1985 yılında tamamen gizlice ve yasadışı yollardan memleketine dönüyor ve yine gizlice, diktatörlük altında ezilen yaşamları anlatan bir film çekiyor. Toplam –dile kolay- 30.000 metre film çekiyor, yakalansa kurmaca bir mahkemeye çıkarılıp idam edilmesi işten bile değil. Peki nasıl başarıyor bunu Miguel Littín? Ülkeye başka biri olarak giriyor tabii.

İki psikolog ve bir film makyaj ustasıyla çalışıyorlar, salaş film yönetmeni havasını oluşturan sakalı kesiliyor, saçı ters tarafa taranıyor, ayrıca boyanıyor ve kelleştiriliyor, kaşları alınıyor, numaralı gözlük kullanmaya başlıyor, tam 10 kilo veriyor -ülkesini görebilmek ve sanatını icra edebilmek adına küçük bir fedakarlık işte. Şilili beyhude yönetmen oluyor Uruguaylı, can sıkıcı, yüzü gülmez bir iş adamı.

Sonra -sadece fiziksel değil, tamamen toplumsal olarak da değişmesi gerektiği için- giydiği tişörtler ve kot pantolonlar, pejmürde ceketler ortadan kalkıyor; yerine pahalı kumaş gömlekler, ütülü pantolonlar, orijinal ayakkabılar, zevksiz ve zengin birinin giyeceği türden kravatlar geliyor. Burjuvazi olup çıkıyor Littín, ama bunlarla kalmıyor değişimi, dönüşümü. Aksanı üzerinde çalışıyor, Şili köylüsü şivesini bırakıp Uruguaylı bir zengine dönüşüyor; farklı gülmeyi, farklı yürümeyi öğreniyor, ellerini nereye koyacağının bile terbiyesi baştan veriliyor. Olduğu kişinin tamamen başka biriye dönüşüyor Miguel Littín, cahil bir aristokrat sınıfı üyesine. Ya da Şili’de böyle tiplere denildiği üzere: Bir mumyaya.

Adım 3: Hikayenizi iyi kurun ve güzelce yalan söyleyin, sahte belgelere ihtiyacınız olacak.

Ardından dünyanın farklı yerlerinden farklı amaçlarla, örneğin depremleri incelemek için, ekolojik araştırma için izinlerini alarak ve görünürde gayet usulüne uygun bir iş için ülkeye giriyorlar. Parfüm reklamı çekiyorlar güya, dört mevsimi de yaşayabilen bir ülkeden yararlanmaya ve servetlerine servet katmaya gelmişler. Kimse pasaport kontrolünden geçerken sırıtarak ‘Cunta yönetimi ile ilgili bir film çekeceğiz!’ demiyor yani.

şili-nin-gözbebekleriValparaíso’da Allende’den Neruda’ya, Şili’nin gözbebekleri

Adım 4: Eğer önceki adımı sağ salim tamamlayabildiyseniz, şatafata aldanmayın, dikta yönetimi ile her yerde özelleştirmeye gidilmesi böyle bir şey.

Sonunda yanında yeni ve sahte elbiseleri, yeni ve sahte konuşması, yeni ve sahte gülüşü, hatta yeni ve sahte karısı ile Santiago’ya iniyor Littín ama ekipler şehrin ilk manzarası karşısında tamamen hayal kırıklığı yaşıyorlar, ilk bakışta zenginlik içinde yüzen bir şehir çünkü gördükleri. Zor kısım da daha yeni başlıyor, mükemmel derecede maskelenmiş, saklanmış yoksulluğu bulmaları gerekiyor. Yoksulluk ve sefaletle saklambaç oynamaya başlıyorlar, eğer ebeleyebilirlerse acıyı, dünya kamuoyunun da ilgisini çekebilirler belki. Fakirliği gömüldüğü yerlerden kazıp çıkarmak gerekiyor ya da tam tersini yapıp derinlere inmek ve maden gezmek.  Ama o zaman da çekim yapma izinlerini tanımıyorlar, süper sekiz milimetrelik kameralarını alıyorlar ellerinden. Littín de rolünüzü oynamaya devam ediyor küstah küstah, kibirlice ‘Yoksulları görmeye meraklı değiliz.’ diye, oysa gelen cevap çok basit; “Burada herkes yoksuldur.”

İşte o zaman yeterince derine indiklerini anlıyorlar, sonunda yalanları tırnaklarınızla kazıyıp altındaki kötü kokuyu çıkarabilmişler. Realist sinemacılığa şapka çıkara çıkara çekmeye devam ediyorlar; bu sahneye nasıl başlarsak uygun olur diye düşünüyor, cebine dinleme cihazınızı koyup halkla konuşuyorlar teker teker. Zamanında doktor, öğretmen, mühendis olan sokak satıcılarını çekiyorlar, her şeye rağmen eskimiş ama şık giysilerini giymişler onlar, gururlu gururlu yapıyorlar işlerini. Kamerayı yukarı çevirince ise gökdelenler giriyor kareye, her yerde tezatlık, bunu çekiyorlar işte; ülkenin ikiye bölünmüşlüğünü anlatıyorlar her kareyle.

no posteri 1988“NO” posteri, 1988

Direniş toplantılarına da gidiyorlar tabii, isyan liderleriyle röportaj da yapıyorlar, tabii 635 BMW ile gidince sokağa çıkma yasağı işlemiyor isyankar sanatçılarımıza. Kimse 635 BMW’nin diktatörlük düşmanı olduğunu düşünemiyor. İsmine işkence de ölmüş insanların adları kullanılan caddelerde geziyor, çekim yapıyorlar. Sanat, çocuklarının işkence gördüğü binanın önünde babanın kendini ateşe verdiği caddeyi saniyede on sekiz kareye sığdırmak değilse, nedir?

Sonunda ortaya çıkan 30 kilometrelik film şeridi, bir gün Şilililerin oy pusulasında kalemlerini ‘hayır’a götürmelerini sağlayan yolda bir basamak değil mi? Böyle hikâyeler duyunca ‘Hollywood nasıl atlamıyor bu hikayeye?’ diyorum kendi kendime ancak saniyeler içerisinde “Elbette atlamazlar böyle bir hikâyeye” diye dank ediyor kafama. Gabriel García Márquez de böyle düşünmüş olacak ki, filmin arkasında bir film daha var demiş. Ama o film asla çekilmeyeceğinden, oturmuş Miguel Littín’le on sekiz saat konuşmuş Marquez. Eğer merak uyandırdıysa şimdiye kadar yazdıklarım, Marquez’in kaleminden, Şili’de Gizlice – Miguel Littín’in Serüveni‘ni okumanızı öneririm.

Hem mutsuz bir Pinochet, hem de bir Demir Leydi; işte hızlıca bırakılıp gidilmiş bir parça sanat, altta da 'Şeytan' yazıyorHem mutsuz bir Pinochet hem de bir Demir Leydi; işte hızlıca bırakılıp gidilmiş bir parça sanat, altta da ‘Şeytan’ yazıyor.

İşte, askeri rejimin tehlikesiyle böyle dalga geçilir, böyle başkaldırılır tek işi gerçeği örtmek olan insanlara. Ama daha güzeli, dört adımda anlattığım bu uzun hikâyeden daha kolay biçimlerde de fark yaratabilirsiniz dünyada. Çiçek ekmek de olabilir bu, kitap okumak da, siz her gün ne yapıyorsanız o.

Author

İstanbul'da yaşıyor, buraya yazacak havalı bir şey de bulamadı. @charles_bourbaki

2 Comments

  1. Cloud Blood Reply

    Miguel Littín sen nasıl bir insanmışsın. Zor ve bela kurtulduğun yere binbir kılıkla binbir oyun çevirerek gelip halkının acısını filme almak. Bu adam için ne söylesem az gelecek.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.