Çağrıya cevap veren: Berkem Kosma

Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor. Yazı çağrısı için belirlenen konulardan birini seçmem ikinci kez oldukça kolay oluyor. İlk yazı çağrısı yapıldığında Ayrılsak da Beraberiz izliyordum ve konulardan biri eski efsane Türk dizileriydi. Ben de Ayrılsak da Beraberiz karakterlerinden Feridun Bitir’i yazmıştım. Bu sefer ise konulardan bir tanesi direkt gözüme çarptı ve ben de düşünmeden onun hakkında yazma kararı aldım. Geeklik ve spor… Nitekim spor konusu oldukça genel. Ben de en sevdiğim spor olan basketbolu geeklik kavramıyla harmanladım. Tahmin edileceği üzere ana odak noktam NBA oldu.

NBA: Los Angeles Clippers at Golden State Warriors

Elbette basketbol sadece NBA’den ibaret değil. Avrupa basketbolu da çoğu basketbolsever tarafından rağbet görüyor. Fakat ikisinin arasındaki en büyük fark NBA’de şovun büyük yer kaplaması. Evet, atletizm adına da NBA oyuncularının avatantajı bulunuyor ancak bu NBA’in şov unsurlarından sadece bir tanesi. NBA oyuncularının maç içerisinde yaptıkları estetik smaçlar, bakmadan atılan paslar, imkansız bloklar olayın şov unsurunu, Avrupa’da ön plana çıkan taktik unsurundan daha çok vurguluyorlar.

Ancak büyük bir yer kaplasa da, NBA’in tek olayı şov değil. Bunu da söylemem lazım.

Bir 90’lar jenerasyonu üyesi olarak NBA ile tanışmam 2000’lerin ilk yıllarına dayanıyor. Aslında kendimi bu anlamda biraz şanslı hissediyorum çünkü o NBA’i takip etmek oldukça zordu. Bunun en büyük sebebi kuşkusuz maç saatlerinin Türkiye saatine göre oldukça geç olmasıydı. Daha internet günümüzdeki kadar geniş kullanım alanına sahip olmadığı için NBA takibi iyice zorlaşıyordu. E ufaktık. Gece ayakta da duramıyorduk. Sadece akşam haberleri sonrası gösterilen spor haberlerinde 5 dakikalık süre boyunca NBA haberlerini dinleyebiliyorduk. O da yetmiyordu.

Sonra 2003 All-Star maçı oldu.

michael-jordan-kobe-bryant-all-star-game

Etkinliğin olacağını öğrendiğim an ne yapıp edip bu maçı canlı izlemem gerektiğini düşündüm. Tüm gece boyunca uyanık kalıp maç saatini bekledim. Nihayet maç saati geldiğinde gördüğüm atmosfer, NBA’in her an hayatımda olacağı sinyallerini vermişti, çünkü sahadaki her şey bana büyüleyici gelmişti. Michael Jordan’ı da ilk defa canlı canlı izliyordum. Onun son All-Star maçına çıktığını bilmiyordum bile.

All-Star maçı bittiğinde bir şekilde NBA hakkında daha fazla bilgiye sahip olmaya karar vermiştim. Bulabildiğim her kaynağı tüketmeliydim. İlk başta Türkiye’de çıkan basketbol dergilerini keşfettim. NBA, o dergilerde geniş yer tutuyordu. Sonrasında internet ile tanıştım ve NBA’in altın varaklı kapıları yavaş yavaş aralandı.

İlk olarak daha önceki maç videolarını internet üzerinden izlemeye başladım. İşte o videolar sayesinde uzun yıllar boyunca destekleyeceğim NBA takımını buldum. İzlediğim maç videoları 1999-00 sezonuna aitti ve tahmin edersiniz ki bu takım Los Angeles Lakers’tan başkası değildi. Shaquille O’Neal’ın cüssesi ve oynadığı dominant basketbol beni büyülemişti. Tabi takım renklerinin de etkisi yok değildi. Altın sarısı ve mor göze hoş gelen renklerdi neticede, değil mi? Her ne kadar takımı bana tanıştıran oyuncu Shaq olsa da takımda başka bir cazibe merkezi de vardı. Sekiz numara, Kobe Bryant. Uzak mesafeden Shaq kadar kolay seçilemiyordu, ancak atletizmi ve etkileyici hücum gücü onu da fark etmemi sağlamıştı. Bu ikilinin oyundaki dominantlığı ve uyumu-her ne kadar parke dışında öyle olmasa da- benim de bir Lakers taraftarı olmamı sağladı.

shaquille-oneal-kobe-bryant.vresize.1200.630.high.0

Yıllar birbirini kovaladı ve NBA hem bende hem de yakın çevremde genişlemeye başladı. Formalar alındı. Maçlar izlendi. Video oyunları oynandı ki oyuncuları tanımam da en büyük etki video oyunlarınındı. Bu süre zarfında artık NBA hayatımın içinde geniş yer kaplamıştı. Kaplamaya da devam ediyordu. 2008 yılına gelindiğinde ise benim için NBA ve özellikle Lakers, büyük önem kazandı. Artık Shaq takımda değildi ve liderlik Kobe’nin ellerindeydi. O zamana kadar Kobe’nin NBA’deki en favori oyuncum olduğu-hala daha öyle- kesindi elbette. Çünkü 2006 yılında çoktan bir maçta 81 sayı kaydetmişti ve bu onun benim gözümde büyüyen değerini zirveye ulaştırmıştı. O maç görüntülerini izlediğimde bir insanın ne kadar hırslı ve yırtıcı olabileceğine tanık olmuştum. NBA’de favori takımımdan sonra favori oyuncumu da bulmuştum.

2008 yılının en büyük önemi ise Kobe’nin ve Lakers’ın NBA Finalleri’ne -2004 hezimetini es geçiyorum-  bir kez daha adını yazdırmasıydı. Sadece Lakers’ın değil finallere çıkan diğer takımın da önemi büyüktü. NBA Finallerini en fazla kazanan ve bu anlamda Lakers’ın üzerindeki tek takım Boston Celtics’ti rakip. Ayrıca Minnesota’dan tanıdığım ve sevdiğim Kevin Garnett de Boston forması giyiyordu.

Lakers finalleri kaybetti; ama her işte bir hayır vardır. Sevdiğim takımın mağlubiyeti Celtics-Lakers rekabetini daha derin araştırmama vesile oldu. Magic Johnson, Larry Bird, Kevn McHale, Kareem Abdul-Jabbar, James Worthy gibi oyuncular hakkında daha fazla şey öğrendim. Mest oldum. Mest olmam iki seneye katlandı.

Los Angeles Lakers vs. Boston Celtics

Çünkü 2010 yılına gelindiğinde ise Celtics ve Lakers finallerde bir kez daha karşı karşıya geldi. Heyecan doruktaydı, dorukta da devam etti. Seri son maça kadar kimseye tam gelmedi. Yedinci maç oldu. Gecenin köründe içten gelen çığlıklar zorla bastırıldı. Lakers şampiyon oldu.

Elbetteki o zamana kadar ve daha sonrasında NBA’e dair bildiğim şeyler katlanarak arttı. Bir maçta en çok sayı atan oyuncunun kim olduğu ve kaç sayı attığını, Jordan’ın akıllardan silinmeyecek NBA Finalleri hikayelerini, Magic’in maç kazandıran Hook’unu, Bill Russell’ın 11 şampiyonluk yüzüğünü öğrendim. Lebron’un olaylı takım değişimini, Dallas’ın favori Heat karşısındaki efsanevi şampiyonluğunu, Heat’in 2013 yılında Ray Allen’ın inanılmaz şutu ile seriyi son maça getirerek ipi göğüslemesini ve daha nicelerine tanık oldum. Ayrıca değişen NBA’i, lige yeni gelen oyuncuları ve onların hikayelerini, eski oyuncuların parke dışındaki hikayelerini araştırdım. Tüm bunlar 2003 All-Star maçı sonrası verdiğim kararın ne kadar doğru olduğunun göstergeleriydi.  Artık bir NBA geek’iydim ve bu yaşamımın sonuna kadar da böyle devam edecekti.

NBA’in tarihine bakıldığında benim NBA geek’liğin elbette pek fazla bir şey ifade etmiyor. Nitekim her geçen gün NBA’in içinde bir hayran ve taraftar olmak, basketbolu ve bu ligi daha fazla sevmeme vesile oluyor. E geeklik dediğimiz şey zaten kısa süreli olan bir şey değil. Deneyim, tecrübe ve süreklilik gerektiriyor. Tutku ve heyecan olduktan sonra gerisi de geliyor elbette. Hem bu sene Lebron James bizim takımda umarım sezon sonu Play-off yaparız da uzun yıllardır süren hasret son bulur. Her ne kadar kötü başlasak da…

Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.