Spora karşı içinde zerre geeklik hissedenler, muhtemelen buna sporun doğası gereği gelen hikayelere vurularak başlarlar. Efsane kapışmalar, unutulmaz finaller, dramatik geri dönüşler… Bunların hepsinin ayrı bir yeri vardır spor geek’inin defterine yazdığı hikayeleri arasında. Fakat bunlardan da öte, bazı mitik anlar vardır. Tecrübe eden herkesin yıllar sonra torunlarına anlatacağı, orada olduğu ve gördüğü için gurur duyacağı anlardır bunlar. Bu yazıyı yazıyorum, çünkü o anlardan birine şahit oluyoruz, ve ben sizin kaçırmanızı istemiyorum. Golden State Warriors’tan bahsediyorum.

Geçtiğimiz sezonun başında göreve gelen Steve Kerr, Mark Jackson‘dan grafiği yukarıya doğru yükselen bir takım devraldığından, Warriors’tan belirli bir başarı bekleniyordu elbette. Bu başarı, görece mütevaziydi. Kulüp ezelden beridir zor olan Batı Konferansı‘nda bir yarı final görüp, San Antonio, Houston, Oklahoma City gibi daha oturmuş takımlara elense kimse Kerr’in koltuğunu tartışmaya başlamazdı. Ama Kerr, çok radikal kararları, yan ekibine de danışarak, çok erken vakitte almaya başladı.

Golden State Warriors 2

Bu kararların arasında hayatında oyuna bench’te başlamamış olan Andre Iguodala‘yı 6. adam olmaya ikna etmek vardı örneğin. Kerr’in bunu başarmış olması, iki şeye delaletti. Birincisi, Kerr vizyonunu oyuncularına aktarabilmek gibi çok kilit bir koç meziyetine sahipti. İkincisi de, e Iguodala kör değildi herhalde; ortada yüzüğe koşacağı bariz bir takım dokusu ve koç planı vardı. Ama bundan da ötesinde, Kerr NBA’de yeni yeni kabul görmeye başlamış olan “kısa basketbol” (small ball) formülüne yüzde yüz eğilmeye karar verdi. Ve bu karar sayesinde, yaşayan bir mitolojik fenomen için gereken son parça da tamamlandı. Doğru oyuncu grubu, doğru koç, doğru plan bir araya geldi ve NBA’in gördüğü tüm takım başlangıç rekorlarını paramparça eden unutulmaz bir takım oluştu.

90’lar çocukları, hayal meyal de olsa sabahları Kanal D‘de yayınlanan NBA maçlarını hatırlarlar. 80’lerde doğanların hafızası biraz daha nettir muhtemelen. Benim için NBA, Kızıl Baron yayına girene kadar izlenecek bir şeydi. Öyle başlamıştım en azından. Spiker maçı telefon bağlantısıyla anlatır gibi bir hâldeydi, dediklerini çok anlayamıyordum. Ama o yaşta, o hiçbir şeyden anlamaz hâlime rağmen, bir şeyden emindim. O kırmızılı takım, ve o takımın 23 numaralı oyuncusu muazzamdı. 

Dec 25, 2013; Oakland, CA, USA; Golden State Warriors small forward Andre Iguodala (9) celebrates with point guard Stephen Curry (30) after drawing a charge for an offensive foul against Los Angeles Clippers point guard Chris Paul (3) during the second quarter at Oracle Arena. Mandatory Credit: Kelley L Cox-USA TODAY Sports

Bugün dönüp baktığımda, o kırmızılı takım ve 23 numaranın yaptıklarını, bir bölümüyle de olsa izleyebildiğim için kendimi çok özel hissediyorum. Aynı şu an Golden State’i canlı canlı izleyebildiğim için kendimi özel hissettiğim gibi. O zaman Michael Jordan’ın tek başına hücumu yönlendirip, savunmada liderlik göstermesine aşık olmuştum. Aynı şu an Golden State’in muhteşem hareketli atakları ile çiçek gibi yerleşip paylaşım yaptıkları savunmasına vurulduğum gibi.

Ben bu satırları yazarken, Pacers – Warriors maçı oynanıyordu. Bilmeyenler için söyleyeyim, Indiana Pacers, Doğu Konferansı’nın en güçlü takımlarından biri. Belki de takım olarak konuşacaksak, en iyisi. Sene sonunda bu maçın finalde tekrarlanma ihtimali, bir adet LeBron James faktörü olmasa yüzde yüz olurdu. Fakat maçın ilk devresi 79-60 Warriors lehine bitti. İlk çeyrekte 22-0‘lık bir seri yakaladı Warriors, sonra da Pacers’a hiç nefes alma fırsatı tanımadı.

OAKLAND, CA - JANUARY 25:  Stephen Curry #30 of the Golden State Warriors hangs on the rim after dunking the ball on Gerald Wallace #45 of the Boston Celtics at ORACLE Arena on January 25, 2015 in Oakland, California. NOTE TO USER: User expressly acknowledges and agrees that, by downloading and or using this photograph, User is consenting to the terms and conditions of the Getty Images License Agreement.  (Photo by Ezra Shaw/Getty Images)

Halbuki çok iyi başladı Pacers. Öndelerdi bir süre. Paul George ve saz arkadaşları baya inanmışlardı o dakikaya kadar 22 maçta 22 galibiyet ve sıfır mağlubiyetle gelen Warriors ekibinin rekor kıran başlangıcını durdurabileceklerine. Sonra Warriors gaza bastı. Topu dolaştıra dolaştıra uygun adamı iki ya da üç adımda, çok hızlı ama efektif bir biçimde buldular. O uygun adam bulunduğunda, cezayı genelde üçlükle kesti. Savunmada da çizgiden itibaren adam paylaşımında, perdelerde, penetrelerde hiç hata yapmadılar. Bir ara garibim Monte Ellis öyle zor bir üçlük denedi ki, ben Warriors savunması olsam bir sonraki hücumda ona bir alan boş bırakırdım, “abi gel, çek tamam ya valla pardon” diye. O sırada işte 22-0 gibi abesle iştigal bir seri oldu; ondan sonra da zaten Warriors baya maçı kapattı, ikinci üniteyi kadroya aldı, esas oğlanlar dinlenince de devre sonuna doğru Klay Thompson’ın üçlükleriyle Pacers’ı maçın bitmesi için içten içe dua eden bir grup beyazlı adam kıvamına çevirdi.

Pacers’ın çaresizliği ve Warriors’ın gerçekten eforsuzca ortaya koyduğu mükemmel performans o kadar etkileyici ki, kendimi tekrar çocuk gibi hissediyorum. Çok erken kalkmışım, annem babam uyuyor ve ben kırmızılı takımın yaptığı şeylere yüksek sesle heyecanlanmamak için kendimi zor tutuyorum. O zaman, o takımı ıskalasam, kendimi bir şeyleri eksik yapıyor gibi hissederdim. Gerçekten, böyle hissetmeyin. Ne yapın, ne edin, bu sene Golden State Warriors’a bir göz atın inceden. Efsaneleri kaçıran insan olmayı kimse istemez.

Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.