Yazan: Cansu Özbay

Her birimiz, içinde kelimeler ve o kelimelerin gürültüleriyle çerçevelediği anlamlar taşıyan tohumlarız. Zihnimizin en ermediği çağlarda bile fikirler üretip ayaklarımızın üstünde yükselip ilerleyen beynimizde kendi ütopya ve distopyalarımızı taşıyor; rengarenk ve kimi zaman da griye bulanmış hayali evrenlerimizle eğilip bükülüyoruz. Sırf birkaç saat sonrayı kurgulayarak bile yapıyoruz bunu, dünya içinde dünyalar gezdirerek yaşayıp kıyıya kendini serkeşçe bırakan bir nehrin toprak tarafından emilişi gibi ölüme kavuşuyoruz. Bana öyle geliyor ki, halen daha nefes alan veya hikayesini toprakla çoktan örtmüş her insan evladı, kurgusal şehirlerin ta kendisidir aslında. İster kitap sayfalarından ister ışıkla yoğrulan cam ekranlardan çıkmış olsun, elimize ulaşan kurgu evrenlerin dölyatağı bir zamanlar bir insanın beyniydi. Yani insanlığın çoğu fantastik edebiyata yeteri kadar hakkını vermese de, varlığımızın en temelinde hayali evrenlerin yattığı yadsınamaz.

burning_district_by_sancient

Düşüncesiyle bile heyecanlandıran, göğüste yatan kuşu kanatlandıran bir düşlem başka diyarların, olasılıkların varlığı. İyi bir paralel evren ya da bir kurgu şehir eğlence, coşku, gizem gibi bin bir çeşit duygu seli sunar; binilen sıkıcı metroda atmosferi merakla parlatır. Geekyapar’ın yazı çağrısını okuyup, kurgusal şehirlerden bahsetmek fikri bir yağmur damlası gibi süzülüverince zihnime, evirip çevirmeye başladım rubik küpü: Beni süpürge tepesinde elime bir asa tutuşturup en sevdiğim yuva olan Hogwarts’a atan Hongsmeade’den mi bahsetmeliydi yoksa kurguladığı gelecek tasviriyle insan kelimesinin tanımını sorgulatan, Aldoux Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sından mı kulaç atmalıydı söze? En sonunda ikisinden de vazgeçerek soluğumu Ray Bradbury’nin kitap yakan şehrinde aldım.

Ciğerlerimi dağlayan Fahrenheit 451’in şehri: Sokakları bizzat itfaiyecilerin yaktığı kitapların yanık kokusuyla dolu, insanların aksiyon filmiymişcesine bu ateşli gösterileri seyreylemek için evlerin kapılarına kurulduğu, jet hızında giden arabalarındaki gençler zevk için insan öldürürken, daha fazla reklam görsünler diye panoların uzatıldığı şehir. İnsanlar vakitlerini oturma odalarında büyük cam duvarlardan sözde ailelerini izleyerek veya zihinlerinin boşluğunu kapamak için kulaklarına taktıkları deniz kabuklarından taşan müzik eşliğinde tüketiyorlar. Günümüz dünyasıyla ne gibi benzerlikler çarptı gözünüze?

Fahrenheit_451_cover_detail

Öncelikle Ray Bradbury’nin muhteşem anlatım gücünü alkışlıyorum, ikinci olarak da kahinliğini. Değindiği pek çok kehanet kendini göstermişken beni en çok sarsanı, insanların ütopyaları isteyerek yarattığı savı olmuştu. Bizler önce okumaktan sıkılan, sonra da okuyanları yabancı görerek düşman olan cahil topluluk olmayı kendimiz seçiyorduk Bradbury’nin dünyasında. Gerçeğe o kadar yakın bir tespit ki! Çoğu zaman felaketler ağını tepeden birileri değil, kendi başımıza biz örüyoruz. Egolarımızın sesine fazlaca kulak veren yapımız, farklı olana karşı tedirgin tavırlarımız, rahata çabucak uyum sağlayan bünyelerimiz sayesinde yıkım kültürümüzün ayrılmaz parçası. Kameraların merceklerini kendimize çevirdiğimiz, savaşların dört yandan seslerini duyurduğu günümüzde de yeni bir yıkım kapıyı zorluyor olabilir mi?

‘Güneş her gün yanıyordu. Güneş, Zaman’ı yakıyordu. Dünya hızla bir daire çiziyor ve kendi çevresinde dönüyor, zaman da nasıl olsa Montag’ın bir yardımı olmadan, yılları ve insanları yakıyordu. Böylece eğer o, itfaiyecilerle birlikte nesneleri, güneş de zamanı yakmaya devam ederse, bu her şeyin yakılacağı anlamına geliyordu. İkisinden birinin yakmayı bırakması gerekiyordu.’

c3ca136cb0ee2f26341fc01974b929e5_original

Cesur Yeni Dünya ile ilgili insan olmanın tanımını sorgulatan derken aslında benzer bir atfı bu kitaba da yapmam gerekliliğini göz ardı edemem. Bu iki muazzam eser çok haklı bir noktada birleşiyorlar: İnsan tasa gütmeden mutluluk sarhoşluğuna kavuşan ve delikli bir kaba dönen mahluka mı denir yoksa saçlara aklar düşürmesine rağmen dertleri göğüsleyen mi demektir? Çoğu zaman her daim mutlu olma inancıyla hareket ediyoruz ama öyle bir yaşam vaadinin de ancak bir serap kadar doyurucu olduğu ortada. Zor olsa da acının bile değerini bilmek, açık yaraya tuz gibi basmak lazım bazen. Tüm bu iç karartıcı düşüncelere rağmen yine de Bradbury’nin kitabından sadece bunları çıkartıp koymaya hakkım olmadığını düşünüyorum. Bradbury ateşin yakıcılığına bolca atıf yapsa da noktayı umutla koyan bir adam. İnsanlığın yeniden yaratım gücüne, doğru zamanda konuşma güdüsüne de inanıyor. Umarım doğru zamanı anlayıp konuşabiliriz gerektiği gibi. Bazen korkunun sesimizi boğduğu bir gerçek. Öyle zamanlar için kitaptan bir sade alıntıyla mühürlemek isterim satırları:

Eğer bilgisizliğini saklarsan kimse sana vuramaz, ama hiçbir zaman öğrenemezsin.

Dilerim ki bu yanık kokulu şehir, kurgu olarak kalmaya ve sadece emsal aldığımız bir hikaye olmaya devam eder.

___________

DEV YAZI ÇAĞRISI 30 Ağustos’a kadar yazılarınızı kabul edecek. Detaylar burada.

Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.