Anime ve manga kültürüne çok aşina biri değilim ama eminim kültürün sevdalıları Satoshi Kon ismini duymuşlardır. Aslında animeden ziyade dünya sinemasıyla ilgiliyseniz Kon’un eserlerine denk gelmiş olma ihtimaliniz çok daha fazla. İlk olarak 1984 yılında Toriko isimli kısa mangasıyla sanat hayatına başlayan Kon’a dünyaca üne kavuşturan film, 1997 yılında yönetmenliğini yaptığı Perfect Blue olmuştu. J-pop kariyerini geride bıraktıktan sonra eğlence endüstrisinde hayatta kalmaya çalışan ve bu sırada kendini bir cinayet serisinin içinde bulan genç bir kadının hikayesini anlatan Perfect Blue gerek konusu, gerekse kendine has anlatımı ile bugün bile eşine az rastlanır anime filmlerden biri olarak hafızalarda yer edinmektedir.

Satoshi-Kon

Perfect Blue ile gelen büyük başarının ardından Satoshi Kon 2000’lerde üç uzun metraj anime filmi daha çekme fırsatı buldu. Millenium Princess (2001), Tokyo Godfathers (2003) ve 2006 yılında tamamlanan Paprika, yönetmenin Batı semalarında belirgin bir hayran kitlesi edinmesini sağladı. Bir psikologun hastalarını tedavi etmek için onların rüyalarına girmesini anlatan Paprika hasılat konusunda başarı elde edememesine rağmen Christopher Nolan’a 2010 tarihli Inception için temel esin kaynaklarından biri olmayı başarmıştı.

Sinema dünyasında anime sanatının en özgün isimlerinden biri olan genç yönetmenin uzun metraj külliyatı Paprika ile üzücü bir şekilde tamamlanmak zorunda kaldı; 2010 yılında beşinci filmi Dreaming Machine üzerine çalışmalarını sürdüren Kon yakalandığı pankreas kanserine yenik düşerek aynı yıl yaşama veda etti. Kon öldüğünde 46 yaşındaydı.

Hikayelerinde bilinçaltının karanlık noktalarına büyük önem veren Kon’un bir de 13 bölümlük bir anime serisi projesi bulunmaktaydı. 2004 yılında Madhouse Şirketi tarafından yapımcılığı üstlenilen Paranoia Agent özellikle Paprika ve Perfect Blue filmlerini seyredenlerin büyük keyif alacağı, özgün ve karanlık bir anime. Serinin alışıldık korku animelerinden çok farklı olduğunu özellikle belirtmekte yarar var.

pa1

Paranoia Agent günümüz Tokyo’sunda genç bir kadın tasarımcının başına gelen bir saldırı olayıyla başlıyor.

Tsukiko Sagi, yakın zamanda yarattığı Maromi isimli pembe köpek maskotu ile sektörde büyük başarı göstermiştir ve çalıştığı şirket ondan birkaç hafta içinde yeni bir karakter tasarlamasını istemektedir. Ani şöhretin üzerinde yarattığı baskı ile mücadele etmeye çalışan genç kadın bir gün evine giderken bir ilkokul öğrencisinin saldırısına uğrar. Eşkalini tam olarak veremediği saldırganın adı, kullandığı silahtan ötürü medyada “Shonen Bat” (Beyzbol Sopalı Genç) olarak anılmaya başlar. Sagi’nin başına gelen saldırı bir anda Tokyo sokaklarında yeni bir şehir efsanesinin doğmasını sağlar; insanların en çaresiz dönemlerinde Shonen Bat elindeki altın beyzbol sopasıyla belirmekte ve en beklenmeyen anda onlara saldırmaktadır. Hikaye bu noktadan sonra Sagi’den uzaklaşır ve olayı araştıran polisleri, gazetecileri, onların ailelerini ve Shonen Bat olmasından şüphelenilen karakterleri de içeren geniş bir karakter yelpazesine yayılır.

pa2

Satoshi Kon’un daha önceki projelerinde hayata geçiremediği fikirler için bir deney düzeneği olarak kullandığı Paranoia Agent daha ilk bölümünden yönetmenin  önceki işleriyle olan tematik bağlantıları hissettiriyor. Japon eğlence sektörünün sanatçılarda yarattığı yoğun baskı ve bireylerin gerçeklik algılarının zedelenişi Perfect Blue’da ustalıkla işlenmiş bir konuydu, Paranoia Agent’ın bu konuyu daha da genişleterek işlediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Serideki korku faktörleri de yoğun şiddet kullanımından ziyade karakterler üzerindeki psikolojik baskı ile ekrana yansıtılmakta. Kon’un seyirciyi tedirgin etme yöntemi hiç de alıştığımız şekilde değil.

Herhangi bir bölüm boyunca gayet yavaş ve sıradan işlendiğini düşündüğümüz bir hikaye son dakikalardaki birkaç ufak öğe ile çarpıcı bir finale ulaşabiliyor ve seyircide abartıya kaçmayan bir rahatsızlık hissi bırakabiliyor. Bunun yanında her bölümün kendi içinde bir kısa film hissiyle yürüdüğünü de söyleyebiliriz. Karakterler arasında çatı hikaye ile bir bağ olsa da aslında her  bölüm birbirinden bağımsız işlemekte ve her bölümde farklı bir karakter bunalımı ile karşılaşmaktayız. Ortak payda, bölümlerin her birinin uzaktan ya da yakından Shonen Bat ile ilişkilendirilmesi. Kon’un televizyon serilerinden ziyade sinematik anime üretiminden yetişmiş bir isim olması da seyrettiğimiz işin niteliğini çok farklı bir noktaya çekiyor.

pa3

Biraz iddialı bir benzetme yaparsak Satoshi Kon, Anime sanatının David Lynch’i olma yolunda bir sanatçıydı. Belki genç yaşta vefat etmeseydi kariyerindeki diğer işler Lynch’in sinemasındaki mutlak bilinmezliğe çok daha yakınsayacaktı. Paranoia Agent’ın ise Kon’un sanatına özgü bir Twin Peaks olduğunu her şeye rağmen söyleyebiliriz. Eğer benim gibi animelere mesafeliyseniz ve kısıtlı vaktinizde gerçekten farklı bir iş denemek istiyorsanız Paranoia Agent 11 yıl önce bu talebi karşılamak için yapılmış, keşfi ve deneyimi şart bir çalışma. Hala kafanızda kuşku varsa öncelikle Kon’un ilk işi Perfect Blue’yu seyredin. Perfect Blue’yu beğenirseniz (ki yüksek ihtimal beğeneceksiniz) Paranoia Agent’ta düşkırıklığına uğramanıza imkan yok.

Meraklısı için burun Paranoia Agent’ın giriş videosu, karar sizin:

Author

Eskilerin dediği gibi: "You must gather your party before venturing forth"

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.