Özellikle savaşlar söz konusu olduğunda büyükçe devletlerin bilimsel gelişmelere ve yeni buluşlara düşkünlükleri hepimizin malumu olsa gerek. Soğuk Savaş yıllarında ABD ve SSCB’nin girdiği uzaya çıkma yarışı, bu duruma güzel bir örnek. İki devlet de, çöplüğünün en büyüğü olarak aya ilk gidebilmek için çalışmış, bu uğurda bilim insanlarını seferber etmiştir.

Biraz daha eskilerde, II. Dünya Savaşı yıllarında pek çoğu Hitler’in emriyle yap(tır)ılan deneyler var bir de. Bazıları insanların kaç gün uykusuz kalabileceği ile ilgili çalışmalar yapıldığını ve sonuç olarak deneklerin canavarlaştığını söylerken, bazıları Hitler’in üstün ırk yaratma amacıyla insanların genetikleriyle oynandığını iddia ediyorlar. Bu deneyler hakkında o kadar çok şey duyuyoruz ki, söylenenlerin ne kadarı efsane, ne kadarı gerçek ayırt etmek mümkün değil. Kesin olansa, o dönemin Alman toprakları içerisinde pek çok kişiye deney kisvesi altında işkence edilmiş; ancak bunun yanında pek çok da bilim insanı ve buluş dünyaya kazandırılmıştır.

Peki, girilen bilimsel yarışlar sadece pozitif bilimleri mi ilgilendiriyor? Nasıl ki pozitif bilimler aracılığıyla uzaya ilk giden olma çabasının arkasında bir dünya devi olduğunu kanıtlamak ve bunun bir sonucunda kendine taraftar kazanmak düşüncesi varsa; sosyal bilimler de bu devletlerce aynı amaç için kullanılıyor. Hatta sosyal bilimler sayesinde uzaya gitmekten, insanların genetiğiyle oynamaktan ve üstün teknolojiye sahip savaş araçları üretmekten daha fazlası elde ediliyor. Buna da propaganda deniyor.

334239-4db44e7d02a8e542fcc36bd548e613ca

Bu gün sahip olduğumuz bilgileri nasıl elde ettiğimizle ilgili biraz kafanızı açmak istiyorum. Merak etmeyin, sözü bağlayacağım. Bu gün sahip olduğumuz bilgilerin çoğunu sözlü iletişim ile elde ediyoruz. Bunun bir sonraki basamağını ise eğitimle birlikte yazılı kaynaklardan alıyoruz fakat pek çoğunuzun da hemfikir olacağını düşündüğüm şekilde bu kaynaklarda yazan bilgileri hayatımızda sadece çok sınırlı bir alanda kullanıyoruz. İşimize asıl yarayan bilginin bir diğer kaynağı ise tecrübelerimiz oluyor, en nihayetinde biz de bu tecrübeleri sözlü olarak başkalarına iletiyoruz. “Yoo, ben internetten bakıyorum.” diyenleriniz varsa, öğrendiklerimizi yine internete yazarak paylaşıyoruz. Sözlü iletişim, biçim ve mecra değiştirerek devam ediyor. Zannediyorum ki bilgiler bir simya formülü hâlinde beynimize zerk edilmeye başlanana kadar, bu durum böyle olacak. Toplumlar başından sonuna kadar sözlü iletişim kurmuşlar ve bunun sonucu olarak tecrübeler edinmişler.

Peki, bu tecrübelerin asıl membaı neresi? Tabii ki yüzyıldan yüzyıla, nesilden nesile aktarılan mitler, efsaneler, destanlar ve masallardır. Yukarıda, hani yazının en başında adı geçen devletler, tam olarak da mitleri, efsaneleri, destanları ve masalları propaganda amacıyla kullanıyorlar. Bu yazının özelinde sayılan devletler arasından Almanya’yı konu ediniyorum.

İnsanlığın sözlü hikâyeleriyle uğraşan birçok sosyal bilim dalı var. On dokuzuncu yüzyılda, tüm dünyaya bir milliyetçilik düşüncesi yayılıyor. Çok uluslu devletler, imparatorluklar yıkılıyor ve yeryüzünde milliyet bağına dayalı devletler kurulmaya başlıyor. Bu dönem Avrupa’da pek çok bilim insanı halk şiirleri ve masallarının ulusal kimliği belirleyici ve koruyucu rolü olduğunu söylüyorlar. Yirminci yüzyılın başlarından itibaren de bunları politik gerçekleri manipüle etmek amacıyla sıklıkla kullanıyorlar. Avrupa’da bu duruma uyanan devletlerin başında Almanya var. Bugün Disney bünyesinde filmi çekilen pek çok masal (Külkedisi, Rapunzel, Kırmızı Başlıklı Kız vb.) Alman coğrafyasından geliyor. Biz bunları Grimm Masalları olarak biliyoruz.

snow white 16x9
Hitler’in yönetimindeki Almanya, halkın hafızasında yaşayan ve belki de bin yıllık geçmişi bulunan kahramanlık hikâyelerini ve sıradan insanların masallarını politikasına sermaye yapıyor, bu sayede de Alman ırkına mensup kimseleri bin yıllardır soylu, arı ve üstün olduklarına inandırıyor. Nazi dediğimiz kavram, temelinde kan, kültür, dil ve gelenek üzerine şekillenir. Alman kanı taşıyan insanlarca, Alman kültürüyle yoğrulan, Alman dilinde söylenmiş bu metinler artık politik bir anlam taşımaya başlarlar. Politiklik o kadar etkili olur ki, bir yerden sonra sorun çıkartan bölgelere hükümeti ve Alman olmayı övsünler diye hikâye anlatıcıları gönderilir. Hatta bazen diğer milletlerin masal ve destanları da bilim insanlarınca büyük bir sahtekârlık örneği olarak Alman masalı / Alman destanı diye tescillenir. Böyle bir ortamda “üstün Alman ırkını” anlatmayan hikâyelerden söz edilmesinin bile yasaklandığını ve insanı ipe götüreceğini söylemeye bilmem gerek var mı?

Şimdilerde beyaz perdede izlemekten zevk duyduğumuz veya yeni bir kitap uyarlamasını görünce coştuğumuz mitolojik kahramanların ortaya çıkışları işte bu tarz propaganda çalışmalarıyla başlamış. Bu gün bile böyle yapımların çoğunun arkasında hâlâ aynı amaçların yer alıyor olabileceğini söylemek yanlış olmaz. Mesela bir dönem ülkemizde çokça çekilen “kâfir Bizans’a karşı savaşan cesur Türk” (Tarkan filmleri, Cüneyt Arkın’lı neredeyse her film) filmleri desem veya yükselen Osmanlı dizileri furyası içerisinde yer alan Dede Korkut kahramanları desem, acaba bir yerlerde bir zil çalar mı?

MV5BMThjNjI2OGYtZjQ1OS00YzYyLWFmZjAtNDlmMmQwMzNkNjMwXkEyXkFqcGdeQXVyNjkzNDQ5MTg@._V1_SY1000_CR0,0,1685,1000_AL_

Yazının sonuna gelirken, okuyanlardan gelebilecek bir soruyu da cevaplamak istiyorum. Madem yüzyıllardır anlatıyorlardı bu destanları, nasıl oldu da Hitler kendi destanlarını onların aleyhine ve düpedüz gerçek olmayan bir şekilde kullandı? Özellikle savaşlar, krizler gibi bunalımlı zamanlarda hiçbir toplum kendi ataları tarafından gerçekleştirilen kahramanlıkları dinlemekten ve kendisini asla kaybedemeyecek gibi görmenin sağladığı rahatlıktan vazgeçemez. Geldiğimiz noktada hamaset, pek sevgili geekler, biz dünyalıların büyük bir zaafıdır.

Propagandalar çerçevesinde sizlere bir sonraki yazıda Rusya’dan, daha sonra da imkânlar elverirse Amerika’dan bahsetmek istiyorum. Bu yazıda merak ettiğiniz, takıldığınız, aksini iddia ettiğiniz veya daha sonraki yazılar için “Şunu da yapsaydın daha iyiydi be!” dediğiniz bir şeyler olursa belirtmeyi unutmayın!

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

2 Comments

  1. Cloudblood Reply

    Ellerine ve aklına sağlık. Harikulade ve bir o kadar da ilginç bir yazı olmuş. Böyle ilginç yazıları okumayı çok seviyorum.

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      Elimizden geleni yapıyoruz 🙂 Teşekkür ederim güzel sözlerin için!

Cloudblood için bir cevap yazın Cevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.