Yazan: Yağız Kızılateş

Tarih cetveli üzerinde gezdiğimiz her milimde tarih, kendince güzel olanın kendi içerisinde barınmasına izin vermiştir. Peki ama biz bu cetvelin üzerinde gezerken odak noktamızı nereye toplayalım ki, güzellik gibi ağır bir kavramın altında ezilmeyelim?

Neymiş yahu bu güzellik? İnsanın, hatta tarihsel olarak bir yolculuğa çıktığımıza göre insanlığın gözünde güzelliğin parametresi nedir? Çok mu mühimdir güzel olmak? Herkesin kabulleneceği bir güzel var mı?

Aslına bakarsanız biz bu soruların cevabını aramıyoruz. Felsefeciler, asırlarca bu sorular ve bu soruların mutlak cevapları var mıdır acaba diye kafa patlattı zaten. Ama olayı basite indirgeyerek ”güzellik nedir?’‘ tadında bir soruyla düşüncelerimize engel koymaksızın başlayalım o zaman.

En ama en basitinden: Beğenilen, hoşa giden pekala da hayranlık uyandırabilecek niteliklere güzel diyoruz. Lakin şöyle bir olay da var: Güzellik, yüksek estetik değer belirtir. Estetik, bir yandan da güzel üzerine düşünme, onun ne olduğunu kendi içinde tartışmaktır. Güzelliğe, tarihsel olarak el atacağımız için güzelliği aynı zamanda evrensel bir konuyla özdeşleştirmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Özdeşleştirmek derken, ”doğaya tapanlar, onu Tanrı’yla özdeşleştirmiş oluyordu” minvalinde değil, korkmayın. Daha az komplike olan ama evrensel olarak da estetik kaygı taşıyarak var olması gereken bir kavramdan bahsediyorum: Yani sanattan.

Sanat; beşeri veya doğal güzellikleri kendi içerisinde de dallanıp budaklanarak hayata aktarmaktır. Sanatçının özünün ve aklının zenginliğinin, estetik bir temel üzerine inşa edilmesidir. Sanatçı, eserinin (ne olduğunun hiç önemi yok; ben derim şiir, siz dersiniz resim) güzel olmasını bekler.

Adélaïde_Labille-Guiard_-_Self-Portrait_with_Two_Pupils_-_The_Metropolitan_Museum_of_Art

Size açık olacağım arkadaş! İlk insanın, hayatta kalabilmek için çevreyle mücadele ederken bir yandan da mağara duvarına sanatını icra ediyor olmasına saygım sonsuz. Yalnız kusuruma bakmasın, ben ilk çağı es geçip yolun buradan sonrasına orta çağ ile devam edeceğim!

Orta çağ boyunca sanat, genellikle dinsel konular dışına çıkamamıştır. Sanat biraz kilisenin, biraz da soyluların önerdiği dinsel dogmaların emrindeydi demek sanıyorum ki yanlış olmayacaktır.  Dini olaylar ve verilmek istenen mesajlar kilise duvarlarına çizilen resimlerle insanlara aktarılırmış vakti zamanında. Orta çağın sanata ve sanatçıya olan bu baskıcı tavrı en sonunda patlak vermiş ve sanat dedik mi insanın zihninde parlayan, Fransızca yeniden doğuş anlamına gelen renaissance sözcüğünden türemiş, Rönesans ruhu doğmuştur.

Hoop, hoopp! Niye orta çağı bu kadar çabuk geçtik? Yahu ben de biliyorum uzun uzadıya orta çağı balla kaymakla anlatmayı. Özellikle de bu çağda, mimari açıdan insanın bakmaya doyamayacağı güzellikte tarihi eserler var. Ama artık Rönesans’a gelelim de insanlar kilise korkularını yenip özgürce haykırsınlar fikirlerini, değil mi?

Rönesansı, takvimsel olarak orta çağ sonu, yeni çağ başına denk geldiğinden dolayı onu seyir halinde bir tren olarak varsayarsak, bu iki dönemi iki komşu durak olarak düşünebiliriz.  Kısacası kimlikte doğum yerinde İtalya yazan, kültür ve sanat devriminin adıdır Rönesans!

20-191310402924587-1-1-1200x862

Peki kimlikte İtalya yazıyor dedik de dünya nasıl haberdar oldu bu Rönesanstan? Fikir özgürlüğünün, sanatın, güzelliğin dünyaya yayılmasında (hadi yüzleşelim kabullenmesi biraz zor olsa da) savaşların etkisi büyük. İtalya’ya mektep okumaya gelenlerin ve tüccarların da es geçilemeyecek kadar büyük katkıları olduğu aşikar.

Niye üzerinde durduk biz bu Rönesans’ın, çok mu elzemdi? Çağlar ve çağların gerektirdiği yaşam şartlarında güzellik konumuz ise, evet; gerekliydi. Çağlar boyunca gelişen, teknolojinin durumuyla da birlikte sanıyorum ki gelişmeyi de bırakmayacak olan sanatı anlamamız için çok ama çok gerekliydi. Rönesans, yayıldığı her ülkede çağlar boyunca gelişen ve bu yazımızda güzellik ölçütü olarak kabul ettiğimiz sanatın farklı bir gelişim göstermesini sağladı. İngiltere’de edebiyat, Almanya’da dini tablolar, İtalya’da mimari, İspanya’da ise resim ve edebiyat coğrafyalarında önemli bir yer tutuyorsa eğer bunu bence Rönesans’a borçluyuz.

Çağlara göre güzellik algısı, insanın yaşadığı bölgenin coğrafyasına ve yaşam standartlarına göre değişiklik göstermiş, her hayat kendi başına sanatını üretmiştir.

Çok ve pek sevgili Geekyapar.com okuyucuları, bu maceramı tüm benliğinizle tartışabilesiniz diye sizlere bir soru sorarak noktalamak istiyorum: Sizce güzel nedir?

———————————

Siz de yazınızın Geekyapar.com sayfalarında yayımlansın ister misiniz? O halde buyursunlar: Yazı çağrısına katılmak için hala vaktiniz var!
Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.