Şimdi bir oyun düşünün. Öyle bir oyun ki, sizi fıtık edecek. Kendinizi yerden yere atacaksınız. Acı çekeceksiniz. Ekranı kırmak isteyeceksiniz. Kalkıp bir sigara tüttüreceksiniz belki, ya da balkona çıkıp temiz hava alacaksınız. “Bir daha uzun süre oynamayacağım bu oyunu, asabım bozuluyor!” diye düşüneceksiniz. Ne yaparsanız yapın, kendinizi yine aynı yerde bulacaksınız, geri döndünüz. Tıpkı kurtulamadığınız bir rüyadaki gibi. Ama bu kez uyanıksınız.

DD_2

Biraz Lovecraftvari bir giriş oldu galiba, ama gotik temalı bir rpg için daha doğru bir giriş var mı?  Okumuş olanlar bilir, Lovecraft hikayelerindeki üslup son derece ağdalı, entelektüel göndermeler açısından zengin ve bir o kadar da umutsuzdur. Hayatını bunalım içinde geçirmiş karakterlerin nihilist bakış açısı, anlatımlarına da yansır ve en başından itibaren okuyucuyu karamsar bir noktada tutarak atmosferi yükseltir. Eserlerinin filme çekilmesi bu nedenle -bence- imkansızdır. Ama o kadar da kesin konuşmayayım. Ben şahsen bu ruh halinin oyunlara yansıyabileceğinden de şüpheliydim. Ancak Red Hook Studios sağolsun, fena halde yanıldığımı gördüm.

Öncelikle, Darkest Dungeon Neyin Nesidir?

2014’te başarıyla sonuçlanan bir Kickstarter sayesinde kavuştuğumuz gotik korku temalı rol yapma ve strateji oyunu diyebiliriz. Steam‘den erken ulaşıma açıldığından beri listemde terör estiriyor. Oyunu yapan ekip son derece küçük. (Bir bina dolusu adamla oyun yapamayanlara selam olsun.) Fikir ise Chris Bourassa ve Tyler Sigman‘dan çıkmış.

Oyunun konusu da son derece basit; adamın teki, tamamen sıkıntıdan lüks içinde yaşadığı malikanesinin altını kurcalar. Bütün parasını buna harcar ve sonunda bir geçit açar. Yerin binlerce metre altından yaratıklar fışkırır. Bu adamın varisi olarak size düşen, bu yaratıkları öldürmek, en karanlık zindanı temizlemek ve aile isminin şerefini geri kazanmaktır.

DD_7

Evet, adeta karikatürize edilmiş bir Lovecraft hikayesi. Çizimler öyle yalın ve güzel ki, hemen havaya giriveriyorsunuz. Oyun iki kısımdan oluşuyor; malikane arazisi -ki eski tip soylu yerleşimleri gibi küçük bir kasaba adeta- ve indiğiniz zindanlar. 4 kişilik bir ekip toplayarak irili ufaklı zindanlardaki çeşitli görevleri yapmaya gidiyorsunuz. Genellikle bu görev zindanı temizlemek ya da belli bir düşmanı öldürmek üzerine tasarlanmış. Zindanlarda oda oda ilerliyorsunuz. Savaşlardan bağımsız olarak şansınızın tutması ve rastgele açtığınız bir sandıktan büyük ganimet kazanmanız da mümkün. Kasabadaki binaları, zindan görevlerinde topladığınız puanlarla geliştirebiliyorsunuz. Geliştirdikçe karakterlerinizin savaş yeteneklerini ve ekipmanlarını yükseltebiliyorsunuz. Ayrıca, yeni kahramanlar kiraladığınız yeri de size her hafta daha fazla kişi sunacak şekilde geliştirebiliyorsunuz ki, ilk bunu yapmanızı öneririm. Nedenine aşağıda değineceğim. Oyunun en başarılı yönü, kesinlikle atmosferi.

Peki Ama Nasıl?

Oyun basit taktikleri o kadar etkili kullanıyor ki, herhalde Dark Corners of the Earth‘ü yapanlar utançlarından oturup ağlamışlardır.

DD_8

Öncelikle, bir anlatıcı (narrator) var. Bastion‘daki gibi çeşitli olaylarda davudi bir ses, kinayeli yorumlar yapıyor. Adamlarınızdan biri savaşta iyi bir vuruş yaptığında, yahut düşman sizin karakterin ağzını burnunu dağıttığında, grubunuz tuzağa yakalandığında, hazine bulduklarında, ışıklar söndüğünde… Fiat lux! Bu ışık mevzusu önemli. Zindanlarda dolaşıyorsunuz ya, Darkest Dungeon klasik D&D oynatan insafsız bir oyun yöneticisinden beter davranarak soruyor; “Daha kaç meşalen var? Şu an kullandığın meşale yarıyı geçti, farkındasın değil mi?” Işık azaldıkça, karakterlerin stresi artıyor. Ve karakterlerin stresinin artmasını inanın ki istemezsiniz.

Oyunun en benzersiz özelliği tam da burada ortaya çıkıyor. Çeşitli oyunlarda, karakterler başlarına olmadık işler geldiğinde tepki verirler. Hatta ses sanatçılarının yeteneklerine oranla sizi cidden tedirgin de edebilirler. (Burada hatırlamak istediğim bir sahne, Dragon Age 2’deki cinayet sahnesidir mesela.) Ancak iş orada kalır. Stres yahut korku karakterin herhangi bir skoruna fazla etki etmez. Oyuncuya etki eder. Oyuncunun görüşü bozulur. Panikten abuk subuk hatalar yapabilir. Ancak burada öncelik bakidir; bölümü geçmek. Oyuncunun karakterlere bağlanması, derin psikolojik senaryolardan etkilenmesi genelde yapımcıların oynadığı bir kumardır. Etki etmeme riskini asgariye indirmek için, özellikle zıplatma taktiği çok kullanılır; oyuncunun bir yöne dönmesi gerekiyordur mesela ve döndüğü yerde aniden bir görüntü belirir, sonra çığlıklar, fişi çekmeler filan. Ancak burada oyuncu, karakterle özdeşleşmez. Korku, birinci tekil şahısta kalır.

Peki Darkest Dungeon bunu çözmek için ne yapıyor? Oyuncuyu değil, karakteri korkutuyor. Karakter korkudan kafayı kırınca psikolojik durumu hem onun, hem de gruptaki başkalarının skorlarına öyle etki ediyor ki, oyuncu karakterlerini kaybetmekten ve görevi bitirememekten korkmaya başlıyor. Karakterin stresi aynen oyuncuya geçiyor. Bir Darkest Dungeon bağımlısını kendi kendine konuşurken, bilgisayar tanrılarına yakarırken yahut “Vur! Vur!” diye bağırırken görmek son derece olası.

Karakterlerin artan stresinin çok ciddi bir etkisi var. Işık mı azaldı? Düşmana mı vuramadı? Hazine sandığı boş mu çıktı? Tuzağa mı yakalandı? Stres artıyor. Hem de öyle birer puan filan da değil. Call of Cthulhu oynadıysanız eğer, her garip şey gördüğünüzde d20 ile Sanity hasarı attığınızı düşünün, öyle bir hızla artıyor. Sonuçta ne oluyor? İki ihtimal var. Karakter kafayı yiyor. Yahut, sağ kalma umuduyla bir kahramana dönüşüyor.

dd_5

“Bunun nesi kötü?” diyebilirsiniz. İşte onu, bir buçuk saat boyunca oynayıp hayatta tutabildiğiniz karakteriniz, baskı altında çeşitli erdemler kazandıktan sonra iki dandik örümceğin kritik hasarına yem olduktan sonra görüşürüz.

Ne Var Bunda, Load Ederim?

Yok, edemiyorsun işte. Save/load yok. Kendi adına bir dosya açabiliyorsun tabii, bir kaç farklı insan oynayabilsin ya da birden fazla oyuna başlanabilsin diye konulmuş. Ama o dosyanın içindeyken ne olduysa oldu, geçmiş olsun. Bu oyunda “Bunlar kolay yaratık, hızlı geçerim” kadar hatalı bir düşünce yok. İki saniyede her şey değişebilir. “How quickly the tide turns!” cümlesi kulaklarınızda yankılanırken, çok güçlü bir düşmana sizinkiler de iyi vurabilir, işte o zaman anlatıcının “Bir umut yeşerdi…” ifadesi sizin için o kadar gerçek oluyor ki… Anlatıcı da Wayne June adında oldukça sesli bir abimiz, Allah sahibine bağışlasın.

Karakter Sınıfları

10 sınıf var. Bunları klasik rpg oyunlarındaki gibi tanımlamak mümkün. Yakın dövüş karakterleri olarak Crusader ya da Leper, iyileştirici olarak Vestal ya da Occulist, hırsız diyebileceğimiz Highwayman veya Grave Robber, bard kılıklı Jester, balta taşıyan barbar kılıklı Hellion, benim çok işe yarar bulduğum Bounty Hunter ve Plague Doctor. Her sınıfın tek bir resmi ve cinsiyeti mevcut, ancak kişilik özellikleri değişebiliyor. Kişilik özelliklerine çok dikkat edin, oyundaki etkileri büyük. Olumsuz özelliklerle karakter çekilmez birine dönüşürken, olumlular ciddi anlamda hayat kurtarabiliyor. Olumlu özellikler taşıyan karakterlerinize çok bağlanmazsanız iyi olur. Mümkünse en az bir Vestal ya da Occultist almadan göreve çıkmayın.
DD_4

E Karakterler Ölüyorsa Nasıl İlerliyorum Oyunda?

Bu da Susam Sokağı şarkısı gibi başlık oldu, neyse. Oyun en başında sana söylüyor zaten. Görevleri yarım bırakacaksın. Karakterler ölecek. Darkest Dungeon’un amacı, sürünmek. Daha doğrusu, sürünerek hayatta kalabilmek. Eğer bir sürü hazine loot’layayım, alemin kralı olayım kafasında olanlar için doğru bir oyun değil… ki onlar da denemeliler bence. Karakterler delirdiğinde malikanede dinlenebilecekleri yerler var. Deve gibi içip tüm dertlerini unutmak, genelevde alem yapmak yahut manastırda dua etmek gibi seçenekler mevcut. Yalnız sınırlı sayıda karakter düzeltebiliyorsunuz ve aradan zaman geçmesi gerekiyor. Bu yüzden önce Stage Coach’ı geliştirirseniz iyi olur.

Özellikle alışma sürecinde bir zindandan sağlam dönen adam yok ve dört kişiyi doldurmanız gerektiği için, bir sonraki göreve psikolojisi hasarlı adamlarla gitmek istemezsiniz. (İlla ki gideceksiniz.) Kafayı kırmış bir karakterle zindana gitmek tam deli işi. Abuk subuk konuşup ötekilerin de moralini bozmaya başladıkça kişilik testleri daha hızlı geliyor ve çoğu olumsuz özellik kazanıyorlar. Size de kasabada tedavi ettirecek daha çok adam çıkıyor. Gerçi oyunun başında da söylendiği gibi amaç bu. Kötü bir durumdan maksimum faydayı elde etmek.

Gördünüz mü? Ne kadar basit. Ne kadar zekice. Sen ışığı al, stres unsuru olarak koy. Üstüne save/load’ı kaldır, geri dönüşü olmasın. Acımasız savaş mekanikleri yarat. Karakterin aklı gitsin, gittikçe ekibin de dayanıklılığı sınansın. Daha üç oda bile geçemeden test zarları atılmaya başlansın ki oyuncu çırpınsın, “Daha yeni başladık!” diye. Yahut daha kötüsü, tecrübeli karakterler ölecek diye ter döksün. Yılların en atmosferik oyunlarını kıskandıracak kadar hızlı bağlanıyorsunuz karakterlere. Her biri öldüğünde içinize oturuyor. İnat ediyorsunuz.

DD_1

Oyun şu anda Early-Access, o yüzden çok kolay çözülecek bir eksik var belki. Darkest Dungeon‘un tek eksik yanı, partiniz gelişmeye başlayıp da düşmanlara daha az yenilir hale geldiğinizde sıkılma tehlikeniz var, galibiyet hissi tuhaf şekilde oyunun tersine çalışıyor. Bu da ortalama bir hafta diyelim, fazla oynadıysanız çok daha kısa. O yüzden günde ortalama 1-2 zindan temizlemenizi öneririm ki, böyle başarılı atmosfere sahip bir oyunu kolay tüketmeyin. Dediğimiz gibi, bu oyunun erken sürümü, daha geliştireceklerini de unutmamak lazım.

Darkest Dungeon, klasik anlamda bir korku oyunu değil, sıçramayı beklemeyin. Yıllardır Lovecraft hikayeleriyle “Adam tasvir bile yapamıyor ayol” diye dalga geçenlerden karmik intikam alması için yapılmış adeta. “Bu kadar karikatürize korku öğeleriyle, ekran başında saatlerce çırpınmanızı sağlayabiliriz” diyor adamlar ve çırpınıyorsunuz da gerçekten. Yazımı, oyunun yaratıcılarından Tyler Sigman’ın cümlesiyle bitiriyorum. “Biz sadist, değil, realistiz.” Röportajın tamamını buradan okuyabilirsiniz:

http://venturebeat.com/2015/02/26/darkest-dungeon-designers-really-arent-sadists-were-realists/

 

3 Comments

  1. OldManWolverine Reply

    Ne kadar şahane görünse de “Early access” görünce direk arkamı dönüyorum. Steam’in son zamanlarda sitesine yaptığı en yararlı yenilik, dolaşırken “Early access” oyunlarını filtreleyebilmedir benim için.

    Yine de bu “iyi” olanlarından gibi görünüyor. Ah bi de Starbound (aldığım tek EA oyun, onu da gerçi backer olduğum için almıştım otomatik) bi çözüme ulaşsa artık…

  2. Ibrahim Muhammet Çelik Reply

    karanlık ve high crit partiyle girip dümdüz ederek çıkabiliyorsun. Üçüncü zindanın sonunda 0 stres ve 60bin altınla dönmüştüm 😀 D&D oyuncusu her yerde kendini belli eder.

  3. Mert Murat Özçelebi Reply

    this war is mine da da böyle bir hissiyat yaşamıştım. çaresizlik. bu oyunu oynamak lazım.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.