Bir oyunun aynı anda hem efsanevi olması hem de devam halkasının hızlı hızlı makyajlanıp pazarlanmamış olabilmesi mümkün mü? Bu günün şartları içerisinde söz konusu olmayabilir fakat bir zamanlar konsollarımızın, PC’lerimizin hakkını veren, daha sonraki yıllarda büyük bir iştahla devamını beklememize rağmen zaman içerisinde sıkılıp, tüketme tutkusundan vazgeçtiğimiz oyunlar da gördü bu yaşlı ve yorgun gözlerimiz!

Peki işin sırrı neydi? Ne oldu da en ufak bir fikri sömürmek için geç kalmayan ensesi kalın yapımcılar, devam etme potansiyeli olan bu oyunların üzerine gitmeme kararı aldılar? Her biri evrenin bize sunduğu “bozulmaması gereken” birer lütuf muydu, yoksa birileri yapımcı olacak bu heriflere açık açık tehdit mektupları falan mı yağdırdı? Sebebi ne olursa olsun bu oyunların devamı gelmedi ve her biri şu an kendilerini deneyimleme şansına erişmiş biz ölümlülerin anılarında, bozulmamış bir biçimde yaşamaya devam ediyor!

 

Another World

Another World

Bilimkurgunun “mantık” kısmına kafamızın pek de basmadığı dönemlerdi o dönemler. Amiga’da sabahtan akşama kadar Sensible Soccer oynayarak çürüttüğümüz beyin kıvrımlarımız da daha fazlasını kabul etmezdi zaten! İşte böyle bir dönemde hayatımıza “partikül hızlandırıcı” gibisinden gereksiz bir kelimeyi sokmakla kalmamış, bu fikir üzerine koskoca bir bilimkurgu oyunu inşa etmişti Another World. Sırf bu yüzden bile, yapımcıların ellerinden sulu sulu öpebiliriz.

Hepimizin piksellerini kıskandığı Siyah Ferrari bir taraftan, asimetrik karton göz kapakları diğer taraftan, kadınlar hamamı basma geyiği de beri taraftan dört bir yanımızı sarmıştı. Bu kadar gereksiz detay, bizleri başka bir gezegene gidip, köle edilen fizikçi dostumuzun öyküsünden uzaklaştırmaya da yetmedi hani. Döneminin en başarılı grafiklerine ev sahipliği yapan oyunun en önemli tarafıysa toplamda 30 dakika civarında seyreden süresine rağmen aylarımızı hibe edip bitirememiş olmamızdı!

Bir tutam Maymunlar Cehennemi alıp, üzerine de dönemin bilimkurgu trendlerini serpiştirirseniz, Another World’ün kıvamını rahatlıkla tutturabilirsiniz. Bacağımızı zehirleyen sürüngenler, peşimizden kovalayan aslanlar, sinirlerimizi harap eden gezegen sakinleri de cabası! Ne var ki Another World, dönemin şartları göz önünde bulundurulduğunda sinematografik zenginliği ve öykü işleyişi açısından gönüllere taht kurmayı başarmış, etkileyici finaliyle de vazifesini yerine getirerek bizlere veda etmişti.

Peki yıllar sonra Another World ile karşılaşsak ne yaparız?  Büyük ihtimalle böyle bir girişim, çocukluk dönemimize dair son bakir hatıraya sağlam bir tecavüz olabilir. Özellikle video oyunlardaki öykü anlatım konseptinin, popüler sinemayı geride bıraktığı böyle bir dönem ile bir şeyleri anlatabilmenin çok daha kısıtlı imkânlar dahilinde olduğu 80’ler konseptini; kurbanlarını bir yastıkta eşek cennetine sürükleyecektir…

 

Heart of Darkness

Heart of Darkness

Şimdi biz bu oyunu övmeye neresinden başlayalım ki? Şahane atmosferinden mi başlayalım? Lewis Caroll’un hakkını veren en güzel “aparmalardan” biri olduğunu mu iddia edelim? Bruce Broughton’un leziz müziklerine mi övgüler yağdıralım? Açıkçası ne yapmamız gerektiğini tam olarak kestiremedim!

Eric Chahni ve saz arkadaşlarının 4 yıllık el emeği ve göz nuru var ortada. Her ne kadar 1999 gibisinden oyun bolluğunun yaşandığı bir dönemde karşımıza çıksa da, altın çağını yaşayan platform türünün en değerli taşlarından biridir. Diğer taraftan ilgi çekici derecede yukarıda öve öve bitiremediğim Another World’e de benzemektedir.

Interplay’in eseri olan Heart Of Darkness, tüm sevimliliğine rağmen de garip bir ürkütücülüğe sahiptir.  Köpeği Whisky’nin peşinden Darklands topraklarına sürüklenen Andy adındaki mucit veledin macerası, 90’larda karşımıza çıkan en okkalı fantezilerden birine kapı açmıştır. Bu gün baktığımızda özellikle indie piyasası, Oddworld ile birlikte HOD’a çok ama çok şey borçludur! Bu konuda abartıdan hayli uzağım!

 

Jersey Devil

Jersey Devil

Eğer Jersey Şeytanı efsanesiyle, X-Files dizisinden önce bu oyun ile tanıştıysanız; bu şanlı hilkat garibesini ciddiye alabilmeniz oldukça zor. Dr Knarf adındaki bir psikopatın laboratuvarında yarattığı devasa meyve ve sebzelerden şehri kim kurtaracak dersiniz? Neyse ki iyilik sever ve gereğinden fazla sevimli Mor Şeytan’ımız böyle günler için hazır ve nazır!

Platform oyunlarının altın çağını yaşadığı bir dönemde Jersey Devil, gözden kaçanlar arasındaki yerini almıştı ne yazık ki. Oyun Jersey Devil mitini kendi çapında alaşağı edip, yepyeni bir çehreye kavuştururken; dönemin platform trendi haline gelen “canavar meyve – sebze” klişesini de alabildiğince sömürmüştü. Yine de türün bir başka orta karar örneği olan Tonic Troble’a oranla biraz daha karanlık, kasvetli ve yarım merhale daha eğlenceli olduğunu da söylemek gerek.

Platform arenasındaki çok daha dişli rakipleri Croc, Spyro ve Rayman bugün alıp başını yürümüş ve MediEvil gibi kendine has bir örnek tek başına zirveye yerleşmiş olsa da Jersey Devil bir avuç platformsever tarafından deneyimlenmiş ve kısa sürede sonra da usullere uygun olarak toprağa verilmiştir… Yazık!

 

Sanitarium

Sanitarium

Gelmiş geçmiş en iyi adventure oyununun kazara devamı ya da remake’i falan yapılacak olsaydı kopacak gürültüyü, sokaklarda yakılacak pc’leri ve konsolları, oluşacak total kaosu, kültürel histeriyi, yağmalanan alış veriş merkezlerini, etrafa saçılan boş kurşun kovanlarını göz önüne getirebilmek hiç de zor değil.

ASC Games, bu oyunu makyajlarken sağ salim bu günlere gelebileceğini ve oyunseverler üzerinde ilk günkü etkisini muhafaza edebileceğini tahmin edebiliyor muydu bilinmez lakin Sanitarium, adventure konseptine dair kolektif hafızalarımıza ortak bir payda kazımakta çekinmedi.

Büyük ihtimalle bal kabağından gerçekten nefret etmemizi sağlayan ilk oyun olmakla birlikte, bu gün bile kendine has karanlık atmosferini taklit edebilmek oldukça zor görünüyor. Başından sonuna kadar adının vadettiği gibi oyunu oynadığınız kendi genç odanızı kısa sürede tımarhaneye çevirecek kadar sinirlerinizi kurcalayan bir mahsul var karşınızda.

Amnezi mevzusunu ilk defa bir oyuna sokuşturan Dreamforge’giller, kanatları altından çıkan bu en iddialı yapım ile oyun başından başından kalktığınız anda kafanızda çınlanan “Seek The Truth!” sesinin de icat sahibi olmuştur…

 

Star Wars: Jedi Knight – Jedi Academy

Jedi Academy

Jedi Academy, bir Star Wars fanatiğinin fantezilerinin büyük bir çoğunu içerisinde barındırıyordu. Bir Padawan’ın ayı boğan bir ustaya dönüşme sürecinde, Star Wars evrenine dair ne var ne yok vitrine dizmesi bile, oyunu birkaç defa oynayabilmemiz için yeterli bir bahaneydi.

Nitekim bu lezzetli  Jedi güzellemesinin ardı gelmedi… Diğer taraftan gelmesine gerek var mıydı o da tartışmalı. Ne de olsa Lucas ve saz ekibi, daha sonra Force Unleashed ile genç padawanları güce fazlasıyla doyurdu. Ama Star Wars evrenine dair ne varsa büyük bir bonkörlükle sergilenen Jedi Academy’nin bu kendine has zenginliği öyle yüksekti ki ardından gelen ve neredeyse bambaşka bir konsept ile yıkanıp yağlanmış olan Force Unleashed’e e pek çok kişinin kanı bir türlü ısınamadı.

1 2
Author

4 Comments

  1. disqus daha iyi olmuş önce onu belirteyim, zira yorum yapabilmek için illa facebook a giriş yapmak zor işti. jedi academy oynamayanlar force unleashed a muazzam diyebilir. fakat jedi academy de her şey o kadar güzel ilerliyor öyle oturaklı kullanıcıya bahşediliyordu ki, oyunun her dakikasından muazzam keyif almıştım. force unleashed jedi güçlerini kullanmak üzerine kuruluyken, jedi academy jedi olmak üzerine kuruluydu. sanırım aradaki fark bu 😉

  2. Muhittin Derman Usta Reply

    Ne bilim insan bi half life, metroid, baldurs gate… beklediğimiz oyun mu bitermiş

  3. Berna Aysim Çavdar Reply

    Grim Fandango’nun da bu sene konferansta remastered’ının çıkacağı söylendi, gerçi o devam demek değil ama… Anladın sen onu.

Berna Aysim Çavdar için bir cevap yazın Cevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.