Merak ediyorum 90’lı yılların ilk yarısında, karşısında saatlerimizi harcadığımız oyunların “ne kadar berbat” olabileceği üzerine kafa patlatıyor muyduk acaba? Bir topun oradan oraya sıçrayarak çarptığı kutuları tarumar etmesini ya da yuttuğu noktalar sayesinde gitgide büyüyen bir yılanın, dönüp dolaşıp kendi kuyruğunu ısırmasını yadırgadığımızı pek sanmıyorum.

Gel gelelim zaman içerisinde hayatımıza giren oyunlarla birlikte, beklentilerimiz de gelişip, semirmeye başladı. Mantar yiyerek büyüyen bir muslukçunun peşinden sürüklenmekte sakınca görmeyen biz ölümlüler; zaman içerisinde AK47’nin milimetrik tepkimelerinden doğan hatalar sebebiyle milyon dolarlık oyunların kalemlerini kırmakta sakınca görmedik.

Fakat bazı oyunlar vardı ki, ne AK47 mermisinin açtığı deliğe kusur bulanlarımızı ne de mantara dadanıp kafası güzelleşenlerimizi tatmin etmeyi başarabildi. İşte bir başka “şunlar ve şunlar olmalıydı” geyiğine meze olacak, canımızı acıtan, gözlerimizi yaştan sırılsıklam eden dünyanın gelmiş geçmiş en rezil oyunlarını bir kere daha hatırlatıyoruz… Anılarını ve acılarımızı diri tutuyoruz… Mezarlarına karanfiller ekiyoruz!

 

Big Rigs: Over the Road Racing

Big Rigs Over the Road Racing

Muhtemelen video oyunlarının alayına tepki niyetinde doğmuş fakat kafi miktarda uyarıcının etkisinde kitch bir zevke dönüşebilecek garip bir “şey” vardı karşımızda! “Yarış oyunu” kavramını değişt… Yok yok “yarış oyunu” kavramını komple tahrip etmeye yönelik bir saldırıdan daha fazlası değil Big Rigs!

Peki oyunu, tüm zamanların en efsanevi kötüsü olmaya en üst sıradan aday yapan nedir? Bunları salim kafayla sayabileceğimiz bir makale yazabilmek mümkün değil fakat Big Rigs, kelimenin tam anlamıyla bir “yarış oyunu” parodisinde ibaret! Denklemi şöyle kuralım; bir oyun düşünün ki, polis kovalamacası sunacağını iddia etsin ama bütün polisler emekli olmuş olsun, yarış olduğunu iddia etsin ama asfaltı dökülmemiş olsun…

Yine de yiğidi öldürüp hakkını teslim etmek gerekir ki, adında ne yazıyorsa oyunda da o var. Gerçekten de yarış oyunu mefhumunun sonu! Hayalet misali önüne çıkan her engelin içinden geçen, bütün yarışan rakiplerin, yarış ortasında aniden karar değiştirip frene bastığı, büyük bir diktatör edasıyla her yarışın en birincisi olduğumuz ucubik bir deneyim Big Rigs! Hemen hemen her oyunu “easy” modunda oynayan yenilgi düşmanı bünyeler için, klinik deneyi kanıtlanmış bir rehabilite aparatı!

 

Street Fighter: The Movie

Street Fighter THe Movie The Game

Bir oyun düşünün ki, yıllar yılı arcade müptelalarının muhabbetlerine meze olduktan sonra berbat bir şekilde beyazperdeye taşınsın. Daha sonra da bu berbat oyunun daha da berbat arcade oyunu piyasaya sürülsün! Şark kurnazlığının en kaba örneği olan Street Fighter: The Movie şükür ki kolektif hafızalarımızda uzun vadeli bir tahribata sebep olmadı. Hatta pek çok Street Fighter müptelası bu gün bile bu lanet oyundan haberdar değil(di)!

Street Fighter: The Movie, bir meselenin suyunun suyunun suyunu nasıl çıkaracağını bilemeyen yapımcıların ekmek bandığı, nihayetinde de o ekmeği kuru kuruya ağızlarına atmakla yetindikleri, oyun aleminin en acıklı naniklerinden biriydi. Üzerinde daha fazla durmak haksızlık olur.

 

Rambo: The Game

Rambo the Game

Tamam, popüler filmlerden nemalanmaya çalışan envai çeşit kötü oyunla karşılaştık! Bunda yadırganacak hiçbir şey yok… Amma ve de lakin hiç biri Rambo kadar inceliksiz, sinir bozucu ve dandik bir hap yapıp para kapma hadisesine dönüşmemişti.

Reef Entertaintment’ın rötarlı “Rambo’nun popülaritesinden faydalanarak cep doldurma” girişimi olan oyun; her ne kadar yeni bir örnek sayılsa da, tüm zamanların en büyük kepazeliklerinin arasına adını altın harflerle yazdırmayı başarmıştı.

Rocky ve Rambo serilerine yeniden kan pompalamaya çalışan Stallone; The Expendables serisi sayesinde ritmini bulmuş olsa da, Rambo: The Game’in, seriyi seven 80 kuşağına edilmiş en büyük küfürlerden biri olduğunu üzülerek hatırlamak gerekir!

 

The Walking Dead: Survival Instinct

The Walking Dead Survival Instinct

Robert Kirkman, son yılların en kallavi altın yumurtlayan tavuğunun altına imzasının çakarken, yeniden evirdiği zombi konseptinin bu kadar dallanıp budaklanacağını düşünüyor muydu acaba? Hiçbir başarı rastlantı değildir düsturunun savunucularından biri olarak, Kirkman’ın bütün mecralardaki üretimleri ince ince işlediğini düşünenler arasındayım.

Başarılı bir çizgi romanı, başarılı bir tv serisiyle taçlandıran; yine görece başarılı bir şekilde edebiyat mecrasına da sızan The Walking Dead virüsü, Telltale ekibi sayesinde video oyun mecrasında da eser miktarda patırtı kopartmayı ihmal etmemişti. Tabi bir de madalyonun diğer yüzü vardı: Survival Instinct! Dizinin sevilen karakteri Daryl Dixon’ın pek de sevilesi olmayan öyküsünü adeta katrana bulayan oyun; son yıllarda nice örneğini gördüğümüz zombi furyasının en yavan, fırsatçı ve sıkıcı örneğiydi.

“Bu oyunun öyküsü nedir?”, “grafikler neden başımızı ağrıtacak kadar kötü?” ya da “Sen de mi kardeş Dixon?” soruları daha kafamızda dönmeye başladığı ilk andan itibaren zombi yemi olmuştuk bile! Afiyet olsun!

 

E.T.

ET

Bir video oyundan beklentilerimizin en düşük olduğu o kadim günler için bile berbat bir oyundu E.T. Sadece kötü bir oyun olmakla kalmadı Steven Spielberg’ün ellerinden çıkan sevimli başyapıta da tepeleme çamur sıçratmış oldu!

 

Tüm zamanların en çok kâr eden filmlerinden biri olan E.T. yine tüm zamanların en çok zarar eden oyunuyla yerin dibine sokuldu. Peki neydi cefakar dostumuz E.T.’nin oyundaki amacı? Her bir büyük harfin hakkını vererek haykırmak gerekirse: HİÇ!

Dünyanın en amaçsız oyunu olan E.T. sadece yeşil karakterimizi ekranın sağında ve solunda gezindirmekten ibaretti. Eğer yeterince şansımız yaver giderse de peşimize inatçı bir doktor takılıyordu. Muhtemelen tuzlu çubuk krakerle sigara içiyor gibi yapmak ya da iki adet şekerli sakızı aynı anda ağzımıza atıp, durmadan şişirip patlatmak, o dönem koşullarında bile çok daha keyifli bir aktiviteydi!

1 2
Author

1 Comment

  1. Big Rigs’te rakip gaza basıp yarışa başlamıyordu ki bile! Geri viteste sonsuz hızda gitmesi (muhtemelen düz gittiğinizden kötyörlör kat fazla), haritanın 1-2 dağ sonra bitmesi ve karanlığın ortasında aracınızı kullanmaya devam edebilmeniz, dağın kah içinden geçmeniz kah 90 derece tırmanıp geri inebilmeniz (hızınızı zerre düşürmeden)…
    Şu yaşımda bile ruhum eridi, ne güzel yazı olmuş.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.