Son zamanlarda kaç tane “polis oyunu” oynadınız? Polis olduğunuz veya polisle mücadele ettiğiniz oyunları kast etmiyorum. “Polis oyunu” diyorum, her yerinden polis akan, polis merkezli, derdi polis olan oyunlar. Bir düşünün. Eğer Alman yapımı az bilinen Police Force 2’yi oynamadıysanız aklınıza birkaç tane yetersiz örnek gelecek; örneğin bir dedektifi oynadığınız macera oyunları, polis merkezinde vakit geçirmek durumunda kaldığınız aksiyon oyunları gibi. Ama hiçbirinde bir “polislik” vurgusu görmeyeceksiniz.

Soruyu şöyle değiştireyim. En son ne zaman o meşhur üniformayı giydiğiniz bir oyun oynadınız? Az önce bahsi geçen Police Force 2’yi bertaraf edersek (ki niye etmemiz gerektiğini az sonra anlatacağım) en yakın örnek L.A. Noire belki de. Devriye polisliğinden en tepeye kadar çıkışımızı anlatan, hikâyesini de bunun üzerine koyan bir oyundu (hakkında Fareler Oyunda’da şunları söylemiştik). Daha eskilerden ise Police Quest. Sierra’nın kral olduğu dönemlerden kalma bir macera oyunu. Orada da polislik mertebesi ön plandaki faktörlerden biriydi. Ama arada kalan sürede? Ya gizli polistik, ya da üzerimizde bej bir trençkot vardı. Hiçbir zaman polis olma hali ön planda değildi.

L.A. Noire 1

Fahrenheit’ı hatırlayın. Oyun düpedüz adli bir vakayla başlıyordu, yönettiğimiz üç karakterden ikisi polisti ve tüm hikâye o polis olmayanın diğer polis olan ikisinden kaçma çabası üzerine kurgulanıyordu. Peki oyundan sonra aklınızda kalan on kelimeyi sorsam polis bunlardan biri olur muydu? Ya da daha daraltalım. Hayatındaki her kötü şey gibi bu hikâyesi de bir kadının ölümüyle başlayan Max Payne’in 2. oyunundan size geriye ne kaldı? Bana Mona, Vladimir, yavaşça sağa doğru süzülerek düşmanları alt etme ve çizgi roman tarzındaki ara sahneler yıllar sonra hâlâ Max’i özetleyen şeyler olarak geliyor. Oysa ki Max bir polis. Bu oyunun hiçbir kısmında gizlenmiyor. Öyleyse nedir polislik kavramını bu oyunlardan bu kadar ayrıştıran? Üniformanın olmaması mı?

Bence bunun için başta bahsettiğimiz örneklere dönmek gerekiyor. L.A. Noire özellikle üzerinde durulması gereken bir oyun. Los Angeles’ın 2. Dünya Savaşı sonrası sokaklarında ilk devriyemizi yaptığımız andan oyunun sonuna kadar Team Bondi bize bir yolsuzluk portresi çiziyor. Kahramanımızın eskiden mensubu olduğu orduda ve şimdi katıldığı polis teşkilatında her daim birileri bir şeyler çeviriyor, yüksek kademelerden polise ricalar gönderiliyor ve herkesin eli bir başkasının cebinde gözüküyor. L.A. Noire, karakterini bize tanıtırken esnada polisin kurumsal yozlaşması konusunda zerre şüpheye düşmüyor; düşürmüyor. Çünkü L.A. Noire, her oyunun yaptığı gibi, başına oturan oyuncuyu elinden tutup gerçek dünyadan kaçırmayı amaçlıyor.

Kaç, kaçabilirsen

Oyunlar kaçıştır. Bir veya öteki şekilde, masanın üstünde veya bilgisayarın içinde; oyunlar gerçeklikten kaçmayı hedeflerler. Gerçekliğin simülasyonunu sağlayanları bile aslında yapamayacağınız şeyleri konu ederler. Evet, Gran Turismo şanzımanına kadar gerçeğin bir resmidir ama siz bir Ferrari’nin içinde Nascar yarış pistinde 180 km hız yapamayacağınız için binersiniz o arabaya. Polis de bu yüzden oyunlarda belirleyici öge olmaz, ana karakterin polisliği vurgulanmaz.Olur da vurgulanırsa kurumdan ayrıştırılması da bu yüzdendir. True Crime ve minvallerinin “gizli polis” vurgusu, L.A. Noire ve minvallerinin “yoz kuruma karşı direnen temiz polis” vurgusu bu yüzdendir. Çünkü polis gerçekliği kaçılması gereken bir şey yapan unsurlardan biridir.  Polis çaresizliktir, acıdır. Üzerinize doğru son hızla gelen yüz kişilik bir Çevik Kuvvet bloğu, umutsuzluğun yapılabilecek en iyi resmidir.

Police Force 2

Biz Gezi Direnişi’nde bunu gördük. O kadar canlı ve o kadar çarpıcıydı ki bazen kaçamayacak kadar mıhlanmıştık. Direndiğim hiçbir gün elim konsolun açılış tuşuna gitmedi. Çünkü gerçek artık suratımın önündeydi, bütün kapıları kapatmıştı ve ben dizlerimin üstündeydim. Hepimiz öyleydik. Sonra yavaş yavaş alıştık, ya da her zaman hayatta kalmak için ne yapıyorsak onu yaptık; tekrar görmezden gelmeyi öğrendik. Bunu yapabildiğim ilk anda da kendimi Super Mario Galaxy 2’de gezegenler arasında zıplarken buldum. Gerçeklik dediğimiz şeyin yani acının, çaresizliğin, umutsuzluğun; hep kaçmaya çalıştığımız tüm kaçınılmazların toplamı polisin sembolize ettiği her şeyse, Super Mario Galaxy 2’nin saçma gezegenleri de onlardan kaçış için öyleydi. Bunu Nintendo bilmiyor mudur sizce? Ya da Team Bondi? Peki ya Rockstar? Onlar hiç mi bilmiyordur?

Neden Tenpenny? Neden Pulaski?

GTA’da polis döven nesle çattılar, evet, ama biz GTA’da niye polis dövdük? Eğlenceli olduğu için mi? Hayır. Çünkü bizim polis dövdüğümüz GTA’nın yapımcıları,  1992’de zenci bir genci döverek öldürdükten sonra tahliye olan Amerikan polislerini gördüler. Onlar can yakmaya kararlı bir polise karşı yapabileceğimiz hiçbir şeyin olmadığının farkındalar. Çünkü o polis sizin ağzınıza sıçacak hayatın mükemmel bir temsili.

Grand Theft Auto IV 2

 

Sizi üniversiteden sonra baş başa kalacağınız iş hayatı da bağrına basmayacak. Partneriniz bazen sizi ezip geçecek, un ufak edecek. Ve bunların üstünden kocaman bir Rancher ile geçemeyeceksiniz. Kenarda köşede kalmış yıldızları toplayarak başınızdan def edemeyeceksiniz. Ama GTA’da bunların hepsini tek bir vücuda toplayıp dalga geçebilirsiniz. Hile yapıp def edebilir, tank alıp üzerlerine sürebilirsiniz. Rockstar o yüzden sizi karizmatik, sevilesi bir suçlu; karşınızdakileri de tek tipli, tek suratlı, tek araçlı polisler yapar. Los Santos polis departmanı gerçek, Carl Johnson kaçıştır.

O yüzden açık ve net söylemekte bir beis görmüyorum. Oyunlarda polis yoktur. Oyunlarda polis olamaz. İçinde “gerçekten” polis olan yapılar, kurgular oyun değildir. Kaçış sağlamaz. Sizi hayattan ayrıştırmaz. Yapıp yapabilekleri tek şey, sizi bilinçaltınıza atmaya çalıştığınız hayatla yüz yüze getirip, dizinizin üstüne çöktürtmektir. Ve inanın bana bu oyunu oynamak istemezsiniz

 

(Bu yazı, Fareler Oyunda‘nın ‘Direniş Oyunu‘ adlı ikinci sayısı için, 2013 yılının Ağustos ayında yazıldı. Üzerine tekrar konuşmak icap etmiş gibi hissettiğimden, burada tekrar paylaşmak istedim.)

Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.