Evet, bundan tam on üç yıl önce, Polonya’da CD Projekt RED adlı ufak bir oyun firması kuruldu. Geçen yılların getirdiği ekonomik problemlerin yanında geliştirici kadronun sabırlı ve titiz çalışma şekli ise bu stüdyonun şimdiye kadar sadece tek bir markayla anılmasına sebep oldu: The Witcher. Artık video oyunu camiasında herkes bu isimden öyle veya böyle haberdar durumda. Zamanında geliştirmekte oldukları oyunları hayalini kurdukları maddi özgürlüğe sahip olamadıkları için iptal eden bu küçük stüdyo, şimdi seriye kattığı son oyunla iki haftada dört milyon kopya gibi bir rakama erişerek CDPR için gerçeğe dönüşen bir rüya oldu. Detaylara inecek olsak bile bu gerçekten etkileyici bir yükseliş, fakat biz yine de bu başarının sırrı ne anlamaya çalışalım.

 

1. Serinin Arkasındaki Edebi Güç

1

Tamam, tamam. Alkışların güzelce bir miktarını yazar Sapkowski ve oyuna ilham kaynağı olan kitapları topluyor. Her ne kadar oyunlar öykü ve romanlardan sonrasını anlatıyor ve onlarla doğrudan bir bağlantı kurmuyor olsa da kitaplar oyun serisi için çok uygun bir sahne kuruyor; seriye arkaplan hikayeleri, karakterler ve ilgi uyandıran bir atmosfer sunuyor. Ülkeleri ve şehirleriyle, içinde yaşayan halkları ve canavarlarıyla elimizde hazır bir dünya var ve CDPR’in üstüne düşen görev, kendinden önceki eserlerin tonuna yakışır yeni masallar anlatmak.

The Witcher anlatımında farklı türleri uygulamaya koymakta bir hayli becerikli ve bu cümlem takdiri hak eden şekilde hem kitaplar hem de oyunlar için geçerli. Kimi kez uçsuz bucaksız ormanlarda, unutulmuş dehlizlerde veya kapkaranlık mağralarda bir korku hikayesinin içindesiniz, fakat bir de bakmışsınız kendinizi aksiyonun tam ortasında, kılıçlarla büyüler çarpışırken buluyorsunuz. Genelde dramanın acı tadı hep ağzınızda olsa da hikayeler mutlu sonlarını da bizden her zaman sakınmıyor. Politikaya diz boyu batsanız da mizah için her zaman bir yer ayrılmış oluyor, hem de karanlık ve iğneleyici olanından. En önemlisi ise bu farklı tarzlar arasındaki geçişler genelde sık ve her zaman akıcı bir şekilde oluyor.

 

2. Gerçekçi Rol Yapmanın Hası

witcher3_en_screenshot_screenshot_34_1920x1080_1433341640

Dürüst olmak gerekirse serinin en büyük silahı hiçbir zaman arkasına aldığı edebi külliyat olmadı -ki zaten yazarın eserleri önceden de birkaç ismini duyuramamış uyarlama görmüştü. The Witcher bir RYO ve bir RYO’nun yapması gereken her şeyi ustaca yapıyor, yani sizi gerçek bir dünyada yaşadığınız yönünde kandırıyor. Bunun için en gerekli etmen kuşkusuz sizi oyunda çevreleyen şeyler. E zaten RYO dediğimiz tür de genelde yaşça büyük kesimlere hitap ettiğinden oyun yetişkin unsurlarını kullanmaktan çekinmiyor. Witcher’ın dünyasında gerçek dünyadan ne ararsanız var: içki, seks, entrika, şiddet, aşk, tonla muhabbet, kumar… Ve bunların hiçbiri oyunlara öylesine yerleştirilmiş değil, (özellikle son iki oyunda) hem oyun mekanikleriyle hem de hikaye anlatımıyla epey bütünleşmiş haldeler.

Yine gerçek hayata benzer şekilde bir seçim yapmanın kaçınılmaz olduğu anlarla karşı karşıya geliyoruz. Siyaset, dostluklar, prensipler -ve tabii ki- aşk, hepsi birbirine dolanıp en âlâsından ikilemler çıkarıyorlar ortaya. Oyunlar sizi düşündürüp terletiyor ve siz o sırada muhtemelen oyuna tekrar başlayıp diğer yolu takip edeceğiniz zamanı planlıyorsunuz; çünkü o yaptığınız seçimin dönüp dolaşıp yakanıza yapışacağı bir an gelecek, bu oyun olmazsa sonraki bir oyunda!

Oyunlar yazınsal bir arkaplanı olduğundan odağımızda güçlü ve karakteristik bir başrol var, Rivialı Geralt. Serinin tamamında bu “Beyaz Kurt”u canlandırıyoruz. Mevcut bir başkarakterimizin olması ve dünyamızın sandbox olmaması (sıkça kıyas edildiği Skyrim ve seleflerinin aksine) doğrusallık hakkında bazı şüpheler doğuruyor, fakat oyunların nasıl çalıştığını anlamamız için bu güzel bir fırsat. Sahip olduğu temel özellikleriyle oyun detaylı olay örgüsüne ilgi çekecek ve karakterlerine karşı empati uyandıracak şekilde inşa ediyor kendini. Oyunun odağının dışında kaldıkları için eşyaların veya mekanların sayıca eksikliğini fark etmiyorsunuz bile. Ayrıca seri genelde oyuncuların hikayeye kendi istedikleri ölçüde dahil olmalarına izin veriyor, belki hikayede yer almak için hevesli ve gözüpek olanları da az biraz ödüllendiriyor.

1 2
Author

Konuşmayı, anlatmayı genellikle de övmeyi çok sever. Kendince bir sanat hayranı, gerçi ona göre her şeyde sanat var.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.