H.G. Wells, Arthur C. Clarke, Mary Shelley, Jules Verne, Philip K. Dick ve sayısız bilim kurgu yazarı… O kadar çok var ki hepsinin ismini yazmaya çalışsam sayfalarca gider muhtemelen. Bu kadar yazarın sadece edebiyata değil, bilime de katkıda bulunduğunu söylesem ciddiye alır mıydınız? Eh, bence almalısınız zira bilim kurgu türü yükselişe geçtiği zamanlardan beri bilime bazen rehber oluyor, bazen de ilham.

Elbette ki bu türün eleştirmenleri de yok değil, biliyorsunuz ki bir kısım elitist edebiyatçı, mutlaka belli başlı bazı eserlerin gerçekten de “edebi değer” taşıyıp taşımadığını sorgulayacak, hararetli hararetli tartışacak. Asırlardır böyle, insanlar zamanında kitaplarda okuyup gülüp geçtikleri teknolojik gelişmeleri yıllar sonra karşılarında görmeyi beklemiyor. Fakat olan şey tam olarak da bu! Bir zamanlar insanlara ciddiyetsiz, şaka gibi gelen gelişmelerin çoğu, bugünlerde bizim için normal hayatın, sıradan detayları.

Cep Telefonu

startrekphone

Martin Cooper, taşınabilir telefon fikrini ortaya atan ilk insanlardan biri. Zamanında polisler için telsiz de tasarlayan Cooper, Motorola’da çalıştığı vakit, taşınabilir ilk telefonu tasarladı ve ilk cep telefonu konuşmasını gerçekleştirdi. Cooper, bir Star Trek hayranıydı. Yani, o dönem kim Star Trek hayranı değildi ki zaten? Cep telefonu, yani dizide geçtiği ismiyle iletişim cihazı, orijinal Star Trek dizisinde birden fazla bölümde karşımıza çıkıyor. Bu iletişim cihazları elbette yörüngedeki uydular aracılığıyla çalışmıyorlardı, en azından böyle derinlemesine açıklanmamıştı nasıl çalıştıkları. Çünkü dönemin insanını şaşırtan kısmı çalışma prensibi değildi, minicik bir cihazın birbirinden şaşırtıcı derecede uzakta olan insanlar arasındaki iletişimi, anında sağlayabiliyor olmasıydı. Cep telefonunun insanlara özgürlük getireceğini söyleyen Cooper’ı da taşınabilir bir iletişim cihazı konusunda heyecanlandıran fikir muhtemelen bu olmuştu, zaten o da fikri Star Trek’ten aldığını itiraf etti.

Uydular ve Radyo Dalgaları

space station arthur c clarck

1945 yılında, daha televizyon yaygın bir yayın aracı bile değilken, şimdi bilim kurgunun önde gelen yazarlarından olduğunu söylediğimiz Arthur C. Clarke, on sayfalık bir yazı yazıyor, adı da “The Space Station: Its Radio Applications”. Bilim kurgu yazarımız bu yazıda uzay istasyonlarının radyo sinyallerini iletmekte kullanılabileceğini anlatıyor fakat ülke savaştan yeni çıkmış, dönemin insanı her manada bitkin. Elbette onlar için bu, hiçbir şey ifade etmiyor.

Aradan yirmi yıl geçiyor ve ilk kez uydular aracılığıyla televizyon sinyalleri almaya başlıyoruz. Aradan altmış yıl geçiyor ve uzay artık bir istasyon çöplüğü hâline geliyor. Şimdilerde yörüngede üç yüzden fazla uydu olduğunu düşünüyoruz.

Clarke’ın bu yazısı, çıktığı gibi ses getiren ve dengeleri değiştiren bir yazı olmadı elbette. Tek sebep, 1945 yılının İkinci Dünya Savaşı’nın son yılına denk geliyor olması değil tabii, bununla beraber bir de kimsenin yörüngeye nasıl uydu konulabileceğini bilmiyor olması da var.  Belirtmek gerekli ki Arthur C. Clarke sadece bir bilim kurgu yazarı değil, o ayrıca King’s College’da Matematik ve Fizik okumuş bir bilim kurgu yazarı. Yani adam neden bahsettiğini zaten biliyor, belki de bu sebeple bilim kurgunun ciddiye alınmasında önemli bir yeri var kendisinin. Bir de, dünyanın çevresindeki uyduların yer aldığı yörüngeye Clarke yörüngesi manasına gelen Clarke orbit dendiğini biliyor muydunuz? Çok tatlı bence.

Zaman Yolculuğu

hgwells time machine

Zaman yolculuğu, bilim kurgunun olmazsa olmazı bir klişe. Ne zaman klişe hâlini aldı biz de anlayamadık, aynı ne zaman çıktığını anlayamadığımız gibi. Bilim kurgu edebiyatı içinde geçmişine bakınca zaman yolculuğunun ilk örneklerinin 1700’lere kadar dayandığını görüyoruz. Zaman yolculuğu, zamansız bir klişe aslında. Yani şundan bahsediyorum, biz 2020 yılında hâlâ oturup saatlerce Doctor Who izleyip keyif almıyor muyuz? 1700’lerin okuyucusunu da 2000’lerin izleyicisini de eğlendirebilen bir konu zaman yolculuğu. Biz hâlâ bu konudan sıkılmamış olsak da bir dönemin bilim adamları bu fikri gerçek dışı olmakla eleştirip bilim kurgu ile beraber çöpe atmışlardı.

Stephen Hawking’in bir sözü vardır bu konuda: “Zaman yolculuğu, önceden sadece bilim kurgunun bir ürünü gibi gözükürdü ama Einstein’ın görelilik kuramı sayesinde öğrendik ki zaman ve mekanı öylesine bükebiliriz ki bir rokete binip döndüğünüzde binmediğiniz bir zaman dilimine gelmeniz mümkün olabilir.” Tabii ki zaman yolculuğunun yakın dönemde gerçekleşme olasılığından bahsetmemiz mümkün değil, belki bir fizikçi olsaydım saatlerce tartışırdık bu konuyu, ne yazık ki karşınızda bir edebiyatçı var ve ben biraz daha şekilci bakmak durumundayım olaya.

Günümüz teknolojisini kullanarak maalesef ki yirmi yıl öncesine gidemiyoruz ya da işte bebek Hitler’i falan öldüremiyoruz. Ama mutlu edici kısmı şu ki teorik olarak bunun çok da imkânsız olmadığını görebiliyoruz. Einstein’ın  görelilik kuramı zaman anlayışımızı komple değiştirerek belki de zaman yolculuğunun bir gün mümkün olabileceği fikrini yerleştirdi beyinlerimize. Üzerine, CW’nin The Flash dizisi sayesinde -pardon, şey, kuantum fiziğindeki çoklu evrenler teorisi sayesinde- belki de birden fazla gerçeklik olabileceğini ve zaman yolculuğunun alternatif evrenler yaratabileceği olasılığını öğrenmiş olduk. Bilim kurgu, yavaş yavaş “Bakın beni ciddiye alın” sinyali verdi.

Carl Sagan bir keresinde zaman yolcularının aramızda olduklarından bahsetmiş, sonra da “Kendi varlıklarını gizliyorlar çünkü zaman-mekân içinde istenmeyen değişiklikler yapmak, yolcuların başlarını derde sokabilir” şeklinde bir argüman sunmuş. Evet, doğru, bugün buna gülüp geçiyoruz fakat yazının başını tekrar okuyup bir söz verin bana, elli yıl sonra burada buluşup bu söz üzerine konuşacağız.

Yapay Zekâ

ultron

Yazarın bazen bize geleceğin ne kadar parlak olabileceğini göstermek için kullandığı, bazen de ne kadar kötüye gidebileceğimizi gösterdiği zeki robotlar da elbette bilim kurgu romanlarında sıkça karşılaştığımız figürler. Sadece yazarlar için değil, yönetmenler için de keşfetmesi zevkli bir konu olacak ki yapay zekayı artık bilim kurgu klişelerinden biri olarak görmeye başladık. Elbette böylesine potansiyeli olan bir konu sadece yazarların ve yönetmenlerin ilgisini çekmedi, bilim adamlarını da üzerinde çalışmaya sevk etti. Örneğin, 1970’lerde Doctor Who’da gördüğümüz robotik köpek K9, bir bölümde satranç oynarken karşısındaki kişiyi yenmişti. Bu bölümünü üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra Deep Blue ismindeki bir bilgisayar, yapay zekâ kullanarak satranç ustası Garry Kasparov’u yenmeyi başardı.

Bir diğer örnek de şuradan gelsin: Isaac Asimov, Ben, Robot kitabını yazmaya başladığında takvimler 1940 yılını gösteriyordu. Ben, Robot’ta robotları insanlara yardımcı olurken tasvir etmişti Asimov, üstelik bu robotlar aynı insanlar gibi davranıyorlardı. Yapay zeka üzerine bir sürü öykü ve roman ortaya koyan Isaac Asimov 2016 yılına kadar yaşasaydı ve Sophia’yı görseydi ne düşünürdü tahmin edebiliyor musunuz? Arada neredeyse 80 yıl var arkadaşlar, dile kolay. Sadece Sophia da değil, Boston Dynamics sayesinde robotlar artık korkulacak derecede atik ve zekiler, hani şu robota tekme atan elemanların olduğu şirket.

Nereden nereye diye düşünmekten kendini alıkoyamıyor insan. Sadece robotlarla da sınırlı değil elbette, en basitinden Siri’ye bir bakalım. Bir Tony Stark’ın elinde kolayca JARVIS’e dönebilecek bir teknoloji gibi değil mi? Belki de gelecekte bir gün dünyamız Siri’nin robotik ordusu tarafından işgal edilir ve tek umudumuz Elon Musk’ın garajında herkesten gizlediği Iron Man zırhını giyip onlarla savaşması olur, kim bilebilir? Sonuçta bir dönem için sadece bir kurgusal öğeden ibaret olan yapay zekâlar artık telefonumuzda, bilgisayarlarımızda, televizyonlarımızda, her yerde.

Atom Bombası

atombomb

1914 yılında HG Wells’in aklına “The World Set Free” isimli romanı için “atomik bomba” adını verdiği bir bomba fikri geldi. Uranyumdan oluşacak olan bu bombanın etkilerinin, bomba söndükten sonra bile sonsuza dek devam edeceğini yazdı. Uçaklardan yere atılacaktı, çok acayip olmaz mıydı? Olurdu, oldu da.

Wells, kitabında sadece bombalardan bahsetmedi, kitap bundan daha geniş kapsamlı. Öyle ki kitabı bir kehanet olarak tanımlayan insanların sayısı az değil. Wells, bu bombanın insanlar üzerinde bırakacağı etkiyi ve konu olacağı etik tartışmaları da düşündü. “Atomik bombaların felaketi, insanları ayrıca eski fikir ve inançlarını da sorgulamaya itti” yazmıştı Wells. Bu bombanın yaratacağı korkunun insanları birleştireceğini düşünüyordu, belki de böyle diyerek biraz iyimserlik katmıştı işin içine.

Atomu insan eliyle bölebilmeyi başaran İngiliz bilim insanları, bu keşfin enerji üretebileceklerini düşünmemişler ama aynı ekipte yer alan ve bir HG Wells hayranı olan Leo Szilard, nükleer patlamanın mümkün olabileceğini fark etmiş. Bombanın başarısının arkasında okuduğu Wells romanları olduğunu inkar etmeyen Szilard, bilim kurgu yazarlarının bilim insanlarına nasıl ilham verebileceğinin belki de en açık örneği. Atom bombasının Hiroşima’da kullanılmasının bu romanın yazılmasından otuz bir yıl sonra olduğunu düşününce, başlangıçta sadece bir kurgu olan fikirlerin ne kadar korkutucu veya çılgınca olsa da gerçekleşebileceğini açıkça görebiliyoruz.

sciencefiction

Velhasılıkelam bilim kurgu ve teknoloji arasındaki uçurumun en başlarda kocaman olduğu düşünülse de, sonradan anlaşılmış ki aslında durum böyle değil. Bitmek bilmeyen bir külliyattan söz ediyoruz, bilim kurgu sayesinde gerçeğe dönüşen gelişmeler bu anlattıklarımla sınırlı değil. Bilim kurgunun önemli isimlerinden Isaac Asimov’un da dediği gibi; “Bugünün bilim kurgusu yarının bilimsel gerçeğidir”. Gerçekten de bugün gülüp geçtiğimiz, gözümüze saçma sapan gelen her şeyin gerçeğini, ertesi gün televizyonumuzda görebileceğimiz bir vakitte yaşıyoruz. Bence, hiçbir kurguyu hafife almamak gerek. Bilim kurgu da bundan farklı değil.

Author

Batı Edebiyatları okur, kedi sever. Bir de buralarda yazıp çizer. @mightbeyagmur

1 Comment

  1. Çok güzel bir yazı olmuş. Wells’in “The World Set Free” isimli eseri de okunacaklar listeme eklendi. 🙂

Tunay Oer için bir cevap yazın Cevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.