İnsanlar olarak garip şeyler yapıyoruz. Çok tuhaf huylarımız var. Çoğu zaman doğadan, doğamızdan öyle sapmış oluyoruz ki ağzım açık kalıyor. Kendi kendimizi durdurma yeteneğine sahibiz. Başka hayvanlar bunu yapmıyor yani. Hiçbir hayvan tuzlu yememeliyim demiyor. Başka kimse söylemek istediğini yutmuyor. Herhangi bir şey söyleme yetenekleri de yok orası ayrı tabii. İnsanlık olarak bir şeyler uyduruyor, sonra uydurduğumuz şeylerin ötesinde de kurallar uyduruyor, kendimizi kısıtlıyor, belli şeyleri yasaklıyoruz. Kimin kuralından dolayı kimin yasağı koyuluyor, kim neye karşı ne yapıyor anlamak zor. Bu uydurmaların bütününe bazen tarih diyoruz, bazen sosyoloji. Ancak hepsine daha genel bir isim verecek olsak ben “çetrefilli” derdim.

Tabii eninde sonunda büyülenmeden edemiyorum da. Bizi farklı kılan şeylerden biri de bu muhtemelen. Bizi daha gelişmiş ve medeni yapan şey işte, kendi kendimizi durdurmamız. Her istediğimizi yapamayacağımızı kabulleniyoruz. Hatta bir gün öleceğimizi bile kabulleniyoruz! Ama bu başka bir yazının konusu. Sonuç olarak çoğu insan hayatına isteklerinin çoğunu gerçekleştiremeyeceğini kabul ederek devam ediyor. Başkasının elinde gördüğü ekmek onun olamaz. Sırf canı istedi diye başkasına zarar veremez.

Kimi zaman da bir anda bir içeceği, belki bir minerali tüketmekten vazgeçiyoruz. Sağlığımız için de kendimize yasak koyma yeteneğine sahibiz. Bazen de bırakın sağlığı ya da tek bir yiyeceği, yemeden içmeden kesilebiliyoruz. Hücresinde oturan biri, bir anda kendine yemek yemeyi yasaklayabiliyor, hayatta kalma dürtüsüne tamamen ters olduğu halde. Ne garip varlıklarız biz! Hatta bazen tıpkı şu günlerdeki gibi başkalarını düşünüyor ve kendimizi eve kapatıveriyoruz. Ama emin olun bundan da ileri gidebiliyoruz. Bazen kendimizi sansürleyebiliyoruz bile. Ağzından ya da kaleminden çıkan o ses dalgaları ya da harfler ne yapabilir ki? Ama bazen zarar veriyor olsa gerek ki uyguluyoruz oto-sansürü. Kimi zaman kendimiz kimi zaman kaşımızdaki için, bazen ikisi birden. Ama bundan daha da ağır kurallar ve  yasaklar da koyuyoruz kendimize, şimdiye kadar anlattıklarım gibi bireysel olmayan, daha büyük, daha garip ve daha çiğnenemez kurallar…

Örneğin savaş hâlindeyken bile kurallarımız var. Muhtemelen kendimizi kontrol etmeyi yasal seviyede bırakıp yine yasal seviyede vahşileştiğimiz en geniş zaman ve mekânda bile yani, evet, kurallarımız var. Her arabayı bombalayabilirsin ama üzerinde kızıl bir haç ya da hilal varsa olmaz. Kötü demiyorum, çünkü kendimizi durdurmaya ihtiyacımız var ve kendimizi durdurmak zorundayız. Ancak ne kadar yapma olduğu ortaya çıkıyor bir noktada; savaşın da, kuralların da. Çünkü günün sonunda sigara satamayacağınız bir çocuğa insan öldürme yetkisi veriyorsunuz. Her şey ne kadar yapay görünüyor, değil mi?

Muhtemelen 1914’te bir Noel günü cephede ellerini ovuşturarak oturan askerlere de yapay geldi tüm kurallar. Karşılarındaki, hatta burunlarının dibindeki insanları sırf üniforma renkleri farklı diye öldürmek saçma gelmiş olmalı. Ya da onlarla konuşamama, top oynayamama yasağı… Alman ve İngiliz kuvvetleri o gün basbayağı siperlerinden çıkıp el sıkışıyorlar ve ilahi söylüyorlar. Kimse daha yüksek rütbeli birinden emir almış değil, böyle bir ateşkes ilan etmek için izinleri filan yok. İki saniye önce ellerindeki silahları birbirlerine doğrultmuş insanlar, öldürmeleri gereken tarafla futbol maçı yapıyor. Burada ciddi bir emre itaatsizlik var ama her şeyde olduğu gibi burada da toplu hareket ettikleri için, hiçbir şeyin önemi kalmıyor.

Ne kadar basit bir şey, değil mi? Tek yapmanız gereken siperden yukarı tırmanıp karşıdakine iyi dileklerinizi iletmek, sıradan bir günde karşılaşan iki medeni insan gibi, daha az önce öldürme emri almamışsınız gibi. Bir de iki dakika önce gelen bir emirle karşındakinin kanını dökebileceğin fikrini unutmak lazım ya da aynısını onun sana yapabileceği fikrini. Hatta iyisi mi, iki gün önce karşı taraftan gelen bir parça metalle arkadaşının yere yığıldığını da unut.

Bu garip olayı biraz daha incelemek isterseniz gidip Christian Carion‘un David Brühl‘lü, Diane Kruger‘lı Joyeux Noël filmini izleyebilirsiniz, nitekim film de benim bahsettiğim gibi küçücük çocukların beyinlerinin yıkanışı, ardından da üniformalar giydirilmesiyle başlıyor. Tahtaya çıkmış biri Fransız, biri Alman, biri İngiliz üç farklı çocuk nutuk atarken gerçekten tüm durumun, kuralların ve yasakların ”kurmacalığı”nı hissediyorsunuz. Ve bazı savaşların yasaklayıcılığının, katılığının hiçbir anlam içermediğini fark ediyorsunuz.

Normalde çok sıradan bir şey olan ”top oynama eylemi”, bir anda büyüleyici ve umut verici bir sembole dönüşüyor. Çünkü yine normalde sıradan olan bu eylem o anda ”yasak” ve bir yasağın çiğnenmesi nadiren umut sembolüne dönüşüp yıkıcı değil yapıcı olur. Eninde sonunda insan olmak her gün yasaklanmıyor, değil mi?

Savaşların insan olmakla ilgili garip ve muğlak fikirleri var. ”İnsan ol ama birazcık ol. Seninle aynı siperdekine karşı, mümkünse.” Ne kadar vahşileşilmesi gerektiğine karşı garip yasakları ve kuralları var. Bu yüzden yapay diyorum. Politika ve politikadaki tüm kurallar da öyle; değişken ve muğlak. Aslında hiçbir anlam ifade etmediği gibi birilerinin cebine toprak ve ham madde sıkıştırmaktan da öteye gidemiyor. Bu yüzden insanlığa ket vuruyor. Ya da belki de insanlık zaten saçma kurallar uydurup bunları yıkma konusunda beceriklidir, doğamız budur? Bazen ”Bizim topçular on dakikaya size ateş açacak, iyisi mi bizim sipere gelin siz” diye fısıldayabilmek, sonuç olarak Fransızlarla Almanların aynı siperde kuzu kuzu oturması, belki de doğal olandır. Ardından Rus cephesine sürülmek de öyle.

Cevap her ne ise, insanlığın garip bir şımarıklığı ama bu şımarıklıkla gelen bir tür sevimliliği de olduğunu söylemek zorundayım. Çünkü bu kadar ciddi ancak bu kadar vurdumduymaz davranmak çok garip. Ancak güzel şeyler yapabilme ve bazen, öldürmek yerine top oynama kapasitesini saklamak çok heyecan verici. Öyle ya da böyle bazen çok müthiş varlıklar da olabiliyor, bütün yasakları, her şeyi unutup çıkıp el sıkışabiliyoruz. Ve azen kendi yasaklarımızı çiğneyip fazlasıyla mutlu olabiliyoruz.

Author

İstanbul'da yaşıyor, buraya yazacak havalı bir şey de bulamadı. @charles_bourbaki

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.